Sayfalar

Başlıklı

Bir kadın için en büyük işkence yeni yıla pijamalarıyla Victoria's Secret izleyerek girmektir herhalde.

Başlıksız

Girmeyeceğim hayır girmeyeceğim işte! Tek rakamları sevsem de buna hazır değilim.
Kutlamayacağım kutsamayacağım geleceği. Yas tutacağım vefakar bir dul gibi.
Dilek falan dilemeyeceğim, hiçbir yıl isabetli olmayan dandik yeni yıl burç yorumlarına da bakmayacağım!
Zavallı iki bin on'um tüyleri dökülen kısır bir kedi gibi kalmayacaksın ortada.
Ben seninleyim, herkes pek matah yeni yıla girerken biz hayaller tüttüreceğiz evlerin bacalarından yayılan dumanlarla.
Sen kuytuda takvimin unutulan yapraklarında, bense anca onun bilinçaltının unutulan anılarında yaşayacağım.
İkimiz de korkuyoruz sükut-u hayallerden. O yüzden mutluluğu düşlemeyi bıraktık. Aralık bitti ve kehanet tutmadı iki bin on. Olmadı.
Hayal kırıklarımız elinize ya da gözünüze battı mı?

Psikiyatriste Marş!

"17'sinde ateist 37'sinde sufi" işte bu insan güruhuna dahil olmak istemiyorum.
Tutunamıyorum fazla, bunu da biliyorum ama bir "loser" haline de gelmek istemiyorum.
Cumartesi psikiyatristle randevum var.

Belirli Kişilere Açıkmış

İzlediğim bloggerlardan bazıları sadece davetliler okuyabilecek şekilde yeniden düzenliyorlar bloglarını.
Bu alana girmeye izniniz yok yazısı çıkınca şaşırıyor insan.
Yazılanları istesem de göremeyeceğimi bilsem de bloggerın özel alanına taciz etmek istiyormuşum gibi bir izlenime kapılıyorum ve izlemeyi bırakıyorum. Bir nevi yüzsüzlük sanki.

Schopenhauer'in Aşk Yorumu

Schopenhauer ve Aşk

Kırık bir kalbin tesellisini kim ve nasıl verebilir? Böyle anlarda kendimizi, aşılması olanaksızmış gibi gelen bir durumun ortasında buluruz. Aşk acısının fiziksel acılardan daha ağır geldiğini konuşmalarımızda sürekli dile getiririz. Nasıl bir teselli bizim bu durumdan çıkmamızı sağlayabilir?
Filozofların aşk konusunu kayıtsız kalmalarına şaşıran Schopenhauer şöyle diyordu:

‘‘İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı.’’

Schopenhauer’a göre aşkın amacı, insanın gelecekteki varlığını sürdürme isteğidir. Birini bir kez daha görmek için bilinçli ve çok yoğun bir istek duyduğumuzda bunun nedeni, bilinçdışında bir gücün bizi üremeye ve bir sonraki kuşağı yaratmaya doğru itmesidir. Aşkta seçici olunmasının nedenini de çocuk sahibi olma isteğine bağlayan Schopenhauer’a göre, her önümüze gelene aşık olamayız çünkü herkesle sağlıklı çocuklar yapamayız. Yaşam irademiz bizi, güzel ve zeki çocuklar dünyaya getirme şansımızı yükseltebilecek kişilere doğru itmektedir.
‘‘İlk kez bir araya gelen ayrı cinsten iki genç insanın birbirlerini farkında olmadan ama derin bir ciddiyetle, araştıran, inceleyen bakışlarla süzmelerinde, birbirlerinin bedenlerini biçimsel açıdan ayrıntılı biçimde gözden geçirmelerinde ilgi çekici bir yan vardır. Aslında, bu araştırma ve inceleme sırasında, tür ruhu, bu iki insanın birleşmesinden ortaya nasıl bir birey çıkabileceğini hesaplamaktadır’’

