Sayfalar

Başlıklı

Bir kadın için en büyük işkence yeni yıla pijamalarıyla Victoria's Secret izleyerek girmektir herhalde.

Başlıksız

Girmeyeceğim hayır girmeyeceğim işte! Tek rakamları sevsem de buna hazır değilim.
Kutlamayacağım kutsamayacağım geleceği. Yas tutacağım vefakar bir dul gibi.
Dilek falan dilemeyeceğim, hiçbir yıl isabetli olmayan dandik yeni yıl burç yorumlarına da bakmayacağım!
Zavallı iki bin on'um tüyleri dökülen kısır bir kedi gibi kalmayacaksın ortada.
Ben seninleyim, herkes pek matah yeni yıla girerken biz hayaller tüttüreceğiz evlerin bacalarından yayılan dumanlarla.
Sen kuytuda takvimin unutulan yapraklarında, bense anca onun bilinçaltının unutulan anılarında yaşayacağım.
İkimiz de korkuyoruz sükut-u hayallerden. O yüzden mutluluğu düşlemeyi bıraktık. Aralık bitti ve kehanet tutmadı iki bin on. Olmadı.
Hayal kırıklarımız elinize ya da gözünüze battı mı?

Psikiyatriste Marş!

"17'sinde ateist 37'sinde sufi" işte bu insan güruhuna dahil olmak istemiyorum.
Tutunamıyorum fazla, bunu da biliyorum ama bir "loser" haline de gelmek istemiyorum.
Cumartesi psikiyatristle randevum var.

Belirli Kişilere Açıkmış

İzlediğim bloggerlardan bazıları sadece davetliler okuyabilecek şekilde yeniden düzenliyorlar bloglarını.
Bu alana girmeye izniniz yok yazısı çıkınca şaşırıyor insan.
Yazılanları istesem de göremeyeceğimi bilsem de bloggerın özel alanına taciz etmek istiyormuşum gibi bir izlenime kapılıyorum ve izlemeyi bırakıyorum. Bir nevi yüzsüzlük sanki.

Schopenhauer'in Aşk Yorumu

Schopenhauer ve Aşk

Kırık bir kalbin tesellisini kim ve nasıl verebilir? Böyle anlarda kendimizi, aşılması olanaksızmış gibi gelen bir durumun ortasında buluruz. Aşk acısının fiziksel acılardan daha ağır geldiğini konuşmalarımızda sürekli dile getiririz. Nasıl bir teselli bizim bu durumdan çıkmamızı sağlayabilir?
Filozofların aşk konusunu kayıtsız kalmalarına şaşıran Schopenhauer şöyle diyordu:

‘‘İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı.’’

Schopenhauer’a göre aşkın amacı, insanın gelecekteki varlığını sürdürme isteğidir. Birini bir kez daha görmek için bilinçli ve çok yoğun bir istek duyduğumuzda bunun nedeni, bilinçdışında bir gücün bizi üremeye ve bir sonraki kuşağı yaratmaya doğru itmesidir. Aşkta seçici olunmasının nedenini de çocuk sahibi olma isteğine bağlayan Schopenhauer’a göre, her önümüze gelene aşık olamayız çünkü herkesle sağlıklı çocuklar yapamayız. Yaşam irademiz bizi, güzel ve zeki çocuklar dünyaya getirme şansımızı yükseltebilecek kişilere doğru itmektedir.
‘‘İlk kez bir araya gelen ayrı cinsten iki genç insanın birbirlerini farkında olmadan ama derin bir ciddiyetle, araştıran, inceleyen bakışlarla süzmelerinde, birbirlerinin bedenlerini biçimsel açıdan ayrıntılı biçimde gözden geçirmelerinde ilgi çekici bir yan vardır. Aslında, bu araştırma ve inceleme sırasında, tür ruhu, bu iki insanın birleşmesinden ortaya nasıl bir birey çıkabileceğini hesaplamaktadır’’

Kişi, aşık olduğu biri tarafından reddedilince büyük üzüntü duyar. Schopenhauer bu üzüntüden bizi çıkaracak bir teselliyi verir. Kişi, kimsenin sevmeyeceği biri olarak dünyaya gelmez. Bu durumda kendimizden nefret etmemize hiç gerek yoktur. Bir gün, bizi çok beğenen, bizimleyken çok doğal ve açık davranan birine rastlayacağız. Her reddedişte bilinmelidir ki, yaşama iradesi iki kişinin çocuk yapmasını istememiştir. Schopenhauer şu sözleriyle bizi teselli etmeye çalışır:

‘‘Bir erkekle bir kadın arasında aşk yoksa, bu onların birleşmesinden ortaya ancak kötü biçimlenmiş, mutsuz, kendi içinde uyumdan yoksun bir varlığın çıkacağına işarettir.’’


***Bu insanlar(Schopenhauer, Nietzsche) aşk acısı yaşayıp farkındalıklı bireyler haline gelmişler sanırım. Yani hayatlarının belirli bir döneminden sonra aşk ızdırabı çekmişler o kesin de aşkları yüzünden mi kukuman kuşu gibi düşüncelere dalmışlar, yüzeysel genel insan dünyasının altında yatan gerçekleri fark etmişler onu merak ettim. Gerçi Cosmopolitan'da yer alan bilgilere göre Schopenhauer ömrü boyunca kara sevdanın kara musibetinden kurtulamamış o yüzden farkındalık lanetine uğramış ama o derginin bilgilerine ne derece itimad edilir bilemiyorum. Kuaförde zaman geçsin diye Cosmopolitan okurken karşıma böyle bir şey çıkınca da nasıl şaşırdım. Neyse çekim yasası.

***Ben hep diyorum aşk biyolojik kökenli bir olgu. Ruhların yok çarpışması yok sürtüşmesi bilmem neyiyle tamamen alakasız. Adam 18. yy'da kavramış olayı. Bir de balık burcu ya kıyamam. =(

Başlıksız

Burkay Özge'ye
-"Tabi senin için ideal hayat kitap okumak tiyatroya gitmek ve sevişmekten ibaret." demiş.
Hak vermemek elde değil.

Tutunmasam ve Hostes Olsam

İnsanlara, ancak benim yanımda oldukları zaman güveniyordum.
Benden ayrılınca beni yargılamaya başlayacaklarını ve tekrar bana döndüklerinde, artık eski sevgilerinin tükenmiş olacağını düşünerek korkuyordum.
İnsanlara çok önem veriyordum aslında. Benim için ne düşünecekler diye içim titriyordu.
Yatağa yatınca, o gün yapmış olduğum aptallıkların utancı içinde kıvranırken, bütün bu kusurlarımı onların da görmüş olduğunu ve onların da yatağa yattıkları zaman, benim gibi, olayları gözden geçirince benim saçmalamış olduğumu birden göreceklerini ve benden nefret edeceklerini, daha kötüsü, artık bana aldırmayacaklarını düşünüyordum.

Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Tutunamayanlar'ın ne anlattığı hakkında tutunmuş bir fikrim yokken bile nedense romanın içinde hep kendimi bulacağımı düşünmüştüm. Net fikir sahibi olmamamın sebebi çevremin kitabı okumaya başlayıp yarım bırakmış insanlarla(edebiyat öğretmenimiz dahil) dolu olmasıydı. Bittabi her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Bugün kitap içeriğini araştırırken netten karşıma çıkan;
Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim'in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır.
Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim'in görüntüsü, Turgut'un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut'un gözünde netlik kazanacaktır.
Romanda bir çok kişi vardır ama her biri aslında Selim'in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık'ı aydınlatır.
Selim Işık "düşünen ve sorgulayan insan"ın simgesidir ve bu yüzden "tutunamamış"tır.

içerik açıklamasıyla kitaba vuruldum.

Ama maalesef Temmuz'a kadar ne Tutunamayanlar'a ne de başka uzun soluklu bir romana el sürebilirim. Malum lanet sınav senesi ve ben aklınagelebilecektümküfürlerisırala testleri çözmekle uğraşmalıyım. Aslına bakarsak ne sorulara ne okula ne de dersaneye tutunabiliyorum. İyi bir üniversite demek iyice akademik rekabet ve hırs ortamı demek benim için. Şu anki okulumdan biliyorum, insanlar burayı kazanmak için taklalar atmışlardı (tabi ben dahil.)

Paylaşmak istediğim kitap alıntıları, anlatmak istediğim filmler var. Özellikle "Nietzsche Öldü Ve Bir Hipopotam Olarak Yeniden Doğdu" kitabından, Jack Kevorkian'dan bahsetmek istiyorum ama çok detaylı olacağı için sürekli erteliyorum. Şimdilerde İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'nı okumak için mücadele veriyorum. Okul-dersane-özel ders maratonunda mola verirken kitap okumaya çalışmak gerçekten kolay değil. Makinist'i izleyeceğim, izleyemiyorum vicdanım logoritmik fonksiyonların türevini al diyor.
Fakat zamanımın çoğunu daha ziyade insanlara -bana verdikleri değerden daha çok- değer vermemeye çalışmakla geçiriyorum bla bla. Bu işte başarılı olduğum da söylenemez.
Ama nedense şu an mutlu gibiyim. Nedenini sorguladığımda uçup gidecek bir mutluluk olsa da mutluyum ya fark etmez.

Matematikle uğraşmak yerine kitap yazabilirim, edebiliği hakkında şüpheye düşerim ama yazarım, çocuk masalı olur belki ama olsun yine de yazarım.
Hostes mi olsam diye düşünüyorum bu ara. Maddi olanakları falan da iyi. Tam da benlik meslek! Yüzeyselliğimi ön planda tutsam daha da mutlu olacağım evet.

Boşluğa Düşmek Yerine Yanlışa İnanmak

Yayınladığım son postların epey yüzeysel olduklarını fark etmedim değil.
Sorun şu ki insanları irdelemek ya da kendimi fazlaca didiklemek istemiyorum. Kaldı ki istesem de yapamam çünkü fenomenal duygularım konusunda umursamaz bir kararsızlık içindeyim. İşin garip kısmı (aslında düşününce garip olmayabilir) bu durumdan bayağı hoşnutum.

Üstümde boşvermişliğin sersemliği olduğu sürece de mutlu ve huzurluyum.
Bir çeşit uyuşukluk içindeysem eğer, bu durum hayatımın geri kalanı boyunca sürsün istiyorum.

Önceki yazıda güçlü olmak istediğimden bahsetmiştim, hala istediğim kadar güçlü olmasam da bir kaç aydır canıma okuyan melankolikliğimi körükleyen etkeni artık umursamıyorum.

İnsanlar uzun süre bir şeye inanınca, o inancın artık karakterlerinin bir parçası olduğunu düşünürler. Çoğu zaman inançlarının yanlışlığından şüphe etseler de bu yanlış inançlarını inançsızlığın boşluğuna yeğ tutarlar.

Sanırım benim de bana zarar veren ve kendilerinden vazgeçemediğim düşünce sistemlerim yerleşmiş davranışlarım vardı. Ve yine sanıyorum ki onlar artık yoklar.
"Herkesin kendi doğrular vardır" derler. Oysa keramet kendi doğrularınla değil kendi doğrularını oluşturmadan yaşayabilmekte.

Nihilizm karşısında saygıyla eğiliyoruz.

Kendime Güçlü Bir Karakter Yaratmalıyım

  • İki arkadaşın kavga ettiğini gördüğünüzde fazla bağıranın en fazla seven olduğunu bilin yeter.

  • Güçlü olmak istiyorum güçlü gözükmek değil. Güçlü gözükmeye çalışırken giderek yapmacık biri haline geliyorum .

    İnsan bazı şeyleri sadece kendine mi saklamalı?
    Çünkü içimden geçenleri dışa vurduğumda bütün zayıflığım gözler önüne seriliyor.
    Duygusal olduğumu bildikçe ve başkalarına da "ben duygusalım" dedikçe daha mı çok melankolikleşiyorum? Ya da benim kendimi anlatmalarımla hiçbir duygu durumum değişmiyor yalnızca içi dışı bir, doğal biri mi oluyorum?

    Kendimi diğer insanlardan korumak için ne yapmam gerekiyor? Onları sevdikçe kendime zarar veriyorum, kendimi yıpratmayı nasıl engellerim?

    Bu kadar duygusal olma
    diyenlerden bana mantıklı olmayı öğretmelerini istesem?

    İnsanlara hayatın her alanında muhtaç olmaktan duyduğum utanç, nefretimle karışınca dengesiz bir canavara dönüşür müyüm?
    -Dönüşürüm.


    Bugün iki maddeyi birbirinden bağımsız olarak; birini içimde birini dışımda hissettim. Çok kapalı anlam var. Çok da açık anlam var. Ya da herhangi bir anlam var mı?
    Kafayı üşütmek?
    Bugün İzmir'e yıllar sonra kar yağdı.
    Saçım kar oldu.
    Kafayı üşütmek?
    Tecahül-i Arif.
    İstifham.

Distimik Yaptıran Lise

Bugün bizim sınıftaki bilinçli hayvanların eğlencesi geçen yılın andaçıydı.
Mezun dedikoduları...
-"Ah tanrım bu kız çok korkunçtu hiç göğsü yoktu tahta gibiydi!" diye bir çığlık yükseldi leşe üşüşen akbabaların birinden.(Abartmıyorum aynen böyle dedi.)
Diğer akbaba, kızın birinin makyajını abartılı bularak fotoğrafını beğenmedi çok montaj yapmışlar diye de ekledi.
Öteki yavşakça sırıtarak "-bu çocuğun annesi evlere temizliğe gidiyormuş sonradan zengin olmuşlar." dedi.
Sınıfın yarısına tekabül eden dişi ve erkek canlılar böylece eğlendiler, şen oldular, kahkahalar attılar.
Dedikodu yapan insanlara dikkat edin. Çoğunun beden dili taze ete yaklaşan yırtıcı hayvanların jest ve mimiklerini yansıtır... Sinsi ve muzaffer.
Bu durumda "insanlar neden böyle?"nin ceremesini çekmek yine bize düştü.
Hala alışamadık dünyanın insanlarına neyse zaten biz ütopik varlıklarız.
Ben ve sevdiğim birkaç arkadaşım.
Neyse andaç da zaten yapaylığın daniskası. O yüzden andaç almayacağız hatta kep törenine de katılmayacağım.
Lise ne kadar saçma bir yer lise ne kadar saçma bir dönem...
Neyse belki de bunların hepsi ben distimik olduğum içindir.
Bir sonraki yazının konusu da "distimi".
Neyse belki de en fazla ihtiyacımız olan kelime.

Kim En Sevdiğin

"En"lere karar vermek her zaman için zordur.
Özellikle yokluğuna en dayanamadığın, ilgisine en muhtaç olduğun, uzağında kalınca en fazla özlediğin yani en çok değer verdiğin kişiyi seçmek zordur.
Şu hayatta en fazla kimi seviyorsun?

Benim tercihim babam.
Baba seni seviyorum.

Yok yok bu sıradan bir elektra kompleksinin uzantısı değil. Çocukken "babam gibi biriyle evleneceğim ben" desem de hatta annemi sevmesem de... I-ıh değil elektra değil.
Birisini güdüler ya da çıkarlar hariç sevemez miyiz sanki?
-Aslında hayır.

Tamam diyelim ki onu çıkarlarım için seviyorum ama genetik babam olduğu için değil. Beni sevdiği için seviyorum.
Peki o beni güdüleri sayesinde mi seviyor?
-Hayır çünkü babalık hormonu diye bir şey yok sadece kendini babalığa psikolojik olarak hazırlayabilir, biyolojik bir zorunluluğu yok. Zorunluluğu olmadığı halde beni ben olduğum için seviyor.

Belki de yeryüzünde bulabileceğim en anlayışlı en şefkatli ve çocuklarının kararlarına en özgürlük tanıyan baba o.
Mutlu olmak, şanslı hissetmek için en azından bir sebebim, babam var.

Baba seni seviyorum.