Sayfalar

Aniden Kabaran Feminizm Damarı 2

Bu dünyadan nefret etme sebeplerim de biri de insan algısının yüzde doksanının görsellikten oluşması. Yani eğer kadınsan ve gerçekten güzelsen 90-0 öndesin. Güzelliğin yanında zekiysen yetenekliysen falan oh oh artı bonuslar. Ama çirkinsen (üzgünüm gerçekler acıdır) çirkin ama zeki çirkin ama yetenekli çirkin ama sempatik olursun insanların kafasında. Gerçi her güzel olan seksi olamıyor evet bu değerlendirilebilinir hmmm..
Erkekler bu açıdan daha şanslı aslında. Yalnız onların da mutlaka ama mutlaka güçlü olması gerekiyor çekici olmaları için. Bu güç paradan gelebilir karakterden gelebiliyor sosyal statü ve çevreden gelebilir. Yakışıklı olması öyle mühim değildir.
Tatmin olmayanlar için bkz Halo Effect.

Nevrotikelebek

Ve ben de twittera girmiş bulunmaktayım!

İç ses: Neyime yarayacaksa sanki?
Öbür iç ses; Komik yazı yazar komik yazı okurum yeaa böyle eğlenir vakit geçiririm :/
İç ses; Ne yani senin eğlence anlayışın bu muydu?
Öbür iç ses; Allah aşkına kuzum niçin eleştiriyorsun kendini bu kadar boşuna yoruyorsun o güzel kafacığınııı.
İç ses; Of aman ya of. Daha bir takipçim var zaten.
Öbür iç ses; Nolcak cicim olmadı kendin çalar kendin oynarsın kime ne demi ama?
İç ses; Kime bu özgüvenli tavırlar? Haha güleyim bari başarısızlıktan korkmayan özgür kızı oynarsın anca sen kendi kendine.

Ben daha fazla sapıtmadan önce twitter linkime buyurunuz;

Uyarı!

Siz siz olun Tekzen'e uğramayın!
Tıklayıp okuyun hak vereceksiniz.
Aslında bloglar aracılığıyla müşteri memnuniyetsizliklerini paylaşsak ya arada? Pek de hoş olurdu hani? 

Yeşil Tırnaklı Kadınlar

Çoğu zaman kadınlar erkeklerden daha garip davranıyorlar.
(İstisnalar kaideyi bozmaz buradaki erkek tanımamız "karı gibi dedikodu etmeyen", mürdüm rengi nedir bilmeyen, "kaşlarını çok fazla inceltmişsin" gibi saçma sapan muhabbetlere girmeyen normal erkek beyni olan normal erkekler..)
Mesela;
modayla giyinmek dışında uğraşmayan kadınlarda; herhangi bir ürününü satın alamayacağı, zibilyon dolarlık tasarım yapan tasarımcıların yeni koleksiyonlarını incelemek gibi saçma alışkanlıklar hasıl olmuş.
Ya da bilmemnenin galasında, bilmemne ödül gecesinde ünlülerin kıyafetlerini inceleyip hangi marka olduğunu bulmaya çalışmak gibi?!

Alışveriş yapmak kadının en temel dürtülerinden biridir evet buna ben de dahilim de Emmy'de kim ne giymiş aa bak saks mavisi nasıl da yakışmış kadına ben de tez elden kendime saks mavisi saten kumaştan dökümlü bir gece kıyafeti diktireyim demiyorum. Diyen varsa da anlamıyorum. Ya da Gossip Girl'ün Serenası şunu giymiş wow nasıl yakışmış diye düzenli takip edenler var??

Bir de sezonun trend renkleri var, o daha da saçma bir iş. Yani bir renk senin tenine ya gidiyordur ya gitmiyordur bu kadar basit. Bazı renklerden tenin solgun görünürken bazı renklerde ön plana çıkıyordur daha hoş duruyordur, güzel gözüküyordur ve bu durum sezon sezon da değişmez. Bu yıl pudra pembesi mercan rengi moda. Hı nasıl yani??
Ya da balık etli bir kadının tayt giymesi çoğu zaman bir faciadır. Kadınlar moda akımlarına göre değil vücut özelliklerine boylarına ten renklerine ve de karakterlerine uygun kıyafet seçmeli. Kişisel zevk diye de bir şey var canım ne diye poponun içine kaçan kırış kırış olan potluk yapan şu etekleri taytları giyersin artık yahu neyse.

Son olarak şu pastel renkli oje furyasını kim başlattı böyle? Berbat ya etrafta yeşil turuncu mavi tırnaklı kadınlar var!
Ekşisözlükte kıro kızlar diye bir başlık var, entryleri okuyunca bazen sinirleniyorum ne hakla erkekler bu kadar eleştiriyor kadınları diye. Ama haklılar yahu. Badisinin rengiyle uysun diye pembe mor turuncu far sürmüş kızları görünce tabii ki dalga geçilecekler diyorum. Bir de mavi far kırmızı ruj kombinasyonu var günlük kombin olarak. Aman evlerden ırak...

Asosyal Kobay Faresi

Bir insanın asosyal olmasının 2 nedeni vardır;
1-Kendini beğenmez
2-İnsanları beğenmez

-İlk kategorimizdeki insan utangaç, içe dönük, sessiz sakin, çekingen biridir. Bazen cool olmakla karıştırılır.
-İkinci kategorimizdeki insan münzevi, mükemmelliyetçi, entelektüel, cool biridir. Bazen çekingen olmakla karıştırılır.

Otobüs Yaşlıları

Okuluna sürekli servislerle giden biri olarak bu yıl otobüs insanı haline gelmemin bir takım eksileri oluyor haliyle. Eve gelene kadar ya 3 otobüs değiştirmek zorundayım ya da epeyce bir yürümek. Heralde fiziksel olarak en survivor dönemimdeyim. Ve bu dönemimde benden yer vermemi isteyen teyzelere bir gün "aa yettiniz be" diye bağırmama ramak kaldı. Bir de ittire kaktıra otobüs kuyruğunda önünüze geçmeye çalışan, sizin yanınızdaki boş koltuğa oturmak için ayağınıza basan ihtiyarlar var ve bunlara saygı duymuyorum nefret ediyorum. Bir insan 60 yaşında bile bu kadar hırs doluysa bana göre dünyanın en gereksiz insanıdır. Ayrıca ayakta duramayacak bir insan otobüse neden biner? Hastaneye gidecektir, devlet dairesinde işi vardır ne bileyim bir zorunluluk gereğidir. Akşamın 5inde herhangi bir yere gitme zorunluluğu yoktur ve gezmek için dışarı çıkıyorsa paşa paşa ayakta kalacaktır. Evet şu an hayatımdaki en büyük sorun bu şimdilik. O yüzden pireyi deve yapar bloga da yazarım.

Başlıksız

Bloglarını düzenli okuduğum sanal insanları, hayatımdaki diğer gerçek insanlardan daha çok seviyorum. Sanırım.

Başlıksız

Her şeyin bilincinde olup nefret etmemek...
Ne büyük bi aşmışlık durumu değil mi?

Tactless

Sözlükte tactin türkçe karşılığı olarak; ortama göre davranma, nabza göre şerbet verme, naziklik, incelik yazıyordu... kafamda birden şimşekler çaktı! İşte tam da bu sebeple fazla kibarlık eğreti duruyordu. Özellikle de erkeklerde..
İngilizce derslerimiz bazen genel kültür saatine dönüşüyor. En son Kubrick, Salinger ve Syd Barret'ın özet geçilmiş hayatlarını okuduk. Another Brick on the Wall'un videosunu izledik birkaç kere, hoca klipteki sembolleri bulmamızı istedi. Hatta -genel kültürünüzü ölçeceğim böylece- falan bişeyler geveledi içimden güldüm. İşte Berlin duvarına, Auschwitzdeki gaz odalarına kısaca 2. Dünya Savaşına bağladık. Keşke her ders böyle şeyler yapsak diye düşünürken biri bana Kubrick'i saçma ve salak bulduğunu söyledi evet ne yazık ki bunu yaptı... Üstelik bu çocuk 26 yaşında, bu sebeple sınıfın tümünden daha olgundur diye düşünüyordum biraz da olsa farkındalıklıdır diye.. Acaba kaç film izledi de Clockwork Orange'ı overrated buldu merak ediyorum. Yazarken tüylerim diken diken oldu. İşte filmler sıkıcıymış gereksizmiş kim izlermiş ki öyle filmleri, bir de bana anlatıyor; kadına tecavüz ediyorlar sonra bla bla. Tamam tamam biliyorum dedim sözünü kestim. Hayır tabi ki Kubrick tanrı değil fakat onu eleştirecek kapasitede olmak için kaç fırın eleştiri yemek gerekir..
Herkes eğlendirmek Hollywood işi filmler yapmak zorunda mı dedim üstelik sembolleri bulmaya çalışırken de zevk alınıyor daha kültürlü kitleye hitap ediyor vs dedim ama şaşkınlıktan toparlayabildiğime emin değilim
Neyse bağlayacağım yer şudur ki kitapta Kubrick için reclusive and tactless diyordu. Canım benim ya.

Başlıksız

Eğer Tanrı olsaydım ve birini lanetlemek isteseydim ona ayrıntılı bir hafıza ve bol bol östrojen verirdim.

Başlıksız

Bana öyle geliyor ki yalnızlık çeken insanlar saçlarını kızıla boyuyor.

Pis Lise Dizileri

Of yeter saçma sapan lise dizilerinden gına geldi. Pis 7'linin reklamları saçmalığın daniskası.
Neymiş kızın teki öyle fettanmış ki dedikodu yaparak öğretmenlerini boşandırtmış neymiş derse geç kaldığı için hocası derse almamış çocuğu, çocuk da fazla asabiymiş öğretmenini 2.kattan aşağı atıvermişşşş! Evet bahsedilen çocuğumuz bu davranışlarına rağmen uzaklaştırma falan almamış. Hem de bildiğin devlet okulunda?!
Aynı eğitim kurumunda öğretim hayatına devam etmiş taa ki lisesinde yangın çıkıncaya kadar evet asıl macera bundan sonra başlıyor; okulları yanıp kül olduğu için öğrenciler açıkta kalmış ve aynı ilçedeki başka liselere yerleştirilmişler fakat pis 7li'miz için kontenjan bulunamamış onlar da idealist eğitim danışmanı(wtf?) Filiz Hanımın çabaları sonucu bir koleje kaydettirilmişler.
Böyle bir şey mümkün mü?
Sanki ilkokuldayız da herkes ikametgah gösterip evine yakın yere gidiyor. Kişi eğer düz lisedeyse aynı ilçede dengi olduğu bir okul yok diye bir anadolu lisesine veya koleje yerleştirilemez, başka ilçede muadili olan diğer bir okula nakledilir.
Reklama göre okulun müdiresi okulsuz kalmış yetim fakir yedi çocukcağızımızdan nefret etmiş haklarında slayt falan hazırlamış ki okul öğretmenleri bu baş belalarına hazırlıklı olsun. Ne kadar da inandırıcı ne kadar hayatın içinden..

Buraya kadar mantık hatalarını eleştirdik gelelim asıl sorunaaa;
Aptal Türk gençlik dizilerin sorunu en başta oyuncuların birer karaktere dönüşememesi sadece tip olarak kalması. Yani bize devamlı kalıpsal prototip bir gençlik sunuluyor.
Lise Defteri, Hayat Bilgisi, Arka Sıradakiler, Kemal Öğretmen...
Sürekli aynı tema; sorunlu öğrenciler ve duyarlı edebiyat öğretmenleri ya da idealist eğitim danışmanı Filiz Hanım. Aslında birer kanatsız melek olan fakat sevgisizlikten şeytana dönüşmüş, haşarı öğrenciler...
İnekler evet çalışkanlığından başka niteliği yokmuş gibi gösterilen her daim derse iştirak eden parmağı havada tipler...
Sınıfın en alımlı havalı kızı ya da en yakışıklı cool genci, bu asıl kız ile asıl erkekin aşkları...
Asıl kızın en yakın arkadaşı olmak dışında hiçbir vasfı bulunmayan naylon karakter haline getirilmiş özel hayatına asla değinilmeyen sıradan kız...
Okulun salakları süzmeleri ve maruz kaldıkları eşek şakaları...
Fakir ama gururlu parasızlıktan bir yerde part time çalışan hayatın sillesini yemiş burslular...
Her saniye birbirine sataşan tek derdi karşısındakine laf sokmak olan grup insanları...
Reklamlarda hayatla yüzleşmeler akıl almaz maceralar sımsıcak dostluklar tutkulu aşklar falan diye lise martavalları okunup duruyor. Gerçekçi olun ya biraz!!

Günümüzün türk dizileri tanzimat döneminde yazılmış romantik romanlar kadar gerçek dışı tutarsız ve mantıksız.
Bir allahın kulu da lisede sahiden hayatla gerçeklerle yalnızlıkla yüzleştirilsin. Bir kere de iç dünyasına inebileceğimiz empati kurabileceğimiz derinlikte karakter görelim. Günlük hayatın monotonluğu, getirdiği sıkıntılar yansıtılsın, eğitim sisteminin dandikliğinden sikilmiş beyinler sergilensin. Anadolu ve fen liselerindeki zeki çocukların ihtiyaçlarına cevap veremeyen kompleksli öğretmenler disiplin lafını gereksiz kurallar bütünü ve öğrenciye eziyet olarak algılayıp uygulayan idarecilerden bahsedilsin. Tüm eğitim hayatı boyunca yolda görünce yüzüne tükürülmeyecek eğitimci kadrosunun diktasındasında yaşamak zorunda kalmış gençleri yansıtsın. Ergen haliyle bürokrasiye merhaba öğrenciler anlatılsın. Bu sefer de bir lise dizisi kendisini, bulunduğu konumu, diğer insanları sorgulayan ezber bozan gençlerin gözünden ekrana aktarılsın.