Kişi, aşık olduğu biri tarafından reddedilince büyük üzüntü duyar. Schopenhauer bu üzüntüden bizi çıkaracak bir teselliyi verir. Kişi, kimsenin sevmeyeceği biri olarak dünyaya gelmez. Bu durumda kendimizden nefret etmemize hiç gerek yoktur. Bir gün, bizi çok beğenen, bizimleyken çok doğal ve açık davranan birine rastlayacağız. Her reddedişte bilinmelidir ki, yaşama iradesi iki kişinin çocuk yapmasını istememiştir. Schopenhauer şu sözleriyle bizi teselli etmeye çalışır:

‘‘Bir erkekle bir kadın arasında aşk yoksa, bu onların birleşmesinden ortaya ancak kötü biçimlenmiş, mutsuz, kendi içinde uyumdan yoksun bir varlığın çıkacağına işarettir.’’


***Bu insanlar(Schopenhauer, Nietzsche) aşk acısı yaşayıp farkındalıklı bireyler haline gelmişler sanırım. Yani hayatlarının belirli bir döneminden sonra aşk ızdırabı çekmişler o kesin de aşkları yüzünden mi kukuman kuşu gibi düşüncelere dalmışlar, yüzeysel genel insan dünyasının altında yatan gerçekleri fark etmişler onu merak ettim. Gerçi Cosmopolitan'da yer alan bilgilere göre Schopenhauer ömrü boyunca kara sevdanın kara musibetinden kurtulamamış o yüzden farkındalık lanetine uğramış ama o derginin bilgilerine ne derece itimad edilir bilemiyorum. Kuaförde zaman geçsin diye Cosmopolitan okurken karşıma böyle bir şey çıkınca da nasıl şaşırdım. Neyse çekim yasası.

***Ben hep diyorum aşk biyolojik kökenli bir olgu. Ruhların yok çarpışması yok sürtüşmesi bilmem neyiyle tamamen alakasız. Adam 18. yy'da kavramış olayı. Bir de balık burcu ya kıyamam. =(

Başlıksız

Burkay Özge'ye
-"Tabi senin için ideal hayat kitap okumak tiyatroya gitmek ve sevişmekten ibaret." demiş.
Hak vermemek elde değil.

Tutunmasam ve Hostes Olsam

İnsanlara, ancak benim yanımda oldukları zaman güveniyordum.
Benden ayrılınca beni yargılamaya başlayacaklarını ve tekrar bana döndüklerinde, artık eski sevgilerinin tükenmiş olacağını düşünerek korkuyordum.
İnsanlara çok önem veriyordum aslında. Benim için ne düşünecekler diye içim titriyordu.
Yatağa yatınca, o gün yapmış olduğum aptallıkların utancı içinde kıvranırken, bütün bu kusurlarımı onların da görmüş olduğunu ve onların da yatağa yattıkları zaman, benim gibi, olayları gözden geçirince benim saçmalamış olduğumu birden göreceklerini ve benden nefret edeceklerini, daha kötüsü, artık bana aldırmayacaklarını düşünüyordum.

Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Tutunamayanlar'ın ne anlattığı hakkında tutunmuş bir fikrim yokken bile nedense romanın içinde hep kendimi bulacağımı düşünmüştüm. Net fikir sahibi olmamamın sebebi çevremin kitabı okumaya başlayıp yarım bırakmış insanlarla(edebiyat öğretmenimiz dahil) dolu olmasıydı. Bittabi her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Bugün kitap içeriğini araştırırken netten karşıma çıkan;
Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim'in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır.
Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim'in görüntüsü, Turgut'un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut'un gözünde netlik kazanacaktır.
Romanda bir çok kişi vardır ama her biri aslında Selim'in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık'ı aydınlatır.
Selim Işık "düşünen ve sorgulayan insan"ın simgesidir ve bu yüzden "tutunamamış"tır.

içerik açıklamasıyla kitaba vuruldum.

Ama maalesef Temmuz'a kadar ne Tutunamayanlar'a ne de başka uzun soluklu bir romana el sürebilirim. Malum lanet sınav senesi ve ben aklınagelebilecektümküfürlerisırala testleri çözmekle uğraşmalıyım. Aslına bakarsak ne sorulara ne okula ne de dersaneye tutunabiliyorum. İyi bir üniversite demek iyice akademik rekabet ve hırs ortamı demek benim için. Şu anki okulumdan biliyorum, insanlar burayı kazanmak için taklalar atmışlardı (tabi ben dahil.)

Paylaşmak istediğim kitap alıntıları, anlatmak istediğim filmler var. Özellikle "Nietzsche Öldü Ve Bir Hipopotam Olarak Yeniden Doğdu" kitabından, Jack Kevorkian'dan bahsetmek istiyorum ama çok detaylı olacağı için sürekli erteliyorum. Şimdilerde İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'nı okumak için mücadele veriyorum. Okul-dersane-özel ders maratonunda mola verirken kitap okumaya çalışmak gerçekten kolay değil. Makinist'i izleyeceğim, izleyemiyorum vicdanım logoritmik fonksiyonların türevini al diyor.
Fakat zamanımın çoğunu daha ziyade insanlara -bana verdikleri değerden daha çok- değer vermemeye çalışmakla geçiriyorum bla bla. Bu işte başarılı olduğum da söylenemez.
Ama nedense şu an mutlu gibiyim. Nedenini sorguladığımda uçup gidecek bir mutluluk olsa da mutluyum ya fark etmez.

Matematikle uğraşmak yerine kitap yazabilirim, edebiliği hakkında şüpheye düşerim ama yazarım, çocuk masalı olur belki ama olsun yine de yazarım.
Hostes mi olsam diye düşünüyorum bu ara. Maddi olanakları falan da iyi. Tam da benlik meslek! Yüzeyselliğimi ön planda tutsam daha da mutlu olacağım evet.

Boşluğa Düşmek Yerine Yanlışa İnanmak

Yayınladığım son postların epey yüzeysel olduklarını fark etmedim değil.
Sorun şu ki insanları irdelemek ya da kendimi fazlaca didiklemek istemiyorum. Kaldı ki istesem de yapamam çünkü fenomenal duygularım konusunda umursamaz bir kararsızlık içindeyim. İşin garip kısmı (aslında düşününce garip olmayabilir) bu durumdan bayağı hoşnutum.

Üstümde boşvermişliğin sersemliği olduğu sürece de mutlu ve huzurluyum.
Bir çeşit uyuşukluk içindeysem eğer, bu durum hayatımın geri kalanı boyunca sürsün istiyorum.

Önceki yazıda güçlü olmak istediğimden bahsetmiştim, hala istediğim kadar güçlü olmasam da bir kaç aydır canıma okuyan melankolikliğimi körükleyen etkeni artık umursamıyorum.

İnsanlar uzun süre bir şeye inanınca, o inancın artık karakterlerinin bir parçası olduğunu düşünürler. Çoğu zaman inançlarının yanlışlığından şüphe etseler de bu yanlış inançlarını inançsızlığın boşluğuna yeğ tutarlar.

Sanırım benim de bana zarar veren ve kendilerinden vazgeçemediğim düşünce sistemlerim yerleşmiş davranışlarım vardı. Ve yine sanıyorum ki onlar artık yoklar.
"Herkesin kendi doğrular vardır" derler. Oysa keramet kendi doğrularınla değil kendi doğrularını oluşturmadan yaşayabilmekte.

Nihilizm karşısında saygıyla eğiliyoruz.

Kendime Güçlü Bir Karakter Yaratmalıyım

  • İki arkadaşın kavga ettiğini gördüğünüzde fazla bağıranın en fazla seven olduğunu bilin yeter.

  • Güçlü olmak istiyorum güçlü gözükmek değil. Güçlü gözükmeye çalışırken giderek yapmacık biri haline geliyorum .

    İnsan bazı şeyleri sadece kendine mi saklamalı?
    Çünkü içimden geçenleri dışa vurduğumda bütün zayıflığım gözler önüne seriliyor.
    Duygusal olduğumu bildikçe ve başkalarına da "ben duygusalım" dedikçe daha mı çok melankolikleşiyorum? Ya da benim kendimi anlatmalarımla hiçbir duygu durumum değişmiyor yalnızca içi dışı bir, doğal biri mi oluyorum?

    Kendimi diğer insanlardan korumak için ne yapmam gerekiyor? Onları sevdikçe kendime zarar veriyorum, kendimi yıpratmayı nasıl engellerim?

    Bu kadar duygusal olma
    diyenlerden bana mantıklı olmayı öğretmelerini istesem?

    İnsanlara hayatın her alanında muhtaç olmaktan duyduğum utanç, nefretimle karışınca dengesiz bir canavara dönüşür müyüm?
    -Dönüşürüm.


    Bugün iki maddeyi birbirinden bağımsız olarak; birini içimde birini dışımda hissettim. Çok kapalı anlam var. Çok da açık anlam var. Ya da herhangi bir anlam var mı?
    Kafayı üşütmek?
    Bugün İzmir'e yıllar sonra kar yağdı.
    Saçım kar oldu.
    Kafayı üşütmek?
    Tecahül-i Arif.
    İstifham.

Distimik Yaptıran Lise

Bugün bizim sınıftaki bilinçli hayvanların eğlencesi geçen yılın andaçıydı.
Mezun dedikoduları...
-"Ah tanrım bu kız çok korkunçtu hiç göğsü yoktu tahta gibiydi!" diye bir çığlık yükseldi leşe üşüşen akbabaların birinden.(Abartmıyorum aynen böyle dedi.)
Diğer akbaba, kızın birinin makyajını abartılı bularak fotoğrafını beğenmedi çok montaj yapmışlar diye de ekledi.
Öteki yavşakça sırıtarak "-bu çocuğun annesi evlere temizliğe gidiyormuş sonradan zengin olmuşlar." dedi.
Sınıfın yarısına tekabül eden dişi ve erkek canlılar böylece eğlendiler, şen oldular, kahkahalar attılar.
Dedikodu yapan insanlara dikkat edin. Çoğunun beden dili taze ete yaklaşan yırtıcı hayvanların jest ve mimiklerini yansıtır... Sinsi ve muzaffer.
Bu durumda "insanlar neden böyle?"nin ceremesini çekmek yine bize düştü.
Hala alışamadık dünyanın insanlarına neyse zaten biz ütopik varlıklarız.
Ben ve sevdiğim birkaç arkadaşım.
Neyse andaç da zaten yapaylığın daniskası. O yüzden andaç almayacağız hatta kep törenine de katılmayacağım.
Lise ne kadar saçma bir yer lise ne kadar saçma bir dönem...
Neyse belki de bunların hepsi ben distimik olduğum içindir.
Bir sonraki yazının konusu da "distimi".
Neyse belki de en fazla ihtiyacımız olan kelime.

Kim En Sevdiğin

"En"lere karar vermek her zaman için zordur.
Özellikle yokluğuna en dayanamadığın, ilgisine en muhtaç olduğun, uzağında kalınca en fazla özlediğin yani en çok değer verdiğin kişiyi seçmek zordur.
Şu hayatta en fazla kimi seviyorsun?

Benim tercihim babam.
Baba seni seviyorum.

Yok yok bu sıradan bir elektra kompleksinin uzantısı değil. Çocukken "babam gibi biriyle evleneceğim ben" desem de hatta annemi sevmesem de... I-ıh değil elektra değil.
Birisini güdüler ya da çıkarlar hariç sevemez miyiz sanki?
-Aslında hayır.

Tamam diyelim ki onu çıkarlarım için seviyorum ama genetik babam olduğu için değil. Beni sevdiği için seviyorum.
Peki o beni güdüleri sayesinde mi seviyor?
-Hayır çünkü babalık hormonu diye bir şey yok sadece kendini babalığa psikolojik olarak hazırlayabilir, biyolojik bir zorunluluğu yok. Zorunluluğu olmadığı halde beni ben olduğum için seviyor.

Belki de yeryüzünde bulabileceğim en anlayışlı en şefkatli ve çocuklarının kararlarına en özgürlük tanıyan baba o.
Mutlu olmak, şanslı hissetmek için en azından bir sebebim, babam var.

Baba seni seviyorum.


Gerçeklerle Yüzleşirken Acı Vermeyecek Kadar Tatlı Rüyalar

Acıyı nasıl tanımlarsınız?

Beynimdeki belirsizliğin midemi kazımaya orada bir boşluk oluşturmaya başlaması uzun zaman öncesine dayanıyor. O günden bu güne boşluk büyüyor, hayallerimin en naif olanlarını soğurarak ve sömürerek içimde habis bir ur gibi büyüyor.
Hayatıma musallat olan bu karadelik önceleri içimde var olacağı için hevesliydi, önceleri dediğim zamana -çektiğim acıları tecrübe diye adlandırma- dönemi de diyebiliriz, karadelik şimdiyse var olduğu için sonsuz bir haz içinde ve var oluşa karşı tarifsiz bir tutku duyuyor.
Boşluğun acısını çekiyorum, midem içine beton dökülmüşçesine kaskatı kesiliyor ve boğazım beton artığı tozlar yüzünden tahriş oluyor. Bu ritüeli her uykudan uyandığımda yaşıyorum, bilinçaltım kabuslarımı zaaflarım üzerine kurup benimle eğleniyor. Uyandığımda içimin burkulduğu tatlı rüyalar da gösteriyor ve güçsüzlüğümü sindirip hayata dönmem için gerekli zamanı benden çalıyor. Bilinçaltım midemdeki karadeliği besliyor ve benden çok onu seviyor. Beton atılma törenime katılmak ister miydiniz?

Acı bir karadeliktir.
Uzaydaki karadelikler hakkında ne bilirsiniz?


Karadeliklerin en dip noktası kabul edilen yerde hacim sıfırdır ve bundan dolayı yoğunluk sonsuzdur. Bilimadamları hacmin sıfır olmasından yola çıkarak karadeliğin dibinin inanılmaz güçlü bir vakum etkisi ile her şeyi yok ettiğini düşünürler.
Maddeler için vardır diyebilirsiniz değil mi?
Bir şeyin madde olması için gerekli temel şartlardan biri de hacimdir.
Hacimsiz yani var olmayan bir şeye yokluk değil sonsuzluk diyoruz o zaman, değil mi?

Zihinsel acılarım bir saat önce beni kıvrandıran karın ağrısı gibi yok olmuyor tersine evriliyor ve kronik mutsuzluğa dönüşüyor. Acılar sonsuzdur ve tabii boşluk da...
Hiç bir estetik ameliyatın düzeltemeyeceği yamuk yumuk varlığımı eğreti hale getiren depresifliğimden ben de memnun değilim. Kendimi lanetlemem de bir işe yaramıyor aksine karadeliğimin tüm iştahıyla vücudumda hüküm sürmesi kolaylaşıyor.

Bir şeylerin yokluğu sonsuz azap kaynağı. Ve ben olmasını istediğim şeyleri yoktan var edemiyorum. Yine de isimlerini sayabileceğim varlıklar zihnimden bağımsız olarak var olmadığı için duyduğum rahatsızlıktan daha çok varlığın var olmasından rahatsız oluyorum. Sindirilmesi zor bir cümle öyle değil mi?
Acılar statik, acıya götüren yollar parametriktir.
Acı varlıkta ve yoklukta yanınızda olan en sadık yoldaşınızdır.
Bazıları da acıyı insan olmanın gereği olarak görürler. Bence onlar yeterince acı çekmemişlerdir.
Bunu yazarken içimdeki soğuk ve bitkin ses "Çaresizlik acıdır, acı çaresizliktir. İnsan çaresizdir. Acının tanımını yapsa bile çaresizdir karnı ağrıdığında daha da çaresizdir." dedi.
İçinizdeki sesin sizi sevmediğini ne zaman anlarsınız?

Peki umut çaresizlerinin yapabildiği en iyi şey nedir? "Uyumak."
Gerçeklerle yüzleşirken acı vermeyecek kadar tatlı rüyalar...

Başlıksız

Herhangi bir anda okunan herhangi bir kitabın 55.sayfasından;

Ne kadar sefil bir hayatımız olursa olsun mevcudiyetimizin en büyük lüksü, ne zaman öleceğimizi bilememektir.

-Bir insanın hayatta tek gerçek seçeneğinin intihar edip edemeyeceğinin olduğunu söyleyen Camus değil miydi? Varoluşun en büyük sorusu.
-Ben bunu Sartre'a ait sanıyordum.

Bacaktan İbaret Olmak

"Kadının güzeli ve fazla zeki olmayanı makbuldür." diyorlar.


Evet öyle. Yalan mı şimdi öyle işte.
Keşke sarışın birer salak olsaydık biz de merve.
Daha fazla eğlenirdik değil mi evet daha fazla mutlu olurduk.
Keşke daha sarışın keşke daha salak olsaydık.
En sarışın olsaydık.
Beynimiz de sarı olsaydı.
Keşke.

Sadece bacaklarımdan ibaret olsam daha mutlu olurdum.

Ama değilim?
Belki de suç bizdedir merve. Niye farkındalıklı insanlar arıyoruz?
Zengin ve yakışıklı olsun diyebiliriz pekala.
Sen benden daha umutlusun ve benden daha şanslısın.
Çünkü ben dışarıdan yüzeyselin tekiyim.
Öyle de kalacağım.
Sadece bacaklarımdan ibaret olmadığımı kanıtlamak zorunda değilim.
Ne yapıyım bağıra çağıra film ve kitaplardan mı bahsedeyim? (Ki bu da yüzeysellik)
Tamam her yere elimde kitapla gitmeliyim artık. Her hafta başka bir klasik elime yapışmış olmalı.
Fight Club David Fincher. Fight Club David Fincher. Fight Club David Fincher.
Eteğimi uzatmalıyım çok derli toplu ve topuksuz giyinmeliyim, ruj sürmemeliyim.
Bütün feminen özelliklerimi arka plana saklayarak kültürlü kız gibi gözükmek için bohem giyiniş tarzını benimsemeliyim.
Hatta bakımsız olmalıyım. Belki de çocuksu. Tırnaklarım kısa, saçım dağınık olmalı.
Öbür türlü kaşar oluyorum çünkü.
Kaşar olmak çok kolay ve formülü de "kısa etek".
Kısa etekle bir dünya görüşü bir felsefe benimseyemem.
Çünkü her konuştuğunda hem zeki hem güzel olduğunu ispatlamaya çalışıyorumdur.
Her yaptığın hareket dikkat çekmek içindir.
Kısa etek giyen bir kızın beyni yoktur bacakları vardır bu işler böyle.
Ya beyninden ya da bacaklarından vazgeçmelisin kızım.
Sadece bacaklarımdan ibaret olsam daha mutlu olurdum.
Maalesef beynim de var ha çok zekiyim falan demiyorum ama duyarlı bir beynim var.
Her şeyi düşünüp dert eder empati kurmaktan bitap düşer, hayatın sırrı(!)nı çözmeye meraklıdır.
Bestseller bir insan olmanın da zevkli olacağını düşünüp doya doya da yüzeysel takılmış olabilirim bir ara.
Kendime toz pembe ve ateş kırmızısı ama asla siyah olmayan bir dünya yaratmaya çalışmıştım.
Aslında onu da bu dönemde tanıdım.
Sadece bacaktan ibaret olmaya çalıştığım dönemde...
Keşke daha doğal olsaymışım.
Peki beynimi ne yapacağım?
Sadece bacaklarımdan ibaret olsam daha mutlu olurdum.
Ama değilim?


Başlıksız

Sosyoloji çalışırken:
  • Ekonomi sınırsız olan ihtiyaçlar ile sınırlı kaynaklar arasında denge kurmaya çalışan bilim dalıdır.

Edebiyat çalışırken:
  • Şair Robert Frost, şiiri düz yazı türlerinden ayırmak için şöyle bir formül öne sürmüştür; bir şiiri bir dilden bir başka dile çevirmeyi deneyin çevrilmeyen şey neyse işte o şiirdir.

    sözlerine denk gelip onları sevdim.

İçerik Uyarısı

Yaşamak üzere olduğunuz hayat yalnızca güçlülere uygun içeriğe sahip olabilir. Genel olarak insanlar, bu adaletsizliğin veya herhangi bir kötü durumun içeriğini gözden geçirmez veya onaylamaz. İçerik politikalarımız hakkında daha fazla bilgi için, lütfen insanlık Hizmet Şartları'nı ziyaret edin.

ANLIYORUM VE DEVAM ETMEK İSTEMİYORUM.

Bu Videonun İzlenmesini Bu Kadar Can-ı Gönülden İstemem Beni de Şaşırttı

Tanrıyla ilgili kafanızda biraz da olsa soru varsa bu videoyu izlemelisiniz!

http://diziizlemeli.com/video-10347-Through-the-Wormhole-with-Morgan-Freeman-S01E01-1Sezon-1Bolum-izle.html

*Aşağıdakileri, liknteki videoyu 3.kısmının sonuna kadar seyrettikten sonra okumalısınız.

Uzun zamandan beri mekanik materyalizmin ontolojik açıdan en mantıklı en gerçekçi "en mükemmel" görüş olduğunu düşünüyordum.
Tabi bunda Matrix, 13. Kat, Gamer, Surrogates, Inception, Truman Show, Bicentennial Man filmleri ve Genesis adlı kitabın da payı var.
Mekanik aletlerle aramızdaki benzerliğin ne kadar fazla olduğu gözlemliyordum.
Mesela uyku; bedenimizi ve zihnimizi -tıpkı elektronik cihazlarda olduğu gibi- şarj etmek görevini görüyor.
Herhangi bir araba için benzin, mazot ne işe yarıyorsa bizim de suyumuz sütümüz o işe yarıyor.
Makinelerde enerjiler diğer bir enerji türüne çevrilerek boşaltım sağlanmış oluyor. Elektrik enerjisi; ısı, ışık, ses vb enerjilere dönüşüyor.
Bu felsefi görüş 18.yy'da La Mettrie tarafından ortaya çıkarılmış. Tabi aradan yüzyıllar geçti artık felsefe varlık problemleriyle eskisi kadar ilgilenmiyor, bu işi günümüzde bilim üstlenmiş durumda.
21. yüzyıla geldiğimizde ortaya simülatik materyalizm çıktı. (Bu adı ben uydurdum.)
Tıpkı simsler gibi bizim de bir simülasyon oyunundan ibaret olmadığımızı kim söyleyebilir?
Bütün o duygularımız beynimizdeki elektrik sinyallerine bağlı. Dünyadaki düzeni oluşturan 4 ana kuvvetten biri de elektromanyetizma.
Tanrı dediğimiz varlık mükemmel bir bilgisayarı kullanan zeki bir bilgisayar mühendisiyse?
Böyle konular beni çok heyecanlandırıyor keşke bilim adamı olabilsem diyorum bazen.
Bilim bana göre felsefeden de edebiyattan da üstün. (Evet üzerinde çok tartışılabilinir bir şey.)

Delikte Deliksiz Uyku

Televizyondaki sarışın adam karşısındaki sivri çeneli, göz çizgisi aşağı eğimli, vücudunda sıska acizliği sezilen uzun boylu daha esmerce olan adama dönüp:
-"İşte şimdi kaçacak delik ara!" dedi.

Bana göre dünyada kaçılacak en iyi delik annedir.
Niye çıkardı ki beni oradan?
Diye bir an sinirlendim bunun üzerine.

Bu arada hafızamı sildirmek istiyorum. Neşeli 2 