Sayfalar

Kürtaj Cinayet mi Sahi?

Bu konuda o kadar cahil, sağduyudan uzak ve pişkin yorumlar yapılıyor ki değinmeden edemeyeceğim.
Beni takip eden kadın blogger sayısı daha fazla belki biraz yararlı olurum.
Başbakanın kürtaja karşıyım söyleminden sonra AKP'li İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, Yeni Ceza Hukuku'nun "kürtaj cinayettir" fikri doğrultusunda  geliştiğini, anne karnında hayatını devam ettiren çocuğun maddi manevi varlığına karşı yapılan saldırıların cezalandırılması gerektiğini söylemiş. Haberin geri kalanı için tıklayabilirsiniz.
Kürtaj insanlık suçuymuş, halkın genel inancının aksine hayatın daha önce başladığına İNANIYORMUŞ, halk bu konuda bilgilendirilmeliymiş. Zaten bu derece bağnaz insanlar sadece inanır.. Ne kaynak okur ne veri araştırır ne de iki gram muhakemede bulunur. Sonra TAMAMEN KİŞİSEL inançlarını topluma mal eder ve herkese dayatırlar. Ne mensup olduğu dini derinlemesine bilir ne de tıptan haberi vardır.

Konuyu dini, ilmi ve vicdani hatta iktisadi olarak inceleyelim.

İslama göre kürtaj haramdır. Haramdır lakin haklı bir mazereti yoksa ve cenine RUH ÜFLENDİKTEN sonra yapılıyorsa haramdır. Burada tıpkı çağdaş bilimlerde olduğu gibi embriyonun cenin haline gelmesi, ruha sahip olması veya sinir sisteminin gelişmesi (serebral kortex, oksipital lob, temporal lob, parietal lob, frontal lob, limbik sistem, beyincik) zaman almaktadır.
Bu süre maliki ve hanbeli mezhebi alimlerine göre 42 gündür. 42 gün olmadan kürtaj yaptıran kimseye herhangi bir ceza ya da diyet yoktur.
Eğer 42. günden sonra kürtaj işlemi uygulanırsa ailenin köle azlederek bedel ödemesi gerekmektedir. Cenin haline gelmeden önce alınan nutfe(sperma), hamileliği önlemek için yapılan azl(doğum kontrol) gibidir.
Hanefi mezhebine göreyse bu kürtaj için uygun zaman dilimi 120 gündür.
İmam Gazali'nin fikriyse ceninin ilk safhasıyla son safhası arasında fark olmadığıdır.
Yine kimi hadis kaynaklarınca doğacak çocuğu İslam terbiyesiyle yetiştirememek, yeterli din bilgisini verememek kaygısıyla bilerek düşük yapmak geçerli mazeret sayılmaktadır.
Gördüğünüz üzere çoğu zaman olduğu gibi İslam hukukçuları bu konuda da mutabık değiller. Anlaştıkları şeyler;
1) Anne sağlığını tehdit eden bir durum olduğu zaman çocuk aldırmanın caiz olduğu
2) Maddi sıkıntı çekmek, engelli çocuktan kurtulmak gibi FUZULİ sebeplerle kürtaja asla ve kat'a izin verilmemesi.
Müslüman olsanız bile mezhepleriniz, güvendiğiniz fakihler (kuran yorumcuları) dolayısıyla farklı seçenekleriniz var fakat devlet yönetiminden sorumlu insanlar iktidar sarhoşluğuyla sizlere kendi dinleri kendi mezhepleri ve kendi yorumlarınca hükmetmeye çalışmaktadırlar.

Tabi o çağda zigotun embriyoya, embriyonun cenine, ceninin bebeğe dönüştüğünü bilen yok. Biz biraz da ilimden irfandan aklın yolundan pozitivizmden konuşalım.
"İlk safhadan yani sperm yumurtayı döllediği andan itibaren bir canlı oluşmuştur o yüzden kaç günlük olursa olsun kürtaj cinayettir." Bu hiçkimsenin hatırına gelmeyen ayrıntıyı düşünmek çok zamanınızı aldı mı?? Döllenmiş yumurta tabi ki bir canlıdır, tıpkı erkeklerin oraya buraya boşalttıkları spermleri gibi. Size birçok canlı örneği verebilirim meselaa domates, salatalık, ot, çiçek, böcek, bakteri.

Bir canlının acı çekebilmesi için amiyane tabirle BİLİNCİNİN olması gerekir. Canlıyı bilinçli yapan şey merkezi sinir sistemidir. Sinir sisteminiz devre dışı bırakıldığında mesela size narkoz verildiğinde kalbinizi söküp alsalar dahi hiçbir şey hissedemezsiniz. Ve hamileliğin 10. haftasında bebeğin beyin dalgaları oluşmaya başlar yani ondan önce fetüsün bilinçli herhangi bir his ya da algısı yoktur. Aynı şekilde solucanlar ya da bitkiler de acı hissine sahip değildirler.
Şayet mesele bir canlıyı incitmemekse, sayın bakanlar et yemekten vazgeçmelisiniz. Çünkü memeliler grubunda nispeten gelişmiş beyin yapısına sahip bir inek kafası kesilirken öyle de bir acı duyar ki!

Dindar kürtaj düşmanları asıl sorunun zigotun acı çekip çekmemesi değil yapılanın insan ahlakına ters düşmesi olduğunu savunur. Embriyo bir 'bebektir', onu öldürmek cinayettir ve bu böyledir: tartışma bitmiştir. Bu duruş farklı birçok sorun yaratır. Öncelikle, tıp biliminin ilerlemesinde büyük etkisi olmasına rağmen embriyonik kök-hücre araştırmaları durdurulmalıdır, çünkü bu araştırma embriyonik hücrelerin ölmelerine yol açar.
Toplumun tüp bebek yöntemini çoktan benimsediğini düşündüğümüzde buradaki tutarsızlık ortaya çıkar, ki tüp bebek yönteminde doktorlar her zaman kadınları fazla yumurta üretmeleri konusunda teşvik ederler ve bu yumurtalar vücut dışında döllenir. Onlarca yaşayabilir zigot üretilebilir ve bunlardan iki ya da üç tanesi daha sonra, rahme nakledilir. Buradaki beklenti, bunlardan bir, belki iki tanesinin yaşamayı sürdürmesidir. Bundan ötürü, tüp bebek uygulaması bu iki aşamalı prosedürle embriyoları öldürür ve toplum genellikle bunu bir sorun olarak değerlendirmez. Tüp bebek uygulaması yirmi beş yıldan bu yana çocuk sahibi olamayan çiftlerin mutluluk kaynağı olmuş standart bir prosedürdür.

Sonra her zaman yapıldığı gibi hiçbir matah yanı olmayan Amerika örnek gösterilmiş. İşlerine gelmeyince Amerika bok püsür ahlaksızlık yuvası işlerine gelince ballı kaymaklı harikalar diyarı! Orada da çok tartışmalı ihtilaflı bir konuymuş kürtaj. Amerikan koyu katoliklerin bu uğurda verdiği savaşa göz atalım. 3 Haziran 2005 The Guardian 'Hıristiyan çiftler tüp bebek yöntemi yüzünden ıskartaya çıkarılan embriyoları kurtarmak için seferber oldular' başlığı altındaki bir makaleyle tuhaf bir öyküyü betimlemiştir. Bu hikaye tüp bebek kliniklerinde fazlalık embriyoları KURTARMAYI hedef belirlemiş Kartanecikleri isimli bir organizasyon hakkındaydı.
Washington Eyaletinden bir kadın, 'Tanrının bizi bu embriyolardan (çocuklardan) birisine yaşama şansı vermeyi denememiz için çağırdığını hissettik' dedi, lakin kendi dördüncü çocuğunu "muhafazakâr Hıristiyanlar ve tüp bebeklerin beklenmedik ittifakından' meydana gelmişti. Embriyolar için derin endişe duyan kocasıysa bir kilise kıdemlisinden şöyle bir tavsiye alacaktı, "Eğer köleleri özgür bırakmak istiyorsan, bazen köle tüccarıyla bir anlaşma yapman gerekebilir." Bu insanlar, yaratılan embriyoların çoğunun kendiliğinden vücuttan atıldığını bilselerdi bu konuda ne söyleyebilirlerdi? Bu en iyi tanımla, bir tür doğal 'kalite kontrolü' olarak görülebilir.
Ayrıca anti-kürtaj fanatikleri embriyoların intikamı için doktorları bile öldürmüşlerdir. Olayın ayrıntılı ve tüyler ürpertici detayları için tık.

Bilimsel olarak çok pragmatist yaklaştım insanların yavrularını sadece fetüs olarak görmediklerinin farkındayım. Olayın vicdanı boyutuna gelirsek kürtajın eğlenceli bir tarafı yoktur çoğu zaman kadınları depresyona sürükler.
Kimse zorunlu olmadıkça böyle bir tecrübe yaşamak istemez.
-Ama hayatını engelli bir çocuğa adamak istemeyebilir. Öte yandan aklı başında, fiziksel eksikliği bulunmayan insanların bile zor barındığı bir dünya engelliler için o kadar tehlike dolu ki.. Bu çocukların ebeveynlerine birşey olduğu taktirde akıbetlerinin ne olacağı muallak. Yetimhanede normal çocukların başlarına gelenleri biliyoruz ki bu çocuklara bakmak bin kat daha özveri isteyen bir iş. Engelli kız çocuklarının cinsel istismara uğrama ihtimali de hayli yüksek. Ayrıca engelli çocuk sadece anneyi değil tüm aile üyelerini olumsuz etkiler. Fakat yine de karar annenindir sonuçta onun yavrusu, besleyecek büyütecek sevgisini ilgisini eksik etmeyecek olan o. Fakat herhangi birinin çıkıp da bebek katilleri diye bağırma lüksü yoktur!

-Türkiyede en yadsınamaz gerçeklerden biri tecavüz. Çocuklar istismar edilir kendi rızası var denir, rus olduğu için doğuştan orospudur anında yararlanılır, toplu tecavüz aslında kadının isteğiyle yapılmış orgydir, aile içi istismarlar namus meselesidir üstü örtülür, genç kızlar zorla tecavüzcüsüyle evlendirilir vs vs. Cinsel istismara uğramış kadın bu rezilliğin ürünü olan çocukla nasıl bir iletişim kuracak sizce? O anneden o çocuğa, o çocuktan o anneye bir yarar gelir mi sizce? Çöpe atacak kadar bile nefret edebilir.

-Hayat kadınları var bir de evet. Zaten çoğu illegal yollarla düşük yapıyor, yaptırtırılıyordur.

-Maddi imkansızlıklar yüzünden yapılanı en can acıtanlardan biri olsa gerek. Kadının da erkeğin de çalışması gerekiyordur zaten önceden çocukları vardır daha onların okul masraflarını dahi karşılayamıyorlardır belki sosyal güvenceleri bile yoktur. Bir tane daha doğurmak demek diğerlerinin boğazlarından kısmak demektir. Yoksulluğun ne demek olduğunu bilmeden herhangi birinin cana kıymak günahtır diye ahkam kesme lüksü yoktur!

Şimdiye kadar bahsettiklerim muhafazakar kesimde bile ucundan kıyısından kabul görmüş açıklamalardır fakat asıl sorun özgür genç kızların, bekar kadınların kürtaj olmasıdır! Vicdan azabı çekmeleri sağlanmaya çalışılır. Günahkarsın zina yapıyorsun sırf keyfinden kendi evladının canına kıyıyorsun sen nasıl insansın!!! Önlenmeye çalışılan şey gayri meşru ilişkilerdir.
Kimileri de pişkin pişkin "o zaman korunacaktın arkadaş" der. Hiçbir doğum kontrol yönteminin yüzde yüz garantisinin olmadığı prospektüslerde bile yazarken. Şimdi burada bireylerin cinsel özgürlüklerinden falan bahsetmeyeceğim buraya kadar sabırla okumuş herkes biliyor zaten.

Bunların haricinde kadın bir çocuğu olsun istemiyordur bu kadar basit. O sorumluluğu taşımak istemiyordur, sabrına güvenmiyordur, psikolojisi elvermiyordur.
Ya da kitsch olacak ama böyle bir ortama çocuk getirmek istemiyordur.
Günümüzde tüm insanlık anne ve babalık güdülerimizi tatmin etmek için bencilce çocuk yapıyor.

Diğer bir mesele "3 çocuk doğur 5 çocuk doğur, rahmine düşen her sperme sahip çık koru" demek nüfusu arttır ki ucuz iş gücü şahlansın demektir. Yıllarca Türkiyenin tek avantajının genç dimağlar olduğu vurgulanarak büyütüldük. Ne gençlik ama! Oysa nüfus ne kadar fazlaysa kişisel refah o kadar azdır tıpkı hindistan gibi çin gibi. İnsana verilen değer azalır sağlık hizmetleri olsun eğitim hizmetleri olsun. Düşünsenize doğuda insanlar 5-6-7 tane doğuruyor sonra onları okutmuyor çalıştırıyor kızları para karşılığı genç yaşta evlendiriyor ki aileye daha fazla yük olmasın. Çoğu aile evladını üniversiteye binbir zorlukla gönderirken ekstradan kardeşlere ne olacak? Daha memur maaşlarını bile iyileştiremediler ve devletin çocuk yardımı 10-15 lira birşey.
2050'de Türkiye'nin Yozgattaki hali böyle olur İstanbuldaki şöyle.

Son birşey ekleyeceğim yapılan araştırmalara göre kürtaj ile suç oranları arasında ters orantı bulunmaktadır zaten düşünsenize aldırmak istenen çocuk istenmeyen çocuktur, yeterince ilgi alaka müsamaha gösterilmez, kötü bir çevrede kendisine ebeveynlik etmeyen yetişkinlerle büyür bu kadar basit. Diğer ihtimal ya cami avlusuna bırakılır ya kimsesizler yurduna terkedilir ya da evlatlık verilir. Hayata 10-0 yeni başlıyorlar bunu anlamak çok mu zor?

NOT: bazı muhafazakarlar doğum kontrol ve ertesi gün haplarına da karşıdırlar çünkü böyle ilaçların içine türk milletini kısırlaştırmak için dış mihraklar tarafından kimyasallar katılmaktaymış.

Ne Yerinde Tespitler Bunlar

Eninde sonunda her şeyi kendi cinselliğine getiriyordu. Bu konuda kafası iyi çalışıyordu. Winston gibi değildi, Parti'nin cinsellik konusundaki softalığının ardında yatanı çok iyi kavramıştı. Burada söz konusu olan, cinsel içgüdünün, Parti'nin denetleyemediği, kendine özgü bir dünya yarattığı için elden geldiğince yok sayılması gerektiği değildi yalnızca. Daha da önemlisi, cinselliğin bastırılması isteriyi tetikliyordu; bu da Parti'nin istediği bir şeydi, çünkü savaş coşkusuna ve öndere tapınmaya dönüştürülebiliyordu. Julia bunu şöyle yorumluyordu;

-"Seviştiğin zaman içindeki enerjiyi boşaltırsın; sonra da kendini mutlu hisseder ve hiçbir şeyi iplemezsin. Ama senin bu halin onların hiç hoşuna gitmez. Her zaman enerji yüklü olmasını isterler. Bütün o yürüyüşler, bağrını yırtarcasına bağırış çağırışlar, bayrak sallamalar, ekşiyip bozulmuş cinsellikten başka bir şey değildir. Gönlün ferah, keyfin yerindeyse, Büyük Birader'miş, Üç Yıllık Planmış, İki Dakikalık Nefretmiş, bütün o iğrençlikler neden kendinden geçirsin ki seni?"

Winston çok haklı diye geçirdi içinden. Sofuluk ile siyasal softalık arasında doğrudan ve yakın bir bağıntı vardı.  Parti'nin üyelerinde gerekli gördüğü korku, nefret ve çılgınca bağlılık, o güçlü içgüdü bastırılıp itici bir güç olarak kullanılmadan nasıl kıvamında tutulabilirdi ki? Parti, kendisi için tehlikeli bulduğu cinsellik güdüsünü kendi yararına yönlendirmişti.

-Bin Dokuz Yüz Seksen Dörtten.

Cehennemden Transhümanizme

-Şimdi sen cennete cehenneme inanmıyor musun?
İnsanlar sizin hakkınızdaki çıkarımlarını çoğunlukla bu soruya göre yapıyorlar. Ateist ayıracı bir yerde tabi.
Çoğu ahireti reddeden insan dünyanın bizzat kendisinin cehennem olduğuna inanıyor veya "cennet de cehennem de burası" diyor.
Şimdi cehennemin etimolojik kökenine bakmak şart oldu. Şuraya tıklayarak cehennemin neresi olduğunu görebilirsiniz israilde bir vadi. İbranice adı GeHinnom, GeHennom (g'ler c diye okunuyor) eskiden putperest İsrailliler tanrıları İlah Molek için çocuklarını burada alevlerin içine atarak kurban ederlermiş. Büyük bir ateş kurulurmuş ve sürekli yanması sağlanırmış bir nevi şenlikmiş bu olaylar İsrailliler için, giyinir süslenir gelirlermiş hatta yanlarında hediye olarak yağ getirirlermiş ki ateş sönmesin harlasın.
Bir İsrail kralı bu uygulamayı kaldırmış onun yerine birikmiş çöpler yakılmaya başlanmış cehennem vadisinde. Ancak toplum tarafından cenaze törenine layık görülmeyen günahkar insanların bedenleri de bu çöplüğe atılıp yakılırmış.
Belki de öldükten sonra yakılma ritüeli böyle başlamıştır. İlah Molek de bildiğimiz İslamdaki melek. Yahu İslamda da orjinal birşey yokmuş cehennemmiş melekmiş ibrahimin oğlunu kurban etmeye hazır olmasıymış hepsi zaten pagan inancında var.

Bazen diyorum ki bir cennet veya cehennem olacaksa o da bilinçaltımızdır. Rüyaları ele alalım kimileri baldan tatlıyken kimileri de öylesine korkunç ve gerçekçidir ki tüm günümüzü mahvedebilir. Bilinçaltının cilvesi işte.
Tabi benim gibi -dişi olmanın verdiği duygusallıkla engellenmediğim sürece- çoğu olguyu materyalist düşünen biri beyninin de toprağa gömüldüğünde mineralleşip ağaçta meyve olacağını bilir. Hepimiz zombi gibi beyin yiyoruzz!

Ama evrende ya da başka bir yerde bir resurrection makinesi olmadığından da emin olamayız. İnsan bedeni yaratmak o kadar zor olmamalı. Belki çeşitli evrenlerde birçok kopyamız var sonra da ölünce hafızamız reload oluyor birine. Belki de bundan önce ölen insanlar gerçekten yok oldu belki de bilmemkaç ışık yılı uzaklığında bir resurrection planette yeniden hayat buldular. Ruhun başka bir beden bulması değil dediğim yani beyinler arası data-sharing gibi birşey. Hani izlemişseniz Surrogates'te vardı veya Gamer'da. Gazetede yeni nesil telefonların touchscreen değil, kaba tabirle thinkscreen olduğunu okumuştum. Çok hayret verici değil mi?

Şimdi gelelim bilinçaltına niye cehennem dediğime;
Hafızamızda ne kadar kötü anı pişmanlık varsa hep onun yüküyle varolacağız. Kıssadan hisse iyilikler yapmalı, bize taşla gelene biz aşla gitmeli, herkese gülümsemeli ve otobüste yaşlılara yer vermeliyiz :P Of çok dandik oldu ya. O zaman şu an neden eski hayatlarımı hatırlamıyorum?? Şimdi hatırlamıyorsam başka bir yerde hortladığımda da şimdiki beni anımsamayacağım. Bir insanı "özgün birey" yapan şeyler hafızası, beyin yapısı ve görünüşüdür.
. A-aa Evreka! Diyelim ki ben 60 yaşında öldüm sonra 60 yaşındaki halim olan diğer bedene aktarıldım 3 sene sonra tekrar öldüm 63 yaşındaki bedenime aktarıldım fakat gittikçe yaşlanıyorum daha ne kadar yaşayabilirim? Ölümsüzlük denen şey bu olmamalı. Bu yüzden de yeni bebek vücudunda can buluyoruz.. Cık bu fikri de sevmedim hem işin içine ruh girdi şimdi reenkarnasyondan bahsetmiş oldum. Bu arada enkarnasyon ruhun vücut bulması anlamına geliyor. Yani aslında tüm semavi dinlerde reenkarnasyon kuralı var.

Şu an ciddileştim.
Bir döngü içindeyiz biliyorum hatta insan kendisinin tanrısı olmalı. İnsan tanrı olacak zekaya teknolojiye bilgiye beceriye sahip olduğunda kendi çocuklarını yaratmak isteyecektir. Hatta yaratmaya başladı bile evet evet robotlar! Günlük hayatımızda kullanımı yaygınlaştığında hepimiz önce küçümseyeceğiz smart androidleri. Sonuçta insanız biz ruhlarımız var onları kutsal tanrımız yarattı. Ama bizim duygularımız kaynağı nasıl kalbimiz değil beynimizse bu android yaratıkların da bizim gibi hisleri sezgileri olacağı kesin. Önceden insanlığa itaat etmeye programlansalar bile tıpkı bizler gibi evrim geçirecekler. Belki de isyan edecekler, biliyorum fantastik bilimkurguları tekrarlıyorum şu an ama dünyanın kaderinin bu olduğuna inanıyorum. Asıl can alıcı nokta; robotlar da insanın yarattığı bir canlı olduğundan yani insansı özellikler taşıdığından tanrılaşmak isteyecek tıpkı bizim gibi. Böylece insana en çok benzeyen yaratığı icat etmeye çalışıcak.
Diğer bir teori  belleklerimizi daha güzel vücutlu, hastalıklara karşı dayanaklı, doğurgan, uzun ömürlü cyborglara cylonlara aktarabileceğimiz. Buna transhümanizm diyorlar yani insanı daha üstün bir yaratık haline getirmek. Artık bunu insan robot ilişkisinin hangi evresinde gerçekleştirebiliriz görmeye benim ömrüm yeter mi merak ediyorum. Gerçi bu olay şu an mümkün olsa bile benim naçizane belleğimin ölmesini engellemek için kim girişimde bulunur o var :D Anca insan ırkı tükenmeye yüz tutarsa işte..

Bunu Okuyup da Anlayabilen Cennetlik

Fertile kelimesi tureng sözlüğe göre amerikan aksanında fördıl, ingiliz ve avustralyan aksanında förtayıl diye telaffuz ediliyor. Tamamdır anladık buraya kadar.
Fertilization kelimesi yine tureng sözlüğe göre amerikan ve avustralyan aksanında fördılayzeyşın, ingiliz aksanında förtılızeyşın diye telaffuz ediliyor.
En istikrarlı olan avusturalyan aksanını tebrik eder başarılarının devamını dilerim. Avustralyan kelimesini de şu an ben türettim. Ne deseydim avustralya aksanı avustralyalı aksanı?
Fakat kafam karışık şimdi ingiliz aksanında i'ler daha çok ay diye okunmaya meyilli. Niye fertile'ın i'sini ay diye fertilizationun i'sini i şeklinde okuyoruz? Yoksa bunların hepsi tureng sözlüğün bir oyunu mu?
Veyahut hecesine göre mi değişiyor ay diye mi i diye mi okuyacağımız? Bir filolog lazım belki de bana :(

Sabahları Günaydın Demekten Nefret Ederim

Her ademoğlu ve her havvakızı kendi ruhunu pür-i pak zanneder. Arada sırada kötü şeyler yaptığını fark etse de her zaman haklı bir sebebi vardır. Mesela hayat ona adil davranmamıştır, arkadaşlarından kazık yemiştir, sevgilisi tarafından aldatılmıştır veya toplumdan dışlanmıştır falan filan. Aslında özünde iyidir masumdur ama yaşam şartları onu bazı şeyleri yapmaya mecbur etmiştir. Bunların hepsi uyduruk bir savunma mekanizmasıdır. "Özünde iyi bir insan" martavallarını bir kenara bırakalım şayet özümüzü oluşturan bir şey varsa o da kesinlikle bencillik, dolayısıyla da kötülük.
Eğer ki kime göre kötü neye göre kötü diyecek olursanız;
Toplum zararına eylemlerde bulunan kişilere kötü deriz. Kötü kalpli. Ben hiç kendisini umusamayan kendi canını acıtan kişilerin kötü olarak nitelendirildiğini duymadım. Ancak acınası deriz sorunlu deriz psikopat deriz ama kötü dememiz için iki kişiye ihtiyaç vardır. Katil ve maktül.

Neden bilmiyorum ama diğer insanları daima bizden daha sinsi daha yapmacık ve daha  menfaat düşkünü buluyoruz. Biz hep maktülüz tabii.

Fakat ben ne kadar habis bir yaratılışlı bir ruh olduğumu biliyorum ve kabullendim. Tüm insanlar benim gibi olsa hayat yaşanılmaz hale gelirdi heralde.

Çirkinliklerden nefret ederim. Hem nesneler hem objeler için geçerli bu. Mesela otobüse binmek bu yüzden bir işkencedir benim için. Fiziksel zorluğu bir yana bir sürü insan yüzü ve vücudu incelemek zorunda kalıyorum. Bir sürü pis ya da kötü giyinmiş insan nereden geldiğini bilmediğim bir yaşama sevinciyle sokaklardalar. Bunu yazan da kendini dünyanın 8. harikasın zannetmiyor merak etmeyin. Bu tuhaf mükemmelliyetçilik sayesinde aynaya bakmaktan kaçtığım zamanlar oluyor veya dışarı çıkmak istemediğim..

 İnanılmaz derecede kindarım mesela çoğu zaman ailemi suçlarım mutsuz çocukluğum için, ellerinden o zamanlar bir şey gelmeyeceğini bildiğim halde.
Bir de lüzumsuz alınganlıklarım had safhada. Sanırım bunun altında hem "bana böyle davranamazsın" egosu hem de klasik sevdiği kadar sevilmeme korkusu var. Fakat bu duygusallık kinle birleşince kaçınılmaz bir intikam alma dürtüsü meydana getiriyor. Gereğinden fazla acımasız olabiliyorum. İhtiyacım geçtiğinde arkadaşlarından benim kadar kolay vazgeçebilen insan az. Vefasızlık dizboyu.

Bir ara çok garip takıntılar edindim mesela biri benimle iki defa konuştu ben onunla üç defa konuştum diye sinirlenir böyle saçma sapan şeylerin çetelesini tutar bir daha o kişiyle -benimle 5. defa konuşmadan- irtibata geçmezdim. Kimseyle ilk defa konuşan ben olmamak için de dikkat ederdim hala da ediyorum galiba. Ve şu an gerçekten menfaatim dışında kimseyle ilişki kurmuyorum.

Buraya kadar okuduk necis yaratılışıma dair aklıma gelen ilk örnekleri sundum tamam diğer bölüme geçelim:
-Kendimi kötü olarak nitelendirmekten zevk alma sebebim yaşadığım talihsiz arkadaşlıkları, hatırlamak istemediğim öğrencilik hayatını kendime mal etmeye çalışmam. Böylece ben insanlara iyi davranırken onların bana kötü davranmış olma lükslerini yok ediyorum. Herşey benim suçum benim düşüncesizliğim benim kendini beğenmişliğim bla bla tüm yük tüm sorumluluk bende olmalı. Ama hiçbir şey benim saflığımdan iyi niyetimden nezaketimden karşı tarafa olan mesnetsiz güvenimden kaynaklanmamalı. Haksızlığa uğradığımı düşünürsem midem yanıyor öfkeden kendimi dağlara taşlara vurasım geliyor içim yanıyor içim.
Diğerlerinin benimle ilgili olan fikirlerini fazla önemsememle mi başladı bu durum yoksa böyle olduğum için mi edilen her lafla kendimi sorguluyorum bilmiyorum. Bildiğim birşey varsa o da özgüvensiz insanların çevresindekileri bu derece kıçına takması. Gerçi şu aralar baya hafifledi söyleyenenlere göre kendimi yargılamam. Neyse.

Mükemmelliyetçilikle mi alakalı bilmiyorum ama kaç yaşımda olursam olayım geçmişimden nefret ediyorum gece uyuyamadığımda bana işkence eden pişmanlıklar keşkeler gırla..

Belki de gerçekten garabet gudubet hilkat garibesi bir şeyim. Belki de kendimi gereğinden fazla eleştiriyorum sanki insan olmaktan utanıyorum.

Basmakalıp Saçmalıklar-2

"Yaptığın ne olursa olsun en mükemmelini yap" vb türevleri laflar da basmakalıp saçmalıklardan biridir.
Kanımca mükemmelliyetçilik genetik bir özellik. Bende de fazlaca bulunmakta, annemin babası olan dedemden geçmiş olmalı. Dedem, en basitinden bir sofraya oturduğunda bile tabakları çekiştirir tuzlukların yerini değiştirir kendi zevkine göre ayarlardı masayı.
Aynı şekilde torunu olan bendeniz de kusursuzluk takıntısı içinde ve bundan muzdarip. Bir şeyi profesyonel olarak yapamayacağıma inanırsam o işe başlayamam.

Aynı zamanda bu mükemmelliyetlik arayışı aşırı kontrolcü olmaya da yol açıyor. İnsan ilişkilerinde, kişiden kişiye değişen roller belirlerim ve o çizgiden çıktığımı hissedersem rahatsız olurum.

Kötü göründüğümü düşündüğüm günler zorunlu olarak dışarı çıkmam gerektiğinde işkence çekerim. Kötü gözükmekten kasıt da iki tırnağımın kırılmış olması olabilir mesela.

Öğrencilik hayatım boyunca doğru düzgün defter tutamamışımdır çünkü el yazım çirkinleştiğinde silip tekrar yazıyorum silip tekrar yazıyorum,  ben beğenene dek tekrar edebilir birkaç sefer. Hep ders kitaplarının tepelerine kenarlarına not alırım.

Gardrobum mağaza raflarındaki kadar muntazam katlanıp yerleştirilmiştir. Bide nesneleri aklımda gruplandırmadan yerleştiremem. Bu çekmecede şu mevsimlik şu renk şu tarz şeyler olmalı.
İster ev dekorasyonu olsun ister kıyafet bütünlüğü, tarzlar renkler uymalıdır. Mesela bizim ısıtma sistemimiz mazotlu kaloriferdi. İşte doğalgaz daha ucuz diye ona geçildi ve heryerden boru fışkırdı! Kazan dairesinde yaşıyor gibi hissediyorum kendimi ruhum çürüyor ya böyle lanet garabet borular odamdan geçiyor bir de ya. Hani evin stili fütüristik falan birşey olsa borular gözüme batmayacak.

Gecekondulara bakınca acı çekeniniz var mı? Yok yok insanların hallerini düşündüğümden değil malesef, evler çok çirkin.Türkiyede gecekondulaşma 1949 yılından itibaren imar affı nedeniyle devamlı artmış. İmar affı dedikleri şey bir yapı ruhsatsız inşa edilmiş olsa bile imar planına uyuyorsa yıkılmaması. Böyle eğreti zevksiz devlet binalarını kazımak kaldırmak gelmiyor mu içinizden yahu yaşama sevinciniz azalmıyor mu? Devlet hastaneleri devlet okulları hep tekdüze hep boğucu.

Anadolu köylerinden de bu yüzden nefret ederim yarısı iğrenç betonarme, yaşamak için değil barınmak için yapılmış evler. Şöyle yapsanız ya ahşaptan minik ahşap folklorik evler?

İzmirde de güzelyalı semtinin ismini aldığı tarihi yalıları yıkıp ruhsuz kullanışsız birbirinin aynı iğrenç apartmanlar dikmişler. Neyin kafasını yaşıyormuş izin verenler bilmiyorum. Googleda araştırmaya çalıştım neyi kafasını yaşadıklarını fakat emlak ilanları çıktı daha çok.

Osmanlı yapılarına hayran kalıyorum gerçi barok, gotik, art nouveau mimarisi de muhteşem işte benim sevmediğim modern mimari sanırım.
Frank Lloyd Wrightın tasarladığı bir evim olsun isterdim ee 21. yüzyıldayız sonuçta.

Tam bir rambler oldum neyse işte mükemmele ulaşma arzusu hayatınızı zorlaştırır hatta karartır bazı bazı.

Basmakalıp Saçmalıklar

Tiksindiğim basmakalıp cümlelerin başlıcalarındandır "öldürmeyen acı güçlendirir". Nietzsche söylemiş evet zamanında yere göğe sığdıramadığım biriydi fakat diğer insanlarda da olduğu gibi tanıdıkça zaaflarını komplekslerini görüp söylemlerinin zayıf yanlarını bulunca hayranlığım sona erdi. Hakeza Freud da aynı.

Neyse konumuz şu; çektiğimiz sıkıntıların yediğimiz kazıkların bizi biz yaptığını düşünürüz. Külliyen savunma mekanizması! Sizi siz yapmak ne demek yahu? Bu kadar mı memnunsun karakterinden hafızandan hayatına girmiş çıkmış insanlardan?
Bir şey söyleyeyim mi öldürmeyen acı garipleştirir.
Nevrotik yapar
obsesif kompulsif yapar
distimik yapar
paranoyak yapar
şizofrenik yapar
Yapar da yapar yani.

Kötü anılarınızdan kurtulmak istemez miydiniz daha özgür olmak? Evet mi? A-aa ne ayıp cık cık sizi siz yapan şey o kimliğiniz..
Farkında mısınız bilmiyorum ama kötü tecrübelerimiz bizi çoğu şeyi denemekten alıkoyuyor daha önyargılı ve hatta nefret dolu çoğu zaman da temkinli yapıyor. Bize herhangi bir katkı sağladığına da inanmıyorum. Kanıtı hepimizin çocukken daha mutlu olması.  En az hayal kırıklığı en az kin demek çocukluk..
Ben deneyimlerim itibariyle anti-hümanist, bencil bir garabet olup çıktım sanırım. Karamsarlığım ve şüpheciliğim, her yabancı insan ve her yeni durum için daimi hale geldi.  Şu hafıza sildirme olayı çok iyi baya iyi.
Holden Caulfield gibi algıladığım herşeye karşı bir doyumsuzluk içindeyim

Diyeceğim o ki hepimizin başından kötü olaylar geçiyor bunları bir kenara bırakarak yaşamaya devam etmemiz gerekiyor evet de böyle uyduruk savunma mekanizmalarına o kadar kaptırıp hayatın sırrını çözmüş gibi yok acıyla şekilleniriz olgunlaşırız bık bık beylik laflar etmeyelim. Bunun ilerlemiş hali kendini çilehaneye falan kapatmaktır. Bazı insanlar acı çekerek tanrıya ulaşacaklarını düşünürler yok nefis köreltmekmiş yok perdeleri indirmekmiş vs vs.

Benim bildiğim çileyse çıplak gerçekleri örtmemekle çekilir.