Demek istediğim şu ki dışarıdan güllük gülistanlık bir hayat sürüyormuş gibi gözüken güzel-popüler kızın ruh dünyası ele alınsın mesela arkasından konuşan tonlarca kişi, hakkındaki gerçek olmayan söylentileri onaylayan arkadaşları, kimseye hatta kendine bile güvenememesi yalnızlık korkusu yüzünden insanlara iyi davranması, sırf dedikodusunu yapabilmek için ona yakınlaşmaya çalışan insanlar, bu kişileri ayırt etme çabasına girip paranoyaklaşması, en normal hareketinin bile abartılması günlerce yorumlanması, zaaflarını zayıflıklarını gizleme   mücadelesi, bu söylentileri iyi arkadaşmışçasına kızımıza taşıyanlar, yüzüne karşı pohpohlayan arkasından acımasızca eleştirenler, biraz uğraşınca elde edemeyeceği erkek olmaması hatta tek etkileyemediği erkekten hoşlanması ve onun iç dünyasına girmeye çalışması ve söz konusu çocuğun ruhunun derinlerine indikçe karşılaştıklarından şaşırması ufkunun genişlemesi vs. Şu an aklıma gelenleri yazdım tabi üzerinde biraz düşününce hem tutarlı hem de seyretmesi keyifli şeyler çıkabilir karşımıza.
**İngiliz yapımı bir gençlik dizisi olan Skins bu dediklerim için biçilmiş kaftan, izleyenler bilir.

Sahte Özgüven Sendromları

Ezici bir çoğunluk tarafından öyle olduğu kabul edilen -yani gerçekten- güzel veya zeki olan insanların kendilerine güven duymalarına ya da duysalar bile bu özgüveni beyan etmek için çaba harcamalarına gerek yoktur çoğu zaman.
Dışarıdan bakıldığında harikulade gözüken bir insanın "ben kendimle barışığım" demesine lüzum yoktur. Çünkü vücudunla beyninle ruhunla barışık olduğunu düşünecek kadar irdelemişsen kendini, kusurlarının da farkındasın demektir. "Eksiklerime rağmen kendimi seviyorum, sevmeye çalışıyorum, en azından siz öyle bilin istiyorum"un tek kelimelik özeti özgüvenliyimdir.

Sürekli ne kadar muhteşem olduklarını ima eden kişilere sinirlenmeden önce acıyın hatta merhamet edin çünkü onlar kusurlarının farkında olup diğerleri fark etmesin diye çabalayan, kendilerini ancak başkaları sevdiği-beğendiği taktirde kabul edebilecek olan insancıklardır.

Özeleştirinin dozunu kaçırıp kendini sürekli yerden yere vuranlara da merhamet edin (yok yok etmeyin merhametten maraz doğar memnuniyetsizliklerini size de bulaştırırlar) çünkü bunlar da zayıflıklarından prim yapmaya uğraşırlar. Eksiklerimin farkındayım hatta bunları açıklama cesaretine ve açıksözlülüğüne sahibim benliğimde hissettiğim boşlukları bu saydığım niteliklerimle dolduracağım ve karşımdaki kişiye ya zeki-olgun ya da sempatik-hoş gözükeceğim diye düşünürler.
Saydığım iki tür özgüven muzdariplerinden ikinci grup tabi ki daha farkındalıklı bireylerden oluşur hatta belki de güven yoksunluklarını gizlemek istemeyen kişilerdir bunlar.

Neyse şimdi daha eğlenceli olan türe gelelim, bu topluluğun çoğu kaç yaşında olursa olsun ergenlikten çıkamamış dişi bireylerden oluşur. Aşırı makyajlı, aşırı dikkat çekici giyinen, saçları fazla yapay bir renge boyanmış, gözleri lensli kızlar bize doğal hallerinden memnun olmadıklarının sinyallerini verirler, öyle ya kendilerini güzel hissetseler bunca şeyi yapmaya gerek duymazlardı. Bir yandan da geçtikleri işlemler sayesinde bakımlı olduklarını düşünürler ve burnu havada gezmeye başlarlar.
İşte salak kız imajı tam da bu çelişkiden doğar! Hem görünüşleri hem de davranışları yapay olan bu güruh bize özgüvenin ekmek su kadar mühim olduğunu ispatlar. Gördüğünüz gibi eksikliğinde ciddi davranış bozuklukları ortaya çıkar.

Peki kusursuz değilsek nasıl kazanacağız bu özgüveni? Şimdi bu sorunun ardından sizi elbetteki kişisel gelişim kitaplarındaki mantıksız saçma tavsiyelere boğmayacağım. Kendine güven duymanın yolu kaliteli sevgi veya ilgidir.
 Acı gerçeğe buyurun; bir şekilde bir zamanlar birileri tarafından onaylanmışsanız, sevilip sayılmışsanız kendinden emin biri olursunuz. Aksi taktirde ne kadar kitap okursanız okuyun fikirleriniz beğenilmedikçe ne kadar film çekerseniz çekin ne kadar muhteşem piyano çalarsanız çalın ne kadar mükemmel rol yaparsanız yapın alkış almadıkça ve ne kadar harika görünürseniz görünür birileri sizinle tanışmaya çalışmadıkça iltifat almadıkça beğendiğiniz kişinin ilgisini çekemedikçe kendinizi koca bir sıfır kabul edersiniz. Hayat pek adaletsiz her zamanki gibi.

Yere Sakız Atarsanız Duygusallaşırım

Kuş ölümlerinin en büyük nedenlerinden biri çiğnendikten sonra sokağa atılmış sakızlarmış. Çünkü zavallı kuşlar bu sakızları ekmek parçası zannederek yemeye çalışıyormuş ama dillerine yapışan ve gagalarını bir daha açmalarına imkan vermeyen sakızlar yüzünden açlık ve susuzluktan ölüyorlarmış. İçim kıyıldı resmen ya pms dönemi midir nedir valla ağlayasım geldi :/

İzmirin Sorunları

-Yıllar yılı yapmayı beceremediği metro yüzünden ulaşımı mahveden, bir sokak açıldı diye bayram ettiren İzmir belediyesini ve "yok efendim bütçeleri az mali destek göremiyorlar engelleniyorlar" diye sayıklayan parti fanatiklerini esefle kınıyorum. Her yere amaçsızca kaldırım taşı döşendi. Amaç ne cidden amaç ne? Hani olur kaldırım eskir püskür aşınır delinir tamam da gayet kendi halinde takılan, üstünde yürüyünce -aa şu kaldırımlar da yenilensin artık yetti canım" hissi vermeyen herhangi bir eksiği gediği bulunmayan taşlar sökülüp sikilip atıldı. Üçyolda metroya ulaşana kadar yapmadığım cambazlık kalmıyor. Dararrarara her yer kazılır delinir... Madem mali sıkıntı var niye Kıbrıs Şehitleri Sevgi Yolu yenilendi ki ne gerek vardı? Hem sevgi yolu salaştı eski haliyle hoştu. Hayır metro inşaat halindeyken ne diye revizyon yapacağız diye uğraşırsınız? O kaldırım taşı sıralayan işçiyi ver metroya ver metroya ki biz de rahat nefes alalım! Tek otobüsle gideceğim yere otobüs-metro-otobüs şeklinde gitmek zorunda kalıyorum ya sinirim öfkem nefretim kusmuğum her şeyim tavan yaptı hrrrr!!! Ben belediye başkanı olacağım ya yeter valla yeter. Zat-ı muhteremler derler ki izmirliler ha gayret metro on ay sonra hizmetinizde! Ve on ay geçer -aa şey ya bize 9 ay daha lazım- deyiverirler!

-Klimasız otobüslerde pencere kenarında oturup da o camı açmayı akıl edemeyen beyinsizleri ayrıca esefle protesto ediyorum. Oksijensizlikten bayılacağım birgün :/

Ah be ah burslu olsaydım şimdi altımda arabam olurdu böyle de sinirlenmezdim. Kahpe kader ağlarını ördü yine.

Afraid of Girls

Saçlarını sarıya boyatmayanları  bizim üniversiteye almıyorlarmış. Güzelleşme çabası iğrençleşebiliyor, küçük düşürücü olabiliyormuş. Bir de çok takıp takıştırmayı, yüzün makyajdan parıldamasını bakımlı olmak sananlar var. Bu tür kızlardan hoşlanan erkekler de böyle nasıl desem olgunluktan çok uzak geliyor. Ya da bu sarışın olmaya çabalayan kozmetik kokan hep aynı tarz hep aynı marka giyen kızlar bana gerçekten sevilemez gibi geliyor. Bilemiyorum gözlem yapamadım fazla henüz yeni başladık.
Dersanede bir ara aynı sınıfta olduğumuz bir kız vardı uzaktan görünce pis pis bakıyor karşılaşınca yüzünü buruşturuyor falan daha ismini bilmiyorum ama anlaşılan o benden nefret etmiş. Evet bu da saçlarını sarıya boyatan güruhtan. Bu bütün hayatım boyunca böyle oldu ortaokulda lisede bla bla. Olmaya da devam edecek ama arada garipsemeden edemiyorum. Böyle de saçmalar yani amaan neyse.
Burssuzum zaten ders çalışayım da daha az para verdirteyim bari. Vicdan azabı mode on.

Help Me2

Hadi bu blogu okuyan İzmir Ekonomi'li biri olsun ve bana yardım etsin?

Burcu Esmersoy Zevksizliği

Ekranlarda Şafak Sezer diye bir komedyen, Burcu Esmersoy gibi de bir sunucu var.
Şafak Sezer'e nasıl gülünebilinir hep o aynı yapmacıklık nasıl komik bulunabilir hiçbir fikrim yok. Vodafone reklamı çıktığında kumanda yanımda değilse odadan kaçıyorum. Öyle de bir tiksinme geliyor.
Hele Burcu Esmersoy o sesle nasıl spikerlik yapabiliyor? Dalga dalga bir ses, volume on volume off. Bir de ben gerçekten onun kadar kalın sesli bir kıza rastlamadım hayatımda. Bak kız diyorum kadın demiyorum. Sigara tiryakiliğinden mütevellit böyle erkek sesli kadınlar var evet ama bu yaşta bu ses tonu?!
Üstelik şu ayaklara rağmen böylesine bir özgüven? Aman yarappim bunlar bende olsa utançtan evden çıkamam denize çizmeyle girerim kaldı ki yok Scarlett'e güzel diyen bana demesinler, Rosie Huntington'un güzelliğini gölgeledimler ne oluyor?
Sevgili Burcu Ntv'de Yaz Gecesi'ni sunarken her an içinden bir tarzan fırlayacakmış da höö diyecekmiş gibi geliyor "şu kadından daha güzelim" dışında iki lafın belini kır da mantıklı bir cümle kur yahu. Zaten kadında kemikli yüz yapısını çok itici buluyorum erkeksi duruyor. Bir de o sesle o yüz birleşince felaketim olurdu ağlardım...
Tabi bunları bir kız yazınca "aa çekemedi" oluyor ama güzele de güzel diyoruz canım mesela Scarlett bence dünyanın en güzel kadınlarından biridir. Ona laf eden biri olursa cık cık zevksiz derim. (Çıplak resimleri internete düşmeseydi iyiydi tabi ama kadın napsın telefonunu bilgisayarını falan hacklemişler)

Üniversite Etiketi

Etiketlere takılı kalmayın. Hayır hayır giyim markası etiketlerinden bahsetmiyorum. Gideceğiniz okulları bi şey sanmanızdan bahsediyorum. Bunu içinizde en duyarlılarınız en farkındalıklı olanlarınız bile yapıyor. Fetiş nesne haline getirdiğiniz üniversiteleriniz isminizin önüne sıfat getirmekten başka bir işe yaramayacak. X mezunu Gizem. Burberry giyen Gizem. Sırf X ünversitesi olsun diye öyle dandik bölümlere gidenler var ki... Sonra bir de övünecekler gittikleri okuldan, ailelerinin göğsü kabaracak eşe dosta caka satılacak. Aman yarappim!

Lay Lay

Tanrı bile bir cehennem yaratacak kadar kindar kindar olamaz. Belki Türkler...
demiş Palahniuk.
Valla doğru tespit güldüm akşam akşam.
Sözün aslı astarı için tıkla

Gereksiz Şeyler

İstilacı çekirge gibi gelen misafir...
Çocuğunu da al git.
Kapı açık arkanı dön ve çık.
Gidişin olsun dönüşün olmasın.

Amaçsız Post

Bazen aynaya bakıp "aman bu ne yaa" diyorum
Ardından sokağa çıkıyorum insanları görüyorum ve tatmin oluyorum.

Taslaklarda Buldum; Yine Kime Sinirlenmişsem

Sabit bir karaktere sahip olamamaktan, insanlara ve olaylara göre form değiştirmekten kendinizi zayıf görmekten mi şikayetçisiniz? Cevabınız evetse okumaya devam edin. Değişkenliğinizi lanetlemeden güçsüz sandığınız kendinize hakaret etmeden devam edin. Mutlu değil olgun olmanızı isteyenlere aldırmadan devam edin. Hayatta önemli olan gerçekler değil zevklerdir, zevk alabilme kapasitesidir bunu aklınızın bir köşesine yazarak devam edin yoldaşlarım!

Şimdi anlatacak olduğum kişi hem sensin hem de benim;
Sevinip heyecanlandığım ve acı çekip karamsarlığın dibine vurduğum zamanlara özgü farklı kimliklerim var. Ama bu benim suçum değil. Bu kadar değişken olmak benim elimde değil. Benle ilgili değil. Bana özgü değil. Değil.
Deneyimlediğim kişi ve olayların sarsıcılığına göre fikirlerim evrimleşiyor sonra da davranışlarım değişiyor. Evet belki de bu başkalaşım çok ani oluyor. Bu tür hızlı devinimlerim önceki ya da sonraki karakterimi samimiyetsizleştiriyor, beni güvenilmez bir insan yapıyor.

Ama yapım böyle. Zaten yapısalcı değil miyiz biz? Asıl yapısalcıların anlayışlı olması gerekmez mi hem kendilerine hem ötekilere hem de gereksiz yere ötekileştirdiklerine? Aslında bunu anlayış olarak adlandırmayalım kabullenme diyelim. Ben böyleyim sen şöylesin o da öyle. Saymakla bitmeyecek kadar yanlış bulabiliriz birbirimizde. Ama bi yerden sonra "insandır yapar" diyecek dinginliğe ulaşmak gerek.

Yakınlarımızı kendimize benzetmeye çalışmak hatta bunu arada başarmak.. Çok mu matah? Çok mu başarılısın? Çok mu dominantsın? Çok musun sen? Üzgünüm insancık ama zor olan "insanları olduğu gibi kabullenmek". Sense bu lafı bile yanlış anlıyorsun. Olduğu gibi kabullenmek demek; birinin o anki ruh halini fikirlerini, mutlak kişiliği ilan etmek demek değil. Onun ne doğrultuda fikir yürüttüğünü ne doğrultuda fikir çürüttüğünü anlamak ve eleştirmemek demek. Hangi açıdan baktığını bulup olaylara nasıl tepki vereceğini bilmek ve eleştirmemek demek. Eleştirmemek demek.

Aslında senin mental kapasiten belirler insanlara uyum sürecini. Dikte etmekten vazgeçip kabul etmen de varlığının bir gereğidir.
Sevdiklerinin ya da en azından bir zamanlar sevmiş olduklarının dengesiz belki  bazen şımarık ve çocukça tavırları senin gözüne batmamalı. Özellikle de bizzat kendinin mükemmel olmadığını bilirken etrafındakilerden üstün insan olmalarını nasıl bekleyebilirsin ki? Bunun bir mazereti olabilir mi?

Neyse neyse dinle küçük kadın:
-İyi biri olduğunu, herkesin sana haksızlık yaptığını zannederek devam ediyorsun yaşamaya. Oysaki kendini savunmak için başkalarına ne kadar zarar verdiğinin, bencilleştiğinin farkında değilsin. Daha fazla kandırılmamak adına sürekli dikkatli davranmak gözlem yapmak gerektiğini düşünüyorsun. Tecrübelerin seni acımasızlaştırıyor en ufak hareketten türlü manalar çıkartıyorsun. Devamlı birileriyle satranç oynuyorsun eğer yenersen kolay lokma olmadığını kanıtlayacaksın ve geçmişine karşı zafer kazanacaksın. İnsanların seni üzmemesi için çok çabalıyorsun be yavrum. Böylece onlara her zamanki gibi gereğinden fazla anlam yüklemiş oluyorsun ve işte kaçınılmaz son; çok önemseyince çok üzülüyorsun! Üzüldükçe daha fazla üzemeyecekler diye hırslanıyorsun nefretle doluyorsun yine haddinden fazla değer veriyorsun yine hüsrana uğruyorsun. Çok yoruldun ah sen çok yorgunsun..
Kısır döngü kısır döngü kısır döngü...

Hiiiç

İzleyici sayım düzenli olarak azalırken sorun bende mi diye düşünmeden edemiyorum.

Bazı Bloggerlar

Bazı bloggerlar depresyon anlarında yazıp yayınladıklarından utanıyorlar. Depresif postlarıyla ilgili "Ay ne kadar arabesk yazmışım ahah emo olsaymışım" şeklinde yorumlarda bulunuyorlar. Bu -hata veya zayıflık olarak gördükleri şeyi- kendilerince esprili yaklaşımlarla örtbas etmeye çalışıyorlar. Kimisi o duygusal, nevrotik yazının blogunda yer almasına dahi dayanamıyor, siliyor. Fark etmeleri gereken şey şu ki; melankoliyi ne kadar zayıflık olarak görseler de melankoliden utanmak ya da saklamaktır asıl zayıflık göstergesi. Böyle durumlarda yapılması gereken hoşlanılmayan duygudan kaçmak değil duyguyu kabullenip umursamamak.
Ve bu anlattıklarımı bizzat kendimde tatbik edebilirsem üstün insan olmasam da mutlu insan olacağım.

İkea Evinizin Herşeyi

İkea kataloglarını sanatsal bulan bir tek ben miyim?

Arielle

Evet her kız prenses olma isteği taşır derinlerde bir yerde. Baktım dişi bloglarda hangi prenses'mişim trendi var. Ben de merak ettim yaa bakayım ben hangisiyim dedim, ortaokuldayken ergen kız dergilerinde böyle testler çözmeye bayılırdım. Her genç kızın başına gelebilir..

Arielle çıktım bilenler bilir Deniz Kızı Arielle'nin masalı mutsuz sonla biter, genelde çocuk masallarında sonlar tatlıya bağlanır prensle prenses evlenir, kötüler cezalarını bulur iyiler mükafatlandırılır. Karakterler değil tipler vardır zira biz de mutlak kötüye karşı mutlak iyi'nin zaferine şahit oluruz. Bu yüzdendir ki masalları sevmiyorum. Toz pembe bir dünyaya inandırılan çocuklar gerçeklerle karşılaştıklarında fazla bocalıyorlar, kendimden biliyorum.
Ayrıca mimden dolayı Hera ve Memento Mori'ye teşekkürler :)


Arielle:
[ x] ebeveynlerinin seninle ilgili beklentileri cok
[ x] kurallara uymaya calisiyorsun ama zor geliyor
[ x] kiskirticisin azcik
[ ] 3ten fazla kardesin var
[x ] birsey topluyorsun
[ x] uzun sacin var
[x ] ev hayvani olarak balikin vardi
[x ] fazlaca meraklisin
[ x] cok safsin, herseye inaniyorsun

Sizi Yeni Tanrımla Tanıştırayım

Sayın seyircilerim artık ben bir pastafaryanım ve sizi yeni dinim olan pastafaryanizme davet ediyorum.
Pastafaryanizm 2005 yılında Bobby Henderson tarafından kurulan tanrısı Uçan Spagetti Canavarı olan parodi bir dindir. Pastafaryanizm, İtalyanca makarna anlamına gelen "pasta" ve Rastafaryanizm (Bob Marley'nin mensup olduğu garip bir din) sözcüklerinin birleşiminden türetilmiştir.

Henderson'ın bu dini kurma amacı ABD'nin bir eyaletinde eğitim kurulu tarafından eyalet okullarında Evrim Kuramına alternatif olarak Akıllı Tasarım konusunun müfredata koyulmasını protesto etmektir. Benim ve tüm pastafaryenlerin sarkastik peygamberi Henderson, bahsi geçen eğitim kuruluna gönderdiği bir mektupla Uçan Spagetti Canavarı adlı bir yaratıcıya olan inancından söz etmiş ve okullarda Pastafaryan Yaratılış Kuramı'nın da öğretilmesini istemiştir. Bu şekilde Akıllı Tasarım'ın gösterilmesine karşı reductio ad absurdum yani saçmalığa indirgeyen bir argüman öne sürmüştür.
Extra Bilgi; Reductio Absurdum bir iddiayı doğru kabul ederek saçma sonuca varıp böylece iddianın yanlış olduğuna kanaat getirilen bir mantık yürütme yöntemidir. Zamanında Aristo bunu sıkça kullanırmış.

Uçan Spagetti Canavarı Dini yakın bir tarihte Bertrand Russell tarafından oluşturulmuş Richard Dawkins tarafından desteklenmiş Russell'in Çaydanlığı metaforundan etkilenmiştir. Dolayısıyla Russell'in Çaydanlığı'nın çağdaş versiyonu kabul edilmiştir.
Nedir bu çaydanlık mevzu-i bahsi derseniz; zeki filozofumuz Bertrand tarafından dinlerin yanlışlanamaz savlarının yanlışlanması görevinin septiklere düştüğü fikrini çürütmek amacıyla ileri sürülen bir görüştür.
1952 yılında Illustraded dergisinin içeriğine kattığı fakat hiç yayınlamadığı makalesinde şöyle söylemiş;
Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen Çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her Pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki çağlarda bir Engizisyon yargıcıyla bir randevu alınırdı.
Richard Dawkins çaydanlık fikrini biraz daha ileri götürerek;
Organize dinlerin, açık düşmanlığımızı haketmesinin nedeni şudur ki, Russell'ın çaydanlığına olan bir inancın aksine, din güçlüdür, etkilidir, vergiden muaftır ve kendini korumaktan aciz küçük çocuklara sistematik biçimde aşılanır. Çocuklar gelişim yıllarını çaydanlıklar hakkında manyakça kitaplar ezberleyerek harcamaya zorlanmazlar. Devletin okulları, anababaları yanlış biçimdeki çaydanlıklara inanmayı tercih eden çocukları okul sisteminin dışında tutmaz. Çaydanlığa inananlar, çaydanlığa inanmayanları ya da çaydanlık kâfirlerini veya çaydanlık sapkınlarını hatta çaydanlığı inkar edenleri ölümüne taşlamaz. Anneler çocuklarını, bir değil de üç çaydanlığa inanan çaydanlık-gâvuru eşlerle evlenmemeleri için uyarmaz. Önce sütü koyanlar, önce çayı koyanların dizlerini parçalamaz. 
demiştir.

Harika peygamberimiz Henderson, dinimizin inançlarını Akıllı Tasarım savunucularının sıkça kullandığı savlara reaksiyon olarak geliştirdi. Temel argümanları şunlardır;

-Evren beraberinde bir dağ ağaçlar ve bir cüce ile birlikte görünmeyen ve saptanmayan bir Uçan Spagetti Canavarı tarafından yaratılmıştır.

-Evrim hakkındaki bütün kanıtlar Uçan Spagetti Canavarı tarafından yerleştirilmiştir. Tanrımız etraftaki şeyleri olduklarından daha yaşlı göstererek pastafaryanların imanlarını sınamaktadır. Örneğin bir bilimadamı bir kalıntıya radyokarbon testi uygulasın, kalıntıdaki Karbon-14'ün %75inin elektron ışınımıyla Nitrojen-14'e dönüştüğünü görsün ve bu kalıntının yaklaşık 11.000 yıllık olduğu sonucuna ulaşsın zira Karbon-14'ün yarıömrünün 5.730 yıl olduğu düşünülüyor.
Ancak bilimadamımızın gözden kaçırdığı nokta yaptığı her ölçümde Uçan Spagetti Canavarı'nın gelip Kutsal Makara kollarıyla onun bulduğu sonucu değiştiriyor olduğudur. Elimizde bunun nasıl vuku bulduğunu detaylarla anlatan ve O'nun bunu neden yaptığını söyleyen çok sayıda belge mevcuttur. O elbette ki görünmez olandır, normal cisimlerin içinden kolaylıkla geçebilendir.

-Pastafaryan inancındaki cennette göze çarpan iki nokta vardır. A)Uçsuz bucaksız bira volkanlarıyla doludur B)Bir striptizci fabrikası vardır.

-Pastafaryan dininin metinlerine "Delifişek" denir. On Emir yerine ahlaki açıdan daha zayıf olan sekiz "Yapmazsanız Çok Memnun Olurum"  ögesi içerir. Bunlar On Emir'in parodileşmiş halidir.

Peygamberimiz Henderson Uçan Spagetti Canavarı'nın kutsal kitabını yazöası için Aralık 2005'te 80.000 dolar miktarında bir ödenek almıştır ve kitabın satışından elde edilecek gelirle korsan gemisi yapmayı ve dünyayı dolaşarak kafirleri Pastafaryan dinine geçirmeyi planladığını açıklamıştır. Kitap Mart 2006'da yayımlanmıştır.
Uçan Spagetti Canavarı'nın kutsal kitabı, İncil'in Pastafaryan dinindeki karşılığıdır. İncil'de yer alan Musa peygamber gibi kişiliklere karşılık olarak Captain Modey gibi kişilikler getirmiştir.
Pastafaryanların inanç sistemine göre korsanları mutlak kutsallıktaki varlıklardır ve gerçek pastafaryanlardır. Hırsız ve dışlanmış kişiler oldukları izlenimi Orta Çağ'da  Hristiyan din adamlarınca yayılmış yanlış bilgilerin sonucudur. Pastafaryanizme göre onlar gerçekten barışsever kaşifler ve iyiniyet elçileridir ve çocuklara şeker dağıtırlar.
Hicivkar peygamberimiz Henderson korsanlarla ilgili görüşlerini Kansan Eğitim Kuruluna gönderdiği mektuba eklemiştir; "Küresel ısınmanın, depremlerin. tayfunların vb karakıyımlarının nedeninin dünyadaki korsan sayısının 1800l'erden beri azalmakta oluşu olduğunu" öne sürmüştür. Mektubuna eklediği bir çizelgede korsanların sayısı azaldıkça küresel sıcaklığın yükseldiği görülüyordu;bu şekilde istatistiksel olarak anlamlı görünen bir bağlamın illa ki nedensen bir ilişkiye dayanmadığını gösteriyordu.

Herderson'ın kurula meyda okuyuşu duyuldukça kendi internet sitesi  ve sürdürdüğü savaşım ilgi uyandırmış, destek toplamıştır. Uçan Spagetti Canavarı, Akıllı Tasarım'ın öğretilmesine karşı bir sembol haline dönüştükçe medya da konuyu işlemeye başlamıştır.
Ağustos 2005'te okuyucularının birinin tepkisi üzerine BoingBoing.net sitesi İsa'nın Uçan Spagetti Canavarı'nın oğlu olmadığını deneysel olarak kanıtlayabilen ilk kişiye 250.000 $ "akıllıca tasarlanmış nakit" ödül vereceğini açıklamış daha sonra da ödülü 1.000.000 $'a çıkartmıştır.
Extra Bilgi; Yaratılışçı Ken Hovind bilimadamlarının mantık hatası yaptıklarını, evrenin ve yaşamın ortaya çıkışının açıklamasında evrimin mümkün olan tek yol olduğunu kanıtlayana 250.000 $ ödül vereceğini beyan etmiştir.

Lise Üniversite Şeysileri(özel hayat içerir)

Üretkenliğim azaldı yazamıyorum. Beğenmediğim için yayınlamadığım bi dolu kayıt var taslaklarda.
Darısı tüm cynic pesimist ve manik depresiflilerin başına diyerek depresyondan çıktığımı beyan ederim.
Durun kıskanmayın (ben bana benzeyen depresif bloggerla hayatla barışınca kıskanıyorum da) arada benim de canım bazı şeylere sıkılmıyor mu sıkılıyor tabi. Mesela üniversiteye başlıyorum gel gör ki hiç hevesli değilim. İzmir'de vakıf üniversitesine gideceğim ayrıca kızların çok olduğu bir bölümdeyim. "Nerede kız orada samimiyetsizlik" lafını hayatımın her döneminde test edip onaylamış biri olarak hafiften tedirginim. Ayrıca ekşisözlüğe göre bizim üniversitede gerçekten de kızlar teklif ediyormuş!!

Yıl boyunca ders çalışmadım beni takip edenler bilir buraya post döşeyip durdum. Zaten lisede parlak bir öğrenci değildim sadece sevdiğim derslere çalışırdım. (Vay be artık lise hayatım için di'li geçmiş zaman kullanıyorum.) Matematikten yıllardır nefret etmeme rağmen biraz çabalamış İzmir'in en yüksek puanlı anadolu liselerinden birine girmiştim. Aman girmez olaydım diyecek kadar çalkantılı bir lise hayatım oldu. Okulun standartlarına uymayan bu yüzden disiplinden çıkamayan, bir dönem popüler olan bunu da matah bir şey sanan, çoğu kişinin arkasından konuştuğu, öğretmenlerine asi öğrencilerin ilgisine odaklı bir ergendim. Hala da ergenlik mefhumunu üstümden atabilmiş değilim sanırım.

İdarenin baskılarından bıktığımdan okul değiştirdim ama gittiğim yer gossip girl tarzı bir liseydi. Sex Drugs Alcohol and Complications şeklinde özetleyebiliriz. İkiyüzlüden öte çokyüzlü barınağı, inciğinin cıncığının marka olma zorunluluğu taşıdığı dedikodunun tanrı olduğu garip yer. En fazla anlam veremediğim durum tikky tabir ettiğimiz kızların (ki benim de öyle gözükmüşlüğüm vardır) notlarının çok yüksek olmasıydı. Zaten en yüksek puanla alan liseydi.
Bu yapmacıklık silsilesine dayanamayıp idarecileri değişecek diye eski okuluma dönmüştüm, sevdiğim falan yoktu ama kötünün iyisi işte. Nitekim ciddi anlamda bana takmış her gün yanına çağırıp tırnaklarımı biraz uzun gördüğünde bile bağırıp çağırıp bendenizi saygısız kibirli ve inatçı olmakla suçlayan sesini duyduğum an sinirden titrediğim müdür yardımcısı kadın gitmişti. O yüzden huzura kavuşmuş gibi olmuş fakat ardından bin beter sorunlar edinmiştim. Böyle soğukkanlı anlattığıma bakmayın aslında cehennem azabı çektim diyebilirim ve abartmış da olmam. Bu dönemde karakola bile düşmüşlüğüm var yaa :O

Geçmişim, belki yaşadıklarımın sıradan olmayışından belki benim garipliğimden fakat ne sebeple olursa olsun sıradanlığın çok ötesinde bir yerde. "Hayatımı yazsam roman olur"a bağlıyorum farkındayım. Aslında herkesin hayatı kitap olabilir. Teenage romandan tutun postmodern romanlara kadar geniş bir yelpazede herkesten bir şey çıkabilir. Neyse içinizden hepi topu bir okul değiştirmiş derseniz de daha da garip eğitim kurumlarında bulunduğumu söyleyerek itiraz ederim.

Ortaokulda ailemin yapma etme demesine rağmen Fethullahın şu okullarından birine gitmiştim. Semavi dinlerden(evet budizm mantıklı geliyor), dincilerden nefret etmemin başlıca unsurlarından biridir bu kurum. Ama bardağa dolu tarafından bakacak olursak din olgusu hakkında çok fazla araştırma yapmamı sağladı hakeza İslam hakkında da... O yüzden ben burada Müslümanlıkla ilgili yazarken hariçten gazel okumuyorum. Üstelik araştırmakla da kalmayıp bu dini savunanların içlerinde de bulundum mantalitelerini kavradım benim sorularıma cevap veremediklerini sürekli seni daha yetkili biriyle görüştürelim dediklerini de biliyorum.

Kusar gibi yazdım neyse ya okullar açılınca çok iğrenç bir ortama düşecekmişim gibi hissediyorum ya of amaan asosyal olurum ben de. Artık insana da ihtiyacım kalmadı zaten ;)
Ben niye iğrenç yazıyorum yaaağ?!

Sinirliyim 1 2 3 ...

İzmir'de bile mahalle baskısı görüyorsak varın siz düşünün gerisini.
Ülkedeki dincilerin car car bağırıp yokluğundan şikayet ettiği oysa bizim iliklerimize kadar hissettiğimiz "din özgürlüğü" adı verilen iğrenç baskı yüzünden istediğimiz gibi yaşayamıyoruz. Öyle ki bu din anlayışı türk halkı tarafından saçma sapan yorumlanmış kokuşmuş bir kültür olarak üstümüze yapıştırılmıştır.
Tabi bu peygamber denen insanlar kendi zamanlarında kendi çıkarları paralelinde oluşturdukları din adı verilen öğretilerinin, ileride nasıl kitlesel facialara yol açacağını kestirememişlerdir veya kestirmişler fakat umursamamışlardır.
Ben halkı eğitmek diye bir şey olduğuna inanmıyorum.
Gerçek şu ki; her bardak kapasitesi kadar suyla dolabiliyor.
İşte bu yüzden küçük bardakların büyük bardaklar tarafından yönlendirilmesinde yönetilmesinde hiçbir sakınca görmüyorum. Hatta küçük bardaklara yasaklar konulmasını onların sınırlandırılmasını istiyorum. İstiyorum ki biz rahat edelim özgürce yaşayabilelim.
Buyur bir de burdan yak;
http://gundem.milliyet.com.tr/-bu-hayvani-bulun-/gundem/gundemdetay/11.08.2011/1425266/default.htm?ref=OtherNews

Başlıksız

Hiçbir şey koymadı istediğim şeyleri hissedememek kadar.
Hislerimi kontrol edememek kadar.

Garip

Sıradan -ama gerçekten sıradan- insanların sıkça kullandığı bir sözcük vardır; Garip.
Garip davranış, garip zevk, garip insan garip kıyafet... vs vs.
Garip demek bizden farklı demektir. Bize benzemeyene garip deriz.
Bu yüzden çok yönlü olmayan farklı bakış açısı bulunmayan kimseler, evet böylelerine örümcek kafalılar da diyebiliyoruz anlayamadıklarına garip der geçer.

Annem

İnsanları edebiyat akımlarıyla eşleştirmek bayağı eğlenceli. Mesela annem klasisizmin kalesi babam realizmin kaymak yiyicisi. Arkadaşlar benim için de dadaist demişlerdi. Aklıma geldikçe gururlanırım.

Annemin ağzından -salak- lafını dahi duyamazdık eskiden. Fakat tartışırken arada ben hafif hafif küfrettiğimden olsa gerek o da sinirlenince ağzını açmaya başladı artık.
Kendisi çoğu şeyi pis olarak nitelendirir. Mutfak lavabosunda el yıkamaktan günümüz modern açık ilişkilerine uzanan geniş bir yelpazede çoğu şey pistir.

Makyaj yapmayı sevmez, parfüm kokusu başını ağrıtır. Önemli olan doğallıktır, güzelsen eğer zaten süslenmene gerek yoktur. Kendisini beğenir ve sever. Sebepsiz yere o kadar güvenir ki kendine şaşar kalırsınız. Bu konuda ve başka diğer konularda taban taban zıttızdır. Görünüşümüzün tamamen farklı olmasının yanında zeka türlerimiz zevklerimiz de bambaşkadır.
Ben estetiğe önem verirken o pratikliği benimsemiştir.*

Kalıpları keskin kuralları vardır ve o bunları önyargı olarak görmez tecrübe der.
Kendi inancı mutlak doğrudur, eninde sonunda -ben dahil- herkes onun dediklerine geleceğizdir.
Ufku dardır. Dolayısıyla Türkiye'de doğduğundan müslümandır.*

Babamı çok sever. Normal anneler gibi babamla aramı bulmak şöyle dursun "hişt çok ayıp babaya öyle denilir mi babanın yanına o kılıkla çıkılır mı" der. Üstelik bunu babamın yanında yapar. Adam o an sinirlenmeyecekse bile sinirlenir. Tartışmalarda ara bulmaya çalıştığını iddia ederek insanı öfkeden deliye döndürebilir.
Söylediği hiçbir söz beni teselli etmez aksine üzüntümü arttırır ağlamamı şiddetlendirir.

Çocukluğumda annem hep hastanede olduğu için ben babamla zaman geçirdim. Belki onun etkisidir diyeceğim ama ben hiçbir zaman annem varmış gibi hissetmedim. Hala hissetmiyorum. O, evde arada yemeğimi yapan gömleklerimi ütüleyen bir kadın.
Vakit geçirmekten hoşlanmadığım sırlarımı anlatmadığım varlığıyla gururlanmadığım bi kadın.

Ama yaşadığı berbat durumları geçirdiği büyük depresyonları düşününce acaba haksızlık mı ediyorum diyorum.
Sonra, hayır hayır o depresyondayken ben çocuktum öyle davranmamalıydı özen göstermeliydi bana kattığı hiçbir şey de yok a tabi travmalarım hariç diyorum ve sinirleniyorum.
Keşke sadece sevmiyor olsam nefret etmesem kendi kendime zarar vermesem.

*Klasisizm dışı

Düzgün Konuşun

Türkçe konuşurken yabancı bir sözcük söylediklerinde amerikan aksanı yapan insanlara gıcık oluyorum. İngilizce konuş tamamen, evet bu aşmış maşallah yabancı dil de bilirmiş diyelim.
-Bugün "meyıll"larıma baktım. O -ı ile -l arasında dil dönüyor harfler yuvarlanıyor ya nasıl sinir bozucu anlatamam.

Rüya

Bugün rüyamda Yusuf Atılgan okuyordum.
Kitaplıkta ahlaksızca duran aylak adamı elime alıyorum eviriyorum çeviriyorum anayurt oteli travmasını henüz atlatamadığımı fark edip tekrar rafa kaldırıyorum.
Ama okumam lazım, işte bu kendi kendime uydurduğum zorunluluk hali sinirimi bozuyor.
Kitabı raftan sertçe almak canını acıtmak kuşe kağıdını tırmalamak çıkardığı sesle doyuma ulaşmak istiyorum.
Sonra gevşeyen vücudumu yatağıma yatırır kitaplığa bakarak kahkahalar atarım.

Dayıma söyleyeyim de bana tutunamayanları getirsin artık.

Akşam Pazarı

Hepimiz kendimizi pazarlama çabasındayız. Kimimiz seksiliğiyle kimimiz sevgilisiyle kimimiz çello çalabilmesiyle kimimiz soylu ailesiyle kimimiz marka giyebilmesiyle kimimiz fotoğraf çekebilmesiyle kimimiz Fransızca konuşabilmesiyle kimimiz okuduğu okullarla kimimiz komikliğiyle kimimiz sosyal çevresiyle kimimiz de bilmemneyle bilmemneyiyle..
Güzel değil ama çekici dediğimiz insan kendini pazarlamayı başarabilmiş insandır.
Artık güzelliğimizi zekamızı ya da varolduğumuzu ve önemli olduğumuzu kimseye kanıtlamaya çalışmasak?
Rahat rahat doğal doğal yaşasak?
(Bkz;Kabul olmayacak duaya amin demek)

Aniden Kabaran Feminizm Damarı

Evvel zaman içinde "Her şeyinin mükemmel olmasını istiyorsun ama insan dediğin kusurludur kendinin de bir insan olduğunu kabul et artık"demişti psikolog.

Kalbur saman içinde Lübnan'da cinsel ilişkiye girmenin dişi hayvanlarla serbest ama erkek hayvanlarla yasak olması gibi bir kuralın varlığından haberdar olunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Klasik -sizin insanlığınız nerede- muhabbeti yapmayacağım elbette. Ama Lübnan'da bu yasayı koyan kişilere insan diyorsak ben farklı bir yaratığım. İnsandan daha üstünüm onun evrilmiş level atlamış haliyim falan demiyorum. Ama farklı familyadanız (tür cins sınıf) ne bileyim.
Bahsettiğim şey zoofilik insanların iğrençliği değil. Hı iğrenç değiller mi diyorum? -Demiyorum.
Ama hayvanın erkeği bile dişisinden üstün tutuluyor. Dişilere tecavüz edin tabi madem dişiler madem kadınlar elbette ki müstehak onlara.
Dişi hayvanlarla cinsel ilişki de ne demek ya? Sanki iki taraf karşılıklı anlaşmış da... Taciz onun adı tecavüz.  Asıl böyle düşünen beyinleri... Neyse.

Bir de "dekolte giyene tecavüz ederler" versiyonu var bunun ki ilk duyduğumda kanım donmuştu. Orhan Çeker.
"-Erkekler-in çok eşliliği yasal olsun" başka bir versiyon. Peki ya Malezya'daki İtaatkar Kadınlar Kulübü'ne demeli?
Sibel Üresin.

Yok yok mümkün değil kabullenemem. İnsan olmayı kabullenemem. Bu kadar sığ ve çirkin olmayı kabullenemem. Zaten insaniyet dediğin ya ürer ya çeker değil mi ama?

Ben Hepinizim veya Hepiniz Bensiniz

Arada  masum ve iyi niyetli biri olduğumu düşünüp insanlar ne kadar acımasız ne kadar da üstüme geldiler hayat ne kadar adaletsiz diyorum.
Arada çıkarcı ve bencil biri olduğumu düşünüp insanlar ne kadar acımasız ne kadar da üstüme geldiler hayat ne kadar adaletsiz beni böyle kötü biri yaptı diyorum.
Evet ben klasik insan modeliyim.
Evet hiçbirimiz masum değiliz ama aslında hiçbirimiz suçlu da değiliz.

Bilgi içerikli post atacağım bundan sonra ben bile sıkıldım kendimi anlatmaktan.

Çevremizden İnsan Manzaraları

Bazı şeylere çok hevesliydi. Mesela iphonenun arka planına Fight Club afişi koymuştu.
Birisi ona bunun bir çelişki olduğunu söylediğindeyse "-en azından İkea sevmiyorum" diyordu.
Nüfus cüzdanında din hanesinde İslam yazdığı halde anadan doğma ateistti.
Sarışınlığıyla övünür tenis ve basketbol oynayarak geliştirdiği karın kaslarını her fırsatta sergilerdi.
İzmir'in kıyı kesiminde yaşar modern ve solcu olduğunu düşünürdü.

Özgüven Mikropları

Dikkat dikkat özgüvensiz insanlarla arkadaş olmayınız. Hatta mümkünse takılmayınız aynı ortamda bulunmayınız. Zira bazıları kendi aşağılık komplekslerini başkalarına da bulaştırmaya çalışır.

Kendisinde çok fazla kusur bulan insanları başta zavallı olarak görürsünüz, acırsınız belki de yardım etmeye çalışırsınız onlarsa sadece kendilerini eleştirmekle kalmaz yavaş yavaş sizin eksikliklerinize zaaflarınıza da dadanırlar. Size kendinizi tamamen değersiz hissettirene kadar uğraşırlar sizinle.

Onlara benzemediğiniz, kendinizi saçma sapan eleştirmediğiniz zamanlardaysa sizi yapmacık kibirli bulurlar. Kurtulun onlardan!

Bu miroplara karşı raid elektrolikit kullanın;
Özgüven ısırıklarına karşı raid elektro likit.. 45 arkadaşsız gece!

Palavra Palavra

Peh peh her şeyin doğalı güzel martavallarından almayalım.
Bi kere her şeyin doğalı güzel olsa çirkin diye bir şey olmazdı.

Help Me

Ya kendi blogum hariç başka bloglara yorum yapamıyorum. Kullanıcı hesabını seçtikten sonra e-mail ve şifre soruyor onları girdiğimde yorum yapmak istediğim post'a tekrar dönüyor ve gönder dediğimde benden tekrar şifre doğrulama talep ediyor. Bıktım!!

Ayrıca blogun sağ üstünde normalde kumanda paneli ve çıkış yazardı. Şimdiyse blog oluştur, giriş yapın yazıyor. Ne kadar giriş yaparsam yapayım durum aynı. Yoruldum!

Basınç Sevgi

Herhangi birine, herhangi bir şeye bağlanmaktan ne kadar korktuğumuzu hesaba katacak olursak
21. yüzyıl insanının sorunu bastırılmış cinsellik değil bastırılmış sevgi olsa gerek.

Alerji

Güneş alerjisi olan bir insan olarak İzmirde doğmamın hesabını kim verecek?

Ayrıcalık

Yanında güvendiğin biri varsa güçlü olmak zorunda değilsin.
...
Artık zayıf olma özgürlüğüne sahip oldum mu yani ben şimdi?

Saçmalık

Yakın olmadığım biri adımı söyleyince tedirgin oluyorum.
-Bu ne cüret!

Yeni tanıştığım insanların sadece elini sıkmak istiyorum.
-Niye öpüşüyorum daha doğrusu öper gibi yapıp yanaklarımı değdiriyorum?
-Ne saçma iş!

Siz de Bıkmadınız mı

Hiçbir şeyden bıkmadım şu seçim reklamlarından bıktığım kadar.
İşin mantığı;
-Evet Türkler duygusal millet.
-Evet hadi duygu sömürüsü yapalım.
olmalı.

Sadistic God

İlk kalp nakli yapıldığında doktorlarda bile bunun yanlış olduğuna dair bir his vardı.
Bu tanrının dileğine, doğaya aykırıydı. Bir insanın göğsünü açıp, kalbini çıkartmak ya da açık kalp ameliyatı yapmak canavarlık değil miydi?

Eter de aynı şekilde asırlarca taa ki 1846 yılına kadar kullanılmadı. 1543 yılında keşfedilmişti ama 1846 yılına kadar insanlar cerrahlar tarafından bilinçleri açıkken ameliyat ediliyorlardı.
Zavallı insanların bedenleri uyanıkken kesilip dikiliyordu!

Peki eterin neden yasaklandığını biliyor musunuz?
Dini dogmalar nedeniyle.
Bazıları anesteziyi bile uyuşturucu kabul edip günah saydılar.
"Yüce tanrı acı çektirerek bizi günahlarımızdan arındırmak istiyor böylece öbür tarafta ödüllendirileceğiz ve acıdan sonsuza dek kurtulacağız" diye düşünen aptalların yetkin olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

You Don't Know Jack'ten ilhamla...

I Stop The World Melt With You

Mutluluktan uyuyamam hiçbir şey yiyememem ne olacak?
Normal mi bu?
Ayrıca artık dünyanın döndüğünü hissettiğim için mi midem bulanıyor nedir.

Şizofrenik Mutluluk

Saat gecenin on iki buçuğu.

Bugün daha doğrusu dün, olmasına ihtimal veremeyeceğim kadar harika bir şey oldu.
Ve ben bu kadar mutluluğu kabullenemeyip işin içinde bir bit yeniği arıyorum. Bulamayınca da şizofren olduğumu ya da artık içinde bulunduğum rüyadan çıkıp uyanmam gerektiğini düşünüyorum.

Sanırım sabah uyuşturucu aldım halüsinasyon görüyorum. Veya karşıdan karşıya geçerken araba çarptı şu an ameliyat masasındayım ve anestezinin etkisi sürüyor.
O anları gerçekten yaşamış olamam!

Mutlu olamadığım gibi üstüne üstlük şaşkınlıktan başım ağrıyor. Birinin bana hayatımı mahvetmek için büyük çapta bir şaka yapmış olduğunu düşünüyorum.
Yarın gerçeklere uyanma ihtimalim midemi bulandırıyor, uyuyamıyorum.

Adaletsizliklere, talihsizliklere, hayal kırıklıklarına alışık olan bilincim kendimi koruyup akıl sağlığımı kaybetmemem için teyakkuz halinde. Ne de olsa mutsuzluğa bağışıklık kazanmış bir kere. Peki ya mutluluk karşısında ne yapacak? Tabii ki kendini kilitleyecek ki neşe içinde delirmeyeyim!

Çok korkuyorum.
Peki ya korkmuyorsam?
Bunların hepsini ben uydurmuş olabilir miyim?
Lütfen yarın düzgün bir güne uyanayım.

lay laa lay

Öldüğümde ya da kendimi öldürdüğümde, ölü vücudum için herhangi bir merasim yapılmasın.
Saçma sapan cenaze namazlarından dini törenlerden bahsetmiyorum bile.
Mümkünse kimseye haber de verilmesin.
Wish You Were Here bile çalmasın wish you were here bile denmesin.
Bir de kimse arkamdan konuşmasa ne güzel olur, yok hayatı böyleymiş yok ailesi şöyleymiş sorunları varmış diye. Bir sürü senaryo.
Ygs mağduru değilim ayrıca sevgilimden ayrıldım diye üzgün değilim zaten öyle biri yok, alkolik bir annem beni döven bir babam da yok. Ortalama bir aile işte. Kendi kendime koyduğum nevrotik tanısından başka sinirsel bir hastalığım yok. Gittiğim psikolog psikiyatrist falan majör depresyon demişlerdi ancak o var.
Sadece seçme hakkımı kullanmak istiyorum belki de. Hayatta karar verebileceğim tek şey olan ölüp ölmeme seçeneklerimi değerlendireceğim.. Hmm bir süre insan gibi yaşamayı deneyip beceremediğime göre diğer seçenek daha uygundur belki? Sartre Camus'a selamlar buradan.
Ergen falan derler neyse desinler bakalım. Sanki ergenlikten çıkan her yetişkin birer halt oluyormuşçasına.. Halt ne demek ya bir sözlüğe bakayım; uygun olmayan, beğenilmeyen demekmiş.
Daha fazla buralarda olmayacağımı düşünmek garip geliyor.
Sırf başım ağrımasın diye vazgeçebilirim bundan bu buuuu bu şeyden.
Denizhan; dünyayı umursadığımız için ölürüz evet eminim bundan.

Raif Efendi'ye

Kürk Mantolu Madonna'yı çok içselleştirmiş, karakterleriyle kendimi fazla özdeşleştirmiştim. Bu yüzden üzerinde düşünmeye, yorum yapmaya çekiniyordum.
Hatta kitaba duyduğum saygıdan ötürü başka kitaplara elimi sürememiştim birkaç gün.

Sonra aniden gelen bir ilhamla yeşilçam filmlerine benzediğini fark ettim.
İşte bu noktada moralim bozulmuştu. Kitabın gözümde gerçekliğini kaybetmesinden korktum.
Ben Kürk Mantolu Madonna'yı okumamış, yaşamıştım..
Kitaptan aldığım mesajlar o sıralar yaşadıklarıma o kadar uygundu ki, kafamdaki birçok soruya yanıt bulmuş gibiydim.
Ama fazla özel olduklarından bu mesajları paylaşmayacağım.
Roman sayesinde bolca irdelediğim sevgi kavramını da kafamda belirli bir çerçeveye yerleştirebilmiştim sonunda.
Ne olursa olsun sevdim seni kitap!

Sevmekten korkmamalıyım aslında.

Görünce Kusmak İstiyorum

Açık bir şey giydiğimde beni ayıplayan gözlerle süzen türbandan, gazetedeki habere "tek amaçları devleti yıkmak dirliği düzeni bozmak ahlaksızlığı yaymak" şeklinde yorum yapan hacı sakalından ne kadar iğreniyorsam;
Epsilon yayınları okuyup Gossip Girl izleyen, modernliğini ve elitliğini bulduğu her fırsatta iktidara söverek kanıtlayan timberland botun altına giyilen ponponlu çoraptan, "tüm türbanlıları bir gemiye bindirip hepsini yakmak istiyorum" diyerek sırıtan surattan da o kadar iğreniyorum.

Özge olsa aynı bokun laciverti derdi.
Terbiyesiz Özge.

Korelasyon

Ben diyorum ki birini seviyorsak mutlaka ona acıyoruzdur.
Özge diyor ki birini sevmenin en kolay yolu ona acımaktır.

ESSM

Nerede Eternal Sunshine of Spotless Mind seven birine rastlasam içim yanıyor.

Hastalık?
Artık sağlıklı ya da normal biri var mı ki?
Varsa da fazla basit değil mi?

Başlıksız

Kendi hayallerim gerçekleşmiyor diye başkalarının -uçuk gördüğüm ya da onu mutlu etmeyeceğini bildiğim- hayallerine engel olmaya çalışmam bi nevi saçmalık bi nevi iyi niyetlilik.
Zaten iyi niyet de saçma olduğuna göre sorun yok.

Zebercet Sorunsalı

İtiraf edeyim; Anayurt Oteli'ni bitirmek için okudum.

Zebercet'in ruhsal otomatizmin doruklarına çıkıp çağrışımlarla kıvrandığı zamanlarda, bütün ömrünü aynı mekanda aynı işlerle geçirmiş ilkokul beş mezunu biri olarak fazla akışkan bir bilinçaltına sahip olmasını neye bağlamam gerektiğini düşünüp durdum.
Zeberceti bu kadar farkındalıklı yapan unsur ne?
Hayatının sıradanlığımı?
Oedipusa mı bağlayacağız bunu da?

Sartre'a göndermeler vardı, kitabın tümü varoluçuluğun emrettiği şekilde anlamsızlığın içinde eriyip gitti zaten.
İşte böyle mayası natüralist egzistansiyalizmle yoğrulmuş romanlar epey yapay geliyor bana. Zaten natüralizmle romantizmin çıkış noktası aynı:
Abartı!

Belki de Anayurt Oteli'nin bu kadar yüceltilmesine yol açan şey; Atılgan'ın üslubundan dolayı romanı okurken midenizde bir boşluk, boşluğu takriben bir bulantı hissetmenizdir.

Zaten kitapta dikkat çekmek için içerikten çok yazın stiline önem verilmiş ayrıca bu stil düzensizce değiştirilip durulmuş.

Anayurt Oteli'nde çok yoğun psikanaliz yapılmış alegorik bir anlatım var falan falan diyenler olacaktır her zamanki gibi.
Ortada bir homoseksüellik bestioseksüellik yani belirgin bir "seksüellik" sözkonusu da ee yani?
-Kadını boğdu aa bak şiddet de katmışşş!
-Vay bee.

Hı tabi ki dönemine göre başarılı olduğu gerçeğini yadsıyamayız ama Araba Sevdası da dönemine göre başarılı sayılan bir roman. Ama Araba Sevdası(İntibah Sergüzeşt) edebi bir haz almak için değil Tanzimat döneminde emekleyen Türk Edebiyatını incelemek için okunur. İlk olması açısından önemli dersek Taaşşuk-ı Talat ve Fitnatda ilk. Ama okuyunca güler geçersin çocuk masalı gibidir. Gerçi masala göre daha trajik kalıyor ama neyse.

Anayurt Oteli'ne bu kadar cephe almamın sebebi klasik sayılan her filmi kitabı entelektüel olma tutkusuyla göklere çıkaran insan güruhudur. Yok noktalama işaretlerinden anlam çıkar yok numeroloji yapmaya çalış. Bkz Ömer Çelakıl. İşin yoksa ebcet hesabı yap dur. Kelimeleri topla çıkar çarp böl...

Her Camus'a Sartre'a bağlanan şeyden ( Camus'a Sartre'a bağlandığını anlasam da) hoşlanmak zorunda mıyım?
Sevmemem anlamadığım anlamına mı gelir?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?

Şeklinde bir şiir var. Victor Hugo'nun yazdığı iddia edilen.
Yaa çağrışım böyle yapılır Zebercet.
Sapıttıysam;
Atılgan yan etkisidir geçer.

Kaçak Oynamak

Bilirsiniz mart ayının en karakteristik özelliği dengesizliğidir hakeza mart ayında doğan kişilere de bu sebeple güvenilmez. İnsanlara, içine doğdukları uzam mekan ve zaman ziyadesiyle tesir eder. İşte bu sebeple martta doğanlar marta benzer yani onlarda değişmeyen tek şey dengesizliktir.

Servis koltuğunda, sabahın yüzüme vuran ilk ışıklarına rağmen azimle uyumaya çalışırken aldım müjdeli haberi. Babam telefondan arayarak muştuladı.
-"Bloglar açılmış hadi gözün aydın".
(my daddy <3)

Ne zamandır ne post gönderebiliyor ne de yorum yazabiliyordum.
İşin garip tarafı bu çaresizliğe alışmış olmamdı. Hatta bir ara blogtan da soğudum aman napıyım kapansın dedim, neye elimi atsam kuruyor zaten. Sonra da bloga alıştığım için kendime kızdım.
-"Çok bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne!" dedim.
Ben böyleyim işte nerde bir zorluk çıksa karşıma kaçar giderim, hiç yaşanmamış gibi davranırım. Bugün B. böyle devam edersem hayat boyu başarısız olacağımı söyledi.
-"Kaçma artık yüzleş" dedi.
Daha önce de bana kaçak oynuyorsun denmişti. Hiçbir şeye değer vermek istemeyeşimden olsa gerek uğruna mücadele ettiğim bir amacım kalmadı.

Hayal kurmaktan vazgeçeli epey zaman oluyor. Hayallerime bile bağlanmak istemiyorum. Fakat günümüz sistemi geleceğe endeksli olduğundan "şimdi"yle yaşamak zor.
Aslında hayale bağlanmak demek mutluluğunu hayalindekilere bağlamak demek. Bir sürü gerçekleşmeyen istek ve plandan sonra önüme çıkanları yaşamaya karar verdim. Önüme çıkacak seçenekler de ciddi anlamda berbatlıkta birbirleriyle yarışan şeyler. Babam geçen gün seni Avustralya'ya gönderelim dedi. Ben daha İzmir'den İstanbul'a gitmek istemezken...

Bu arada reşit olmama çok az kaldı dırım dırım çanlar benim için çalıyor Holly March!

Yeşil Ameliyat Önlüğü İzlenimlerim

Somurtmak bana gülmekten daha çok yakışıyor, hastanede aynanın karşısında geçirdiğim dakikalardan sonra yaptığım çıkarım budur.
Biliyorum evren mutlu olmamı istemiyorsun.
Ayrıca niye durup dururken 13 yıl önce hastane kafeteryasında içtiğim ekşi vişne suyunu anımsattın şimdi bana?

Bugün hastanede ufacık bir operasyon geçirdim sayılır.
Şu deli gömleği gibi arkadan kapatılan, sadece boyun kısmında bir düğüm ve vücudunuzun geri kalanını kapatması için iki düğmesi bulunan koyu yeşil ameliyat önlüklerini giymek insanı dehşete düşürüyor. Üstünüzdeki her şeyi ama her şeyi çıkarttırıyorlar ufak bir tokaya bile izin vermiyorlar.
Zaten uzun olan saçımı toka olmaksızın boneye sokmaya çabalamak sinir bozucuydu. Daha da iğrenci ise benim önlüğümün ikinci çıtçıtının çalışmamasıydı. Ah neler çektim...
Sanki kendimi kefenliyormuşum gibi bir his. Rujumu bile sildirttiler (bkz ameliyathaneye rujla gitmek) nedenini anlayamadığım şekilde.
Dedim ya önemsiz bir sebeple oradaydım ama yok sedyelerle oraya buraya taşın yok kocaman ameliyathane ışıkları yok parmağına takılan nabız ölçer neredeyse böbrek nakli yaptıracağım sandım.
Nabız ölçerin sesine bile heyecanlandım ben heyecanlandıkça daha çok biplemeye başladı o bipledikçe ben... Sakinleştirici falan yaptılar artık ölmeyeyim stresten diye herhalde.
Bir de ben sanıyorum ki genel anestezi alacağım onun mutluluk ve heyecanı var üzerimde. İşte anesteziden sonra kendime gelirken halüsinasyonlar göreceğim garip olaylar yaşacağım vs diye kendi kendime kuruyorum.
Ama gayet bilinçli bilinçli girdim ameliyathaneye bilinçli bilinçli çıktım daha doğrusu sedyeyle taşındım. Başım bile dönmedi ya ne dirençliyim kendimi kutluyorum ( rebkz sarhoş da olamayan zavallı insan).

İki gün öncesinden bir sürü testle prosedürle uğraşmamıza sonra bilmem kaç saat aç kalmama rağmen genel anestezi yapmamaları beni derinden yaraladı.
Zaten kansızım bir de test yapacağız diye damacana damacana kan aldılar üstüne üstlük hepsi boşa gitti. Çok içim yanıyor kanlarımı gördüğümde :(
Anlatacaklarım bu kadar.
Aa dur bir de hemşire bana türk müsün konuştuklarımızı anlayabiliyor musun diye sordu. Nasıl bir aksanım(!) var bilmiyorum ama genelde bu soruyla sık sık karşılaşıyorum. Bazen yüklemi olmayan cümleler kurabiliyorum, soru fiili kullanmak yerine gözlerimi dikip bakabiliyorum falan falan. Ama sırf bundan değil konuşmam da bozuk yuvarlamalarım olsun ş'leri s diye çıkartmam olsun. Aslında uğraşsam güzel konuşabilirim de çok kasıntı olur. Bir de ciddi bir şey hakkında konuşacaksam sesimi topralamaya çalışıp etkili bir giriş yapsam da hatta gelişme bölümünü getirsem de sonuç bölümünde sesim incelmeye dalgalanmaya başlıyor. Bunlar da bana arkadaşlarımın armağanları...
Ayna nöronlarım fazla mı çalıyor nedir kiminle uzun süre vakit geçirsem elimde olmadan konuşmasını gülüşünü kapıyorum. İstemsiz şekilde jestlerine mimiklerine çok dikkat ediyorum ve sonra farkında olmasan taklit ediyorum onları. Bir aralar "tikky" gibi konuşmuşluğum da vardır o sıralar çevremde çok fazla o türden insanlar olması sebebiyle. Öf nefret ettim gene geçmişimden. Spotless Mind'ı bu yüzden sevmiyorum neyse bu konu çok uzar.
King's Speech de sanki çok mükemmelmiş gibi lanse edildi ama gayet ortalama bir film değil miydi ya?
Ben b12 hapımı içmeye gidiyorum....
...
..
.

Hangisi?

"Eat Pray Love"
yerine
Drink Play Fuck
diyorlarmış.
Daha gerçekçi değil mi?



Aylar sonra gelen edit:
DEĞİLMİŞ!

Ve Tanrı Geceyi Yarattı

Sabahlardan o kadar nefret ediyorum ki ılık nemli yerlere yapışıp kalan parazitler gibi tüm hayatımı sıcak yatakta uyuyarak geçirmek istiyorum.
Her sabah yatakta, ancak tek gözüm açılabilmiş halde ve uyanmam gerektiği bilinciyle bir sağa bir sola kıvranıyorum. Bu arada çarşafı buruştururken evrene daha doğrusu insanlığa çeşitli lanetlemeler ve küfürler iletiyorum. İnsanlar sabah erken kalkma gibi absürd bir huy edinmişler kendi kendilerine. İşte eskiden geceleri ormanlar tekin olmadığından mağaralarına çekilip dinlenmişler. Ama yirmibirinci yüzyılda yaşayan benim suçum ne?

Tabi bunları düşünmek bir fayda etmiyor hatta ne zaman düşünmek fayda etmiş ki? Yine çaresizce ve güneş ışıklarından rahatsız olarak homurdana homurdana giyiniyorum.
Ardından yüzümü yıkamak için banyoya sürüklendiğimde nedenini çözemediğim şiş gözler ve şişmiş dudaklarla karşılaşıyorum. Dayak yemiş gibi uyanmak dedikleri bu olsa gerek.

Aslına bakarsak sabah kalkmayı değil de gece uyumayı sevmiyorum zaten asla deliksiz uyuyamam da.

Bebekken bile gece değil gündüz yatarmışım biyoritmim mi bozuk acaba diye düşünmedim değil.
Günün en güzel zamanı olan geceyi uyuyarak heba ediyormuşum gibi geldiğinden dayanabildiğim kadar ayakta kalırım. Çünkü gece okunan kitaplar, izlenilen filmler, çizilen resimler hatta kurulan hayaller bile daha zevkli daha anlamlı çok daha hoştur.

Gündüz Vassaf'ın da bununla ilgili bir denemesi vardı ona göre gündüz düzenin, otoritenin sembolüydü. Gece ise suçluların ve sanatçıların sevgilisiydi.

Ben de geceyi sonunda dek değerlendirme taraftarıyım her tatilde ya da tatilimsi günde yatma vaktim sabah ezanına (namazı mı denir) müteakiben yarım saat, bir saat sonrasına kadar uzar.
Bu arada sabah ezanı kadar ürkütücü ses azdır. Hele çocukken artık nasıl korkuyorsam ezanı yatarak dinlersem cehenneme gideceğimi düşünüp hoparlörden gelen ses tükeninceye kadar ayakta kalıp sonra tekrar yatardım.

Sabahları sinir küpüne dönüşüp aynalara, daha doğrusu yüzümün en önemli yerinde (neresiyse orası?) çıkan bir sivilceye ya da kafama yapışmış saç tutamına bağırıp çağırmaktan veya o gün için giymeyi planladığım ceketin lekelenmiş olmasına öfkelenip ağladığımdan ya da klozetin kapağına oturmuş dişimi fırçalarken uyukladığımdan çoğu zaman servise geç kalırım.

Eğer bir mucize gerçekleştirip evden erken çıkmışsam apoletleri eksik muzaffer komutan edasıyla sallana sallana kaldırım taşlarını sindire sindire yürürüm, sokağın bitimine vardığımda çöp konteynırları içindeki kedilere bile sevgi saygı duyarım.
Çünkü ben sorumluluklarının bilincinde, sabahları erken kalkma konusunda bile başarılı, mantıklı, saygılı ve en önemlisi de sevgi dolu bir insanım...
Bu ulvi anın büyüsü ince külotlu çorabımın bileğimden diz kapağıma kadar kaçtığını fark etmemle birlikte yok olur.
Günaydın sabah!

Acaba

Rüyalarım o kadar sıradan ve normal ki bazen onları gerçeklerle karıştırıyorum.
Bazı görüntüler var fotoğraf karelerine benzeyen, onların aylar öncesine ait bir anı mı yoksa üç gün öncesine ait bir rüya mı olduğuna karar veremiyorum.
İlaveten hayalgücümün bu kadar sıradanlaşması da epey nahoş.

Get Away From Me

Hayatımdan çıkarmak istediğim insanlar;
Ben bunu size anlatmaya çalışmadan bi siktirip gider misiniz?
Gitmezsiniz biliyorum.

*Demet Akalın şarkısı oldu bu ya allah belamı versin.

Başlıksız

Ne kadar zenginsen o kadar özgürsün.
Tabi imkanlar dahilinde.
Ahah bu bir şaka mı?

Sevgili İnsanlar Taraf Olmayı Abartmayınız

32. Günü izliyorum da pedofiliklere ilaçla hormon dengesi sağlama cezasından konuşuluyor.
Ama öyle bir çarpıtıldı ki "insanlar hadım edilecek bu fiziksel cezadır ilkeldir ortaçağ zihniyeti" diye yaygara koparıldı.
İşte bu pedofili olayı tekrar tekrar devam ediyorsa ve kişi iflah olmuyorsa kontrol amaçlı kimyasallar kullanılacakmış aynı uygulama Avrupa ülkelerinde de mevcutmuş fakat yasa tasarısı iktidar tarafından sunuldu diye yersiz şekilde eleştiriliyor.
Bozuk saat bile günde iki defa doğru ölçer zamanı.
Yin-yang diye bir şey var yahu.
At gözlükleriyle bakıp burun kıvırmayın her şeye.
Tek taraf olacağız diye diyalektiği yani gelişimi önlüyorsunuz hem iktidar hem muhalefet.
Ne olacak bu memleketin hali? Hala sinirliyim.

Sinirlendim

Gene antifeministliğimi ortaya koyarak kadınlar özgürleşiyor da ne oluyor? diye soracağım.
Sanki beyaz atlı prens imgesinden kurtulabiliyorlar.
İyice sıkışmış haldeler modern mi olsalar evlenip yuva mı kursalar (bu deyime hayranım) yoksa özgürce istedikleri kişiyle beraber mi yaşasalar mükemmel insanı bekleyip kendilerini ona mı saklasalar?
Ne yapsalar da mutlu olsalar?
Seçenekler arttıkça kararsızlık ve tatminsizlikleri de artıyor.
Hangi kadın ne kadar okumuş bilgili kültürlü olsa da hayallerinin erkeğini beklemiyor?
Çok sinirlendim.


Elveda Dindar Psikolog

Evet yüzeyselim derken bile mastürbasyon yapıyormuşuz sevgili seyirciler.
Ayrıca
Sanırım ben dışarıdan gayet yüzeysel gözüken sonra tanışınca biraz da konuşunca olgun zannedilen en derinine inildiğinde de gayet basit hırslarla hareket eden, tutarsız olduğuna kanaat getirilen biriyim.
Alakasız olarak bir şey anlatacağım aşağıda.

---

Psikolog dün bana insan olmayı kabullenmem gerektiğini söyledi.
Aynı zamanda sınırlarımın olduğunu bazı şeyleri değiştiremeyeceğimi de anlamalıymışım.
Ve en önemlisi de kendime haksızlık etmemeliymişim.
Bolca merhamamet taşıyormuşum kalbimde insanları hem çok seviyor hem de ölesiye nefret ediyormuşum bu iki uç arasında gidip gelmekten kafam karışmış, aşırı hırpalanmışım.
Güçlü olmak adına sürekli olduğumdan daha sert daha soğuk daha acımasız gözükmeye çalışıyormuşum. Ama asıl güç bu değilmiş, kendini tanımak kabullenmek ve ona göre davranmakmış.
Sihirli bir değneyi yokmuş ben zihinsel şemalarımı değiştirmedikçe onun da bana hiçbir yardımı dokunmazmış...
bla bla
Evet buraya kadar sana hak verebilirim verebilirdim sayın psikolog.
Taa ki sen bütün bu sorunları inanç mevzusuna getirene kadar...
Dün görüşme süremiz iki katına çıktı ve bunun yarısında din-inanç konuştuk sen beni ikna etmeye çalışıp kendimi kapattığımı, önyargılı olduğumu hatta ve hatta bazı kişiler ya da kuruluşlar tarafından bu konularla ilgilili bilgilendirdiğimi öne sürdün oysa ben sadece kendim gibi olan arkadaşlarımla konuşmuş bir iki bir şey okumuş ve düşünmüştüm. Düşünebiliyordum ve sen gözümde çok düşmüştün.
Masallar anlatmaya başladın Darwin'den girdin Nietzsche'den çıktı. Resmen Nietzsche için cehennemin dibini boyladın dedin. O anda ben beynimden vurulmuşa döndüm kendimi zorlayarak mantıklı tepkiler vermeye çalıştım.
Ve bilgi işleme gidip paranı yatırmadım ben dün. Ertesi haftaki randevuma da gelmeyeceğim.
İyice neoateist haline getireceksiniz beni.
Eve gelince de sinirden...
ya da itiraf edeyim üzüldüğümden ağladım (utana sıkıla yazmak) psikoloji konusunda uzman olduğunu iddia edip bilgi birikimini ve zekasını beni etkilemek için sergileyen biri nasıl hayatı boyunca acı çekmiş ve acılarını hafifletmek için tanrı imajından kurtulup mantığıyla çıkar yollar arayan diğer birine
cehenneme gidecek Nietzsche diyebilir?
Evet sergilemişti çünkü en başından psikolojiyle ilgili olduğumu söyleyip kullandığı terimleri anlamıştım şu şu terapiyi uygulamayın demiştim.
Babama anlattım psikologun bana söylediklerini o da kızdı hatta gece geç saat olmasa arayıp fırça atabilirdi.
-"Hangi dine mensup olursa olsun dindar insanlarla görüşmek istemiyorum baba" dedim.
İstemiyorum.

Nevropat Tesellisi

Kesinlikle yapacağım dediğim şeyleri yapmayı başaramasam da yapmayacağım dediklerimi sahiden de yapmadığım için bir nebze gurur duymalıyım kendimle.

Nevropat Tesellisi part 56.

Kemikleri Mezarlarında Takla Atan Sembolistler ve Freud

Edebiyat öğretmenimizin Sartre'ı satır, Verlaine'i verlayn, Rimbaud'yu da rimbaud diye okuması beni benden aldı.
Jan Pal Satır nedir ya?
Üstelik Baudelaire ile Rimbaud arasında ilişki olduğunu iddia etti. Of Verlaine Rimbaud ikilisi olmasın o? Bu arada Verlaine'nin ne kadar fırtınalı bir hayatı var öyle...
Bu kadarla kalsa gene iyi. Sürrealizmden bahsetmek için Freud'u anlatmaya kalkıştı.
"-Evet arkadaşlar Freud bir psikolog edebiyatçı falan değil yani." Kayıtsız kalamayan ben;
"-Psikiyatrist psikiyatrist!" diye bir kaç kez haykırdım. İçimden tıp okudu, nörolog aslında diye geçiriyorum ama söylemedim tuttum kendimi.
Sonra bizimki anlatmaya devam etti.
Üniversite yıllarımda okumuştum ben Freud'u hatta bir gün hiç unutmam otobüsteyim elimde Freud'un kitabı bir yandan okuyorum bir yandan da sıkıntıdan ceketimin fermuarımı çekiştiriyorum tam o anda ne göreyim, okuduğum sayfada insanın fermuarıyla oynaması cinsel açlık çektiğinin işaretidir yazıyordu. Hemen bıraktım o günden sonra da bir daha asla fermuarlara dokunmadım kah kah. İşte böyle Freud her şeyi cinselliğe bağlamış...
-"Şiddet... şiddet de var!" diye sesli sesli söylendim.
Bir kuramı bu kadar basitleştirmesi hatta dalga geçmesi fena halde sinirimi bozdu resmen hassas noktama dokunmuştu.
Bilgisiz cahil aşağılık pislik dedim içimden, yerimde duramadım garip davranışlarıma yanımdakiler anlam verememiş olabilir. Sonra gene her şeyi içime attım tuhaf olmamak adına bir de her zaman olduğu gibi çok bilmiş, kendini beğenmiş denilsin istemedim. Sustum.

Başlıksız Tenya

hepimiz aynı sabaha uyansak da
farklı akşamlar yaşarız
neden sesssşşşt! -sizlik paylaşılmaz
yalnızsan bile daha kolay yaşamak
çift kişilik sesssşşşt! -sizlikten
bak şimdi nefretin sıradanlaştı
biri diğerinin bağırsaklarındaki tenya sayısını bilirken
diğeri kafasını çevirdi
biri ilgi biri sevgi parazitiydi
umursamamazlık antibiyotiği içinde acı çeken bakteri
zamanla yitti gitti


i need your lovin' like the sunshine
everybody's gotta learn sometimes
everybody's gotta learn sometimes
Bir süredir caz dinlemeye alışmıştım evet bu normal olabilir fakat fark ettim ben Türk sanat müziğinden de hoşlanmaya başlamışım.
Ruhum çok çabuk yaşlanıyor vesselam...(vesselam deyince de yaşlanıyor insan)

Tercih Meselesi

Öyle kadınlar gördüm ki bir şiirle evlenmek için bir romandan vazgeçmeye hazırdırlar.
demiş John Keats.
Mesele şudur ki
Bazıları şiir sever...

Ceza Bir Rahim Bir Dünya

Çeşit çeşit ki insan, kimi kalabalıktan kaçar kimi yalnızlıktan kimi geleceğinden endişe eder kimi geçmişinden kimi parasını sakınır kimi vücudunu kimi nefretten çekinir kimi sevgiden.
Bazıları da insanları önemsemekten korkar.
Yoksa insanları önemsediğinin anlaşılmasından mı korkar demeliydim?
Bu talihsiz gruptakilerin korktukları da başlarına gelir sürekli.
Çünkü insanları önemsemedikleri bile önemsensin isterler.
Ne suçları vardı da bu dünyaya yollandılar bilinmez..

Yapmayacaklarımdan Pişman Olmayacağım

Çok gaza getirici söylemler vardır. Bunlardan biri de şüphesiz
"İnsanlar yapamadıkları şeyler için fazla pişmanlık duyarlar, yaptıkları şeyler için değil" dir.

Oysa bu vecize benim için külliyen yalandır, avuntunun daniskasıdır.
Geçmişime baktığımda yaptıklarımın yüz kızartıcılığıyla kıvranırken, yap(a)madıklarım için rahat bir nefes alıyor dirayetimden dolayı kendimi kutluyorum. Herhangi birine herhangi bir şeye bağlanmaktan, bağlansam da belli etmekten korkarak ilerliyorum ve güçlü gözüküyorum.
Gözükmek olmaktan evladır bilirsiniz.



İyi ki gidip onunla konuşup kendimi rezil etmiyorum.
Haberi olmayacak.
Hiçbir zaman.
Gelecekte, şimdiyi sorguladığımda bir oh çekeceğim.
Ölsem belli etmem.
Aferin sana!
Gidip tek kelime etmedin ya..


Evladım kendini hayattan sakına sakına bi hal oldun.

Tahriş Olmak

Uyumamalıyım.
Uyandığımda yine yeni bir güne başlayacağım yoo hayır buna hazır değilim.

Niye doğal ben bu dünyada bu kadar mutsuz keyifsiz? Gerçeklerden kaçmam gerektiğini kim bilir kaçıncı kez keşfediyorum boşu boşuna.
Son bir gayretle değişik karakterler yaratıp bozdurup bozdurup harcamam gerekiyor onları. Of hayır daha fazla savunma mekanizması savunma maskesi istemiyorum.

Kin tutuyorum ve sırf intikam almak için güçlü olmaya çalışıyorum.
Ama tükenmez kalem tükendi.
Garez asit gibi bir şey, içinde taşıyorsan kendin yanıyorsun önce.

Şu an hayatımda olan insanlara karşı gerçek sevgi dedikleri şeyin zerresi yok içimde.
Sevdiğim birinin bana -benim ona verdiğim değerden- daha az değer verdiğini düşünürsem eğer bırakıyorum o kişiyi. Ya nefret edip her fırsatta iğneliyorum ya da hiç tanışmamışız gibi davranıyorum.
Böyle kaybettiğim insanları özlüyorum.
Hepsini kırılmıyayım incinmeyeyim diye yapıyorum bırakıp gidiyorum.
İnsanlar bana zarar vermesin diye uğraşırken kendi kendimi yıpratıyorum.

Mutlu ve dengeli bir hayat için tek çare yeni bir karaktere doğru yol almak.
Lanet olsun ki ölemediği için yaşayan bir sürüngenim.
Adilik.
Keşke joker olabilsem.

Nefret

Bir şeylerin farkında olduğunu sanan, kendi hariç diğer tüm insanların dertlerini yüzeysel bulup küçümseyen, insanlık ya da var oluş adına acı çektiğini sanan insanlardan nefret ediyorum.

Kendimden de..

Başlıksız

Yaltaklanmalar.
ve
Kaltaklanmalar.

Hmm..

Bir Ben Bir Dünyaya Bedel Sendromu

Şu "isyan" kavramı üzerinde bugünlerde epey düşündüm ve rahatlıkla söyleyebilirim ki her isyan bir kibir göstergesidir.

Otoriteyi beğenmediğinizde ve kendinizin bundan daha iyisini yapabileceğinizi düşündüğünüzde kaşlarınızı çatar, eleştirir ve kurallara uymama lüksüne sahip olduğunuzu düşünürsünüz.
İdareyi sizin iradenize bıraktıklarında mevcut durumu daha iyi hale getiremeyeceğinizi anlarsanız dizinizi kırar oturur çenenizi de kaparsınız.

Diğer bir seçenek de idari ya da mali, statüsel veya fiziksel anlamda sizden üstün birileri olduğunu kabullenemediğiniz için isyan ettiğinizdir.

Annemler dün, beni muayene etmeye çalışan bir doktoru nasıl tokatladığımı anlattılar. Tabi daha küçükmüşüm belki de beş altı yaşlarında falanım. Ama benim iznim olmadan o doktor o çubuğu benim ağzıma sokamaz! İzin vermem! Bir keresinde de bilerek doktorun üstüne kusmuştum, hatta o günü çok iyi hatırlıyorum adam yanıma yaklaştıkça ben çıkarıyordum. Farklı madde ve yöntemlerle insan püskürtme sanatı... Bir taşla iki kuş çok şey püskürtürüm valla.

Sonracığıma birinci sınıftayız, okulda veli toplantısı var. Annemle beraber gitmiştik ben bir süre oyalandım bahçede hopladım zıpladım baktım annemler de çıkmış yürüyor yanaştım yanlarına.
Fikret öğretmen bana; "-Ben pink'e öğretmen olma diyorum ama o illa ben öğretmen olacağım diyor oysa öğretmen olan benim" demişti. Ben de ehehe ben öğretmen değil doktor olmak istiyorum ki diye geçirmiştim içimden. Yıllar sonra anladım ki adamın işine çok karışıyormuşum o da bunu şaka yollu söylemiş.

Bugün yine bir çok öğretmene sinir oluyorum. Elimden gelse kafalarını duvara sürteceğim. Bir ara sırf bu insanlardan intikam alacağım diye mafya, ajan, killer queen olmaya karar vermiştim. Tabi Olasılıksız'daki seksi, esmer ve Rus (esmer rus da oluyor tabi) hafiyenin de bu karardaki payı yadsınamaz.

Bir de 60'ından sonra kendini dine adayan babannem bana namaz kıldırmaya çalıştığında işin secde kısmında "niye başka biri için alnımı yere değdiriyorum ki?" sorusu kafamda çalkalanıp durmuştu. 10 yaşında falan olmalıyım yani tanrı adaletsiz zaten seslensem duymaz duysa cevap vermez hatta belki de yok kısmına gelmemiştim henüz.
Sonra insanların allaha dua edişlerini duyup "övgüyü abartmıyorlar mı ıyy yağcılık" bu kadarı dediğim çok olmuştur. Tabi arkasından şimdi ben günah mı işledim diye durup düşünmeler...

İsyankarlığı narsizme bağladıktan sonra ben nerde yanlış yaptım ben nerde kendime taptım diye de kafa yordum. Sonra çocukluğuma indim ve bana el sallayan anne babamı gördüm. Küçükken omzuma fazla yük yükleyip bunları kaldırabilmem için sen çok güçlüsün, sen diğer çocuklardan olgunsun, yaşıtlarından zekisin, harikasın vs vs telkinlerde bulunup bana bolca level atlattılar. Sonra kazanılan ödüller, okulunun en çalışkan öğrencisi olma sendromları falan filan. Açıkçası etrafıma bakıp da insanları küçümsemediğim bir zaman dilimi hatırlamıyorum. Bütün insanlar mı böyle yapıyorlar onu da bilmiyorum. Şu an babamın ofisindeyim kendisinin özel bir odası var ve orada bir arkadaşıyla benimle ilgili konuşuyor benim duymadığımı sanarak.
Yeteneksizim diyor ama mükemmel yazıyor ilkokul birinci sınıfın ilk dönemi kompozisyon yazmıştı.

Yine kendimi boşlukta hissettim. Özgüvenim denge profiline ulaşamıyor. Beni çocukları olduğum için çok abartıyorlar ama belki de gerçekten fena yazmıyordumdur?
Şu son iki senedir kendime olan güvenim yerlerde geziyor. Ve ben böyle diğerleri gibi sıradan biri olarak yaşamak istemediğimi kendime kaç kez gizli gizli fısıldadım. Şimdiyse alenen söylüyorum ki kendimi topluluktan üstün görmeden mutlu olamıyorum. Tek tesellim bu duygunun tüm insanlığa ait olduğunun bir bilim adamı tarafından açıklanması... Dur dur herkese ait olmasın ben özelim!

Fırçala

Sosyal mesaj vereceğim sıkı durun!

Bence insanlar dişlerini fırçalamalı.
Gerçekten.
Ciddiyim.

Şeytana Övgü-Sonuna Kadar Satanizm!

Türk eğitim sisteminden başlayıp evrenin varoluş sistemine kadar uzanan bir listede her şeye sinirliyim!
nimet çubukçuyu yok etmek (baş harflerini bilerek küçük yazıyorum saygısızlık olsun, tanrım ya yapabileceğim tek şey bu resmen!), YÖK'ün gelmiş geçmiş tüm üyelerini kapsayan bir soykırım yapmak ve Milli Eğitim Bakanlığı'na dahil her kurumu kuruluşu, yasayı, müfredatı yakmak yıkmak tırmalamak ısırmak istiyorum.
Ne suçum vardı da Türkiye'de doğdum?
Ne suçum vardı da öğrenci oldum?
Ne suçum vardı da ... ?
İnşallah vatana millete hayırlı biri olmam.

Bazen kendimi Öyle Bir Geçer Zamanki' de Mete'ye benzetiyorum. Dişi versiyonuyum adeta.
Hiç cam çerçeve indirdiğim olmadı da bir keresinde okul idaresine kızıp sırayı tekmeleyip devirmiştim falan. Bir de duvarı tekmelerseniz kaybeden sadece siz oluyorsunuz. Otoriteler için de aynısı geçerli. Otoriteyi ya da duvarı tekmelemeye çalışırsanız sızlayan bir bacakla ortada kalırsınız.

Anarşizme ve satanizme işte bu yüzden bayılıyorum. Umarım satanizm denince kafasında kedi kesen piercingli gençler imajı oluşturan birileri okumuyodur bu blogu. Satanizm taa ortaçağ kökenli bir akım. Amaç kiliseye (otoritelere) boyun eğmemek. Bir de bazıları diyor ki "tanrı buysa üstü kalsın şeytan haklı beyler". Ben de hep anlatılagelen mitolojik din öykülerinde şeytanı kendime tanrıdan daha yakın bulurum.

Tanrının karakteristiği masikülen özellikler taşır, şeytansa daha çok feminen bir kimlikle karşımıza çıkar. İslama göre şeytan diye ayrı bir varlık türü yoktur. Bizim iblis dediğimiz yaratık,melekler kadar ibadet ve taatte bulunmuş ve onların mertebesine yükselebilmiş sonra da ademin ondan üstün olduğu söylenince isyan etmiş olan bir cindir.

Sen bir kadınsın hatta kadının tekisin (sen Allah'ın yarattığı bir cinsin) bir adamı seviyorsun bütün zamanını ona harcıyorsun(Allah'a 7-24 pardon ∞-niyaz) sonra o sana, senden daha hoş bulduğu bir diğer adamı (Adem!) tercih ediyor.
-Sana kuma getirdim ona merhaba de! (Senden daha üstün bir şey yarattım ona secde et)
Sonra şeytan çıldırıyor tabi. Haklı değil mi şimdi hangimiz çıldırmazdık? Kulağınızda Muhteşem Yüzyıl'ın ikinci bölüm fragmanında Mahidevran'ın "onun yegane aşkı bendim" serzenişleri yankılansın.
Sonracığıma bizim kadın(şeytan) aynı evde(aynı evrende) yaşamak zorunda olduğu kumasından intikam almaya and içer. İntikam soğuk yenen bir yemek olduğu için kumasının çocuklarıyla uğraşır, onları babalarına saygısız evlatlar haline getirmek için elinden geleni ardına koymaz.
Sürekli kumasından ve onun soyundan (ademoğulları) olanlarla rekabet halindedir kendisinin ve kendi ırkının üstün olduğunu kanıtlamaya çalışır.
Yani bu kadın kıskanç ey ahali! Sevmek suç mu? Şeytan kırılmış kızmış kıskanmış ama sevmiş de...

Neyse gece gece zavallı şeytanın haline ağlamak istemiyorum. Ama ne kadar benziyor değil mi hani erkeğin kaburgasından kadın oluşturulmuş ya tanrı da kendinden bir şeyler katarak yaratıyor canlıları yani en azından bütün yaratıklar onun hayalgücünün ürünü.

Fizy'i, Grooveshark'ı, Lime Wire'ı, Sesli Sözlük'ü kapattılar engellediler. Sayemde blogun akıbeti de böyle olmasın. Evet yazının girişindeki kelimeleri değiştirdim ve yumuşattım siz sansürlü halini okuyacaksınız. Tabii ki benim yüzümden blogspot engellenmez de ne olur ne olmaz biraz tedbirli davranayım.
Umarım vatana millete dünyaya evrene zararlı bir post olur!
Şimdi bunları yazmak yerine iki trigonometri testi çözseydim daha başarılı biri olacaktım. Milletin yüzeysel başarı kriterlerinden bıktım usandım, Boğaziçine girmek istemiyorum, girmek isteyene de sempatiyle bakmıyorum!
Fuck the system.

Guguk Kuşu Balesi


Çarşamba günü, Ken Kesey'nin 1962 yılında Kalifornya'da bir hastanede çalışırken yazdığı 60'lı yılların en iyi romanı sayılan Guguk Kuşu(One Flew Over the Cuckoo's Nest)'nun bale gösterimindeydik.

Okuldan, dersaneye gittik, dersaneden de Opera Bale Binasına teşrif ettik. Salona girdiğimiz an garip bir uyumsuzluk gözümüze çarptı. Üstünde lise üniformaları olan öğrenciler yani biz, ve salonda salınan orta yaşlı, şık giyimli hatta fashionista kadınlar topluluğu...
Özge bu durumdan hoşlanmadı. "Keşke eve gidip giyinip gelseydik "dedi çevresini süzerek.
Ben de sanırım umursamayarak "boşver şu anda onlar bize özeniyor bu yaşta olup da lise öğrencisi gördüğünde içini çekmeyerek -ah gençlik yıllarım- demeyecek olan var mıdır?" dedim. Üstelik içimde de -bara gitmekten değil baleye gitmekten daha çok zevk alıyorum-un haklı gururu vardı. Doğruya doğru şimdi hissettiklerim bunlardı.

Bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim; bekleme salonunu modernize edeceğiz diye güzelim Osmanlı mimarisini harap etmişler. Haberleri olsun ekletik mimari ya da eklektik dizayn dedikleri bu değil hem de hiç değil.
Lavaboların ve bir kaç alelade beklem
e sandalyesi(!)nin olduğu alt katın tasvir-i efkarında bulunmak bile istemiyorum. Daha önce dikkat etmemişim bunlara.

Esere dönecek olursak sözcüklerin önemi dansın anlamında kaybolurken figürleri yorumlamak insana gerçekten zevk veriyor. Konuysa genel bağlamda "yerleşik düzene başkaldırı"ydı. Başhemşire Ratched'ın marazi ego kokan diktası altında yaşayan akıl hastalarını özgürleştirmek ve bireyselleştirmek için mücadele veren otorite karşıtı Mc Murphy ile arkadaşlarının gördükleri işkence ve baskılar yüzünden susmaya mahkum edilmelerinin hikayesi... Hatta bu susuş bazıları için nihai sessizlik olacaktı.

Önceden Milos Forman'ın yönettiği, Mc Murphy karakterini Jack Nicholsun'ın canlandırdığı film uyarlamasını izlemiştim. Bu arada film 1976 yılında 9 dalda Oscar'a aday gösterilmiş fakat heykelciğe 5 dalda sahip olabilmiş.
Olay örgüsü bale gösterimi ve film versiyonu arasında paralellik taşımıyor. Doğal olarak bale gösteriminin kitap temel alınarak oluşturulduğunu tahmin ettik.

Bu arada In the Name of the Father'ı da cuma günü izlemişken suskun ve bıkkın küçük anarşist çocuk ruhum hafiften kımıldamaya başlamıştı. Fakat gene bir şekilde tarafımdan derinlere itildi.

Aslına bakarsak eşitliği ve adaleti ezilenler ister. Mesela ben hiçbir erkeğin kalkıp da erkekler de kadınlar kadar özgür olmalıdır dediğini duymadım büyük ihtimalle duymam da. Bunun gibi artık hak hukuk için uğraş veren taraf olmak istemiyorum.
Neredeyse bütün okul hayatım boyunca öğretmenlerle zıtlıklar yaşadım ortaokuldan itibaren de okul idaresiyle. Bakıyorum bunca çaba bana ne kazandırmış diye. Hiçbir şey göremiyorum.

Örselenmeden yaşamak için tatlı bir dile ve kötü esprilere gülebilme sabrına ihtiyaç var.
İhtiyacının olması da seni "muhtaç biri" kılıyor. Bu yüzden bazen diyorum ki evet evet ben de güçlü taraf olmalıyım. Çok zengin çok akıllı çok bilgili çok kültürlü olmalıyım. Küçük bir liberalist doğmakta ve bu liberalist de küçük bir kapitaliste gebe. Farkındayım. Nereden nereye gelmişim neyse ruhsal otomatizm diyorum ve konuyu kapıyorum.

Soyad

Soyadım sayesinde sanki ciddi bir işim ciddi bir konumum olması gerekiyormuş gibi geliyor.
Garip bi duygu.

Emirli Yakarış

Tanrıya dua ederken kullanılan cümlelerde yüklemin emir kipinde çekimlenmesi bana hep tuhaf gelmiştir.

Teşhir Etmek İstedim

İlk defa bir mimi, mim aldığımı belirterek cevaplayacağım. Gene kafamda "acaba değişiyor muyum ki ben" sorusu oluştu. Soruyu cehenneme yolladım. Ve sorulara başladım;

Kaç yaşındasınız? -Dur bakıyım 2011'den 1993‘ü çıkarınca ... 18!

İsminizin son harfi ne? -P


En sevdiğiniz renk? -Tabii ki mor (en sevdiğim renkle her zaman övünmüşümdür)


Kilonuz kaç? -Tartı manyaklarından değilim, pantolona sığıp sığamadığıma bakarım genelde ama 54 falan herhalde.


Boyunuz kaç? -1.72 olsa gerek.


Ailenizin kaçıncı çocuğusunuz(Evet bu soru bir psikolojik tahlil)? -İlk


En sevdiğiniz şarkı? -Benim pek fazla "en"im bulunmaz ama yaşım kaç olursa olsun Queen'den
Bohemian Rhapsody'i dinlemekten vazgeçemem.


Sizce esmer mi sarışın mı (açıklık ilkesinin ihlalinden ötürü anlatım bozukluğu var burada)? -Bir gün esmer bir gün sarışın.


Sigara kullanıyor musunuz? -Estetik kaygılardan ötürü kullanmam :p


Peki ya alkol? -Sosyal içiciyim (özenti içiciliğin nazik hali).


Çayı fincanda mı içersiniz yoksa çay bardağında mı? -Bu da çok ilginç bir soru şimdi hakkını yemiyim. Fark etmez şarap bardağında bile içerim çay çaydır yani. Zaten sıcak çay pek sevmem.


***Evet kendimi tanıtmak istedim. Ah benliğimizdeki teşhir güdüsü!