Sayfalar

Tactless

Sözlükte tactin türkçe karşılığı olarak; ortama göre davranma, nabza göre şerbet verme, naziklik, incelik yazıyordu... kafamda birden şimşekler çaktı! İşte tam da bu sebeple fazla kibarlık eğreti duruyordu. Özellikle de erkeklerde..
İngilizce derslerimiz bazen genel kültür saatine dönüşüyor. En son Kubrick, Salinger ve Syd Barret'ın özet geçilmiş hayatlarını okuduk. Another Brick on the Wall'un videosunu izledik birkaç kere, hoca klipteki sembolleri bulmamızı istedi. Hatta -genel kültürünüzü ölçeceğim böylece- falan bişeyler geveledi içimden güldüm. İşte Berlin duvarına, Auschwitzdeki gaz odalarına kısaca 2. Dünya Savaşına bağladık. Keşke her ders böyle şeyler yapsak diye düşünürken biri bana Kubrick'i saçma ve salak bulduğunu söyledi evet ne yazık ki bunu yaptı... Üstelik bu çocuk 26 yaşında, bu sebeple sınıfın tümünden daha olgundur diye düşünüyordum biraz da olsa farkındalıklıdır diye.. Acaba kaç film izledi de Clockwork Orange'ı overrated buldu merak ediyorum. Yazarken tüylerim diken diken oldu. İşte filmler sıkıcıymış gereksizmiş kim izlermiş ki öyle filmleri, bir de bana anlatıyor; kadına tecavüz ediyorlar sonra bla bla. Tamam tamam biliyorum dedim sözünü kestim. Hayır tabi ki Kubrick tanrı değil fakat onu eleştirecek kapasitede olmak için kaç fırın eleştiri yemek gerekir..
Herkes eğlendirmek Hollywood işi filmler yapmak zorunda mı dedim üstelik sembolleri bulmaya çalışırken de zevk alınıyor daha kültürlü kitleye hitap ediyor vs dedim ama şaşkınlıktan toparlayabildiğime emin değilim
Neyse bağlayacağım yer şudur ki kitapta Kubrick için reclusive and tactless diyordu. Canım benim ya.

Başlıksız

Eğer Tanrı olsaydım ve birini lanetlemek isteseydim ona ayrıntılı bir hafıza ve bol bol östrojen verirdim.

Başlıksız

Bana öyle geliyor ki yalnızlık çeken insanlar saçlarını kızıla boyuyor.

Pis Lise Dizileri

Of yeter saçma sapan lise dizilerinden gına geldi. Pis 7'linin reklamları saçmalığın daniskası.
Neymiş kızın teki öyle fettanmış ki dedikodu yaparak öğretmenlerini boşandırtmış neymiş derse geç kaldığı için hocası derse almamış çocuğu, çocuk da fazla asabiymiş öğretmenini 2.kattan aşağı atıvermişşşş! Evet bahsedilen çocuğumuz bu davranışlarına rağmen uzaklaştırma falan almamış. Hem de bildiğin devlet okulunda?!
Aynı eğitim kurumunda öğretim hayatına devam etmiş taa ki lisesinde yangın çıkıncaya kadar evet asıl macera bundan sonra başlıyor; okulları yanıp kül olduğu için öğrenciler açıkta kalmış ve aynı ilçedeki başka liselere yerleştirilmişler fakat pis 7li'miz için kontenjan bulunamamış onlar da idealist eğitim danışmanı(wtf?) Filiz Hanımın çabaları sonucu bir koleje kaydettirilmişler.
Böyle bir şey mümkün mü?
Sanki ilkokuldayız da herkes ikametgah gösterip evine yakın yere gidiyor. Kişi eğer düz lisedeyse aynı ilçede dengi olduğu bir okul yok diye bir anadolu lisesine veya koleje yerleştirilemez, başka ilçede muadili olan diğer bir okula nakledilir.
Reklama göre okulun müdiresi okulsuz kalmış yetim fakir yedi çocukcağızımızdan nefret etmiş haklarında slayt falan hazırlamış ki okul öğretmenleri bu baş belalarına hazırlıklı olsun. Ne kadar da inandırıcı ne kadar hayatın içinden..

Buraya kadar mantık hatalarını eleştirdik gelelim asıl sorunaaa;
Aptal Türk gençlik dizilerin sorunu en başta oyuncuların birer karaktere dönüşememesi sadece tip olarak kalması. Yani bize devamlı kalıpsal prototip bir gençlik sunuluyor.
Lise Defteri, Hayat Bilgisi, Arka Sıradakiler, Kemal Öğretmen...
Sürekli aynı tema; sorunlu öğrenciler ve duyarlı edebiyat öğretmenleri ya da idealist eğitim danışmanı Filiz Hanım. Aslında birer kanatsız melek olan fakat sevgisizlikten şeytana dönüşmüş, haşarı öğrenciler...
İnekler evet çalışkanlığından başka niteliği yokmuş gibi gösterilen her daim derse iştirak eden parmağı havada tipler...
Sınıfın en alımlı havalı kızı ya da en yakışıklı cool genci, bu asıl kız ile asıl erkekin aşkları...
Asıl kızın en yakın arkadaşı olmak dışında hiçbir vasfı bulunmayan naylon karakter haline getirilmiş özel hayatına asla değinilmeyen sıradan kız...
Okulun salakları süzmeleri ve maruz kaldıkları eşek şakaları...
Fakir ama gururlu parasızlıktan bir yerde part time çalışan hayatın sillesini yemiş burslular...
Her saniye birbirine sataşan tek derdi karşısındakine laf sokmak olan grup insanları...
Reklamlarda hayatla yüzleşmeler akıl almaz maceralar sımsıcak dostluklar tutkulu aşklar falan diye lise martavalları okunup duruyor. Gerçekçi olun ya biraz!!

Günümüzün türk dizileri tanzimat döneminde yazılmış romantik romanlar kadar gerçek dışı tutarsız ve mantıksız.
Bir allahın kulu da lisede sahiden hayatla gerçeklerle yalnızlıkla yüzleştirilsin. Bir kere de iç dünyasına inebileceğimiz empati kurabileceğimiz derinlikte karakter görelim. Günlük hayatın monotonluğu, getirdiği sıkıntılar yansıtılsın, eğitim sisteminin dandikliğinden sikilmiş beyinler sergilensin. Anadolu ve fen liselerindeki zeki çocukların ihtiyaçlarına cevap veremeyen kompleksli öğretmenler disiplin lafını gereksiz kurallar bütünü ve öğrenciye eziyet olarak algılayıp uygulayan idarecilerden bahsedilsin. Tüm eğitim hayatı boyunca yolda görünce yüzüne tükürülmeyecek eğitimci kadrosunun diktasındasında yaşamak zorunda kalmış gençleri yansıtsın. Ergen haliyle bürokrasiye merhaba öğrenciler anlatılsın. Bu sefer de bir lise dizisi kendisini, bulunduğu konumu, diğer insanları sorgulayan ezber bozan gençlerin gözünden ekrana aktarılsın.

Demek istediğim şu ki dışarıdan güllük gülistanlık bir hayat sürüyormuş gibi gözüken güzel-popüler kızın ruh dünyası ele alınsın mesela arkasından konuşan tonlarca kişi, hakkındaki gerçek olmayan söylentileri onaylayan arkadaşları, kimseye hatta kendine bile güvenememesi yalnızlık korkusu yüzünden insanlara iyi davranması, sırf dedikodusunu yapabilmek için ona yakınlaşmaya çalışan insanlar, bu kişileri ayırt etme çabasına girip paranoyaklaşması, en normal hareketinin bile abartılması günlerce yorumlanması, zaaflarını zayıflıklarını gizleme   mücadelesi, bu söylentileri iyi arkadaşmışçasına kızımıza taşıyanlar, yüzüne karşı pohpohlayan arkasından acımasızca eleştirenler, biraz uğraşınca elde edemeyeceği erkek olmaması hatta tek etkileyemediği erkekten hoşlanması ve onun iç dünyasına girmeye çalışması ve söz konusu çocuğun ruhunun derinlerine indikçe karşılaştıklarından şaşırması ufkunun genişlemesi vs. Şu an aklıma gelenleri yazdım tabi üzerinde biraz düşününce hem tutarlı hem de seyretmesi keyifli şeyler çıkabilir karşımıza.
**İngiliz yapımı bir gençlik dizisi olan Skins bu dediklerim için biçilmiş kaftan, izleyenler bilir.

Sahte Özgüven Sendromları

Ezici bir çoğunluk tarafından öyle olduğu kabul edilen -yani gerçekten- güzel veya zeki olan insanların kendilerine güven duymalarına ya da duysalar bile bu özgüveni beyan etmek için çaba harcamalarına gerek yoktur çoğu zaman.
Dışarıdan bakıldığında harikulade gözüken bir insanın "ben kendimle barışığım" demesine lüzum yoktur. Çünkü vücudunla beyninle ruhunla barışık olduğunu düşünecek kadar irdelemişsen kendini, kusurlarının da farkındasın demektir. "Eksiklerime rağmen kendimi seviyorum, sevmeye çalışıyorum, en azından siz öyle bilin istiyorum"un tek kelimelik özeti özgüvenliyimdir.

Sürekli ne kadar muhteşem olduklarını ima eden kişilere sinirlenmeden önce acıyın hatta merhamet edin çünkü onlar kusurlarının farkında olup diğerleri fark etmesin diye çabalayan, kendilerini ancak başkaları sevdiği-beğendiği taktirde kabul edebilecek olan insancıklardır.

Özeleştirinin dozunu kaçırıp kendini sürekli yerden yere vuranlara da merhamet edin (yok yok etmeyin merhametten maraz doğar memnuniyetsizliklerini size de bulaştırırlar) çünkü bunlar da zayıflıklarından prim yapmaya uğraşırlar. Eksiklerimin farkındayım hatta bunları açıklama cesaretine ve açıksözlülüğüne sahibim benliğimde hissettiğim boşlukları bu saydığım niteliklerimle dolduracağım ve karşımdaki kişiye ya zeki-olgun ya da sempatik-hoş gözükeceğim diye düşünürler.
Saydığım iki tür özgüven muzdariplerinden ikinci grup tabi ki daha farkındalıklı bireylerden oluşur hatta belki de güven yoksunluklarını gizlemek istemeyen kişilerdir bunlar.

Neyse şimdi daha eğlenceli olan türe gelelim, bu topluluğun çoğu kaç yaşında olursa olsun ergenlikten çıkamamış dişi bireylerden oluşur. Aşırı makyajlı, aşırı dikkat çekici giyinen, saçları fazla yapay bir renge boyanmış, gözleri lensli kızlar bize doğal hallerinden memnun olmadıklarının sinyallerini verirler, öyle ya kendilerini güzel hissetseler bunca şeyi yapmaya gerek duymazlardı. Bir yandan da geçtikleri işlemler sayesinde bakımlı olduklarını düşünürler ve burnu havada gezmeye başlarlar.
İşte salak kız imajı tam da bu çelişkiden doğar! Hem görünüşleri hem de davranışları yapay olan bu güruh bize özgüvenin ekmek su kadar mühim olduğunu ispatlar. Gördüğünüz gibi eksikliğinde ciddi davranış bozuklukları ortaya çıkar.

Peki kusursuz değilsek nasıl kazanacağız bu özgüveni? Şimdi bu sorunun ardından sizi elbetteki kişisel gelişim kitaplarındaki mantıksız saçma tavsiyelere boğmayacağım. Kendine güven duymanın yolu kaliteli sevgi veya ilgidir.
 Acı gerçeğe buyurun; bir şekilde bir zamanlar birileri tarafından onaylanmışsanız, sevilip sayılmışsanız kendinden emin biri olursunuz. Aksi taktirde ne kadar kitap okursanız okuyun fikirleriniz beğenilmedikçe ne kadar film çekerseniz çekin ne kadar muhteşem piyano çalarsanız çalın ne kadar mükemmel rol yaparsanız yapın alkış almadıkça ve ne kadar harika görünürseniz görünür birileri sizinle tanışmaya çalışmadıkça iltifat almadıkça beğendiğiniz kişinin ilgisini çekemedikçe kendinizi koca bir sıfır kabul edersiniz. Hayat pek adaletsiz her zamanki gibi.

Yere Sakız Atarsanız Duygusallaşırım

Kuş ölümlerinin en büyük nedenlerinden biri çiğnendikten sonra sokağa atılmış sakızlarmış. Çünkü zavallı kuşlar bu sakızları ekmek parçası zannederek yemeye çalışıyormuş ama dillerine yapışan ve gagalarını bir daha açmalarına imkan vermeyen sakızlar yüzünden açlık ve susuzluktan ölüyorlarmış. İçim kıyıldı resmen ya pms dönemi midir nedir valla ağlayasım geldi :/

İzmirin Sorunları

-Yıllar yılı yapmayı beceremediği metro yüzünden ulaşımı mahveden, bir sokak açıldı diye bayram ettiren İzmir belediyesini ve "yok efendim bütçeleri az mali destek göremiyorlar engelleniyorlar" diye sayıklayan parti fanatiklerini esefle kınıyorum. Her yere amaçsızca kaldırım taşı döşendi. Amaç ne cidden amaç ne? Hani olur kaldırım eskir püskür aşınır delinir tamam da gayet kendi halinde takılan, üstünde yürüyünce -aa şu kaldırımlar da yenilensin artık yetti canım" hissi vermeyen herhangi bir eksiği gediği bulunmayan taşlar sökülüp sikilip atıldı. Üçyolda metroya ulaşana kadar yapmadığım cambazlık kalmıyor. Dararrarara her yer kazılır delinir... Madem mali sıkıntı var niye Kıbrıs Şehitleri Sevgi Yolu yenilendi ki ne gerek vardı? Hem sevgi yolu salaştı eski haliyle hoştu. Hayır metro inşaat halindeyken ne diye revizyon yapacağız diye uğraşırsınız? O kaldırım taşı sıralayan işçiyi ver metroya ver metroya ki biz de rahat nefes alalım! Tek otobüsle gideceğim yere otobüs-metro-otobüs şeklinde gitmek zorunda kalıyorum ya sinirim öfkem nefretim kusmuğum her şeyim tavan yaptı hrrrr!!! Ben belediye başkanı olacağım ya yeter valla yeter. Zat-ı muhteremler derler ki izmirliler ha gayret metro on ay sonra hizmetinizde! Ve on ay geçer -aa şey ya bize 9 ay daha lazım- deyiverirler!

-Klimasız otobüslerde pencere kenarında oturup da o camı açmayı akıl edemeyen beyinsizleri ayrıca esefle protesto ediyorum. Oksijensizlikten bayılacağım birgün :/

Ah be ah burslu olsaydım şimdi altımda arabam olurdu böyle de sinirlenmezdim. Kahpe kader ağlarını ördü yine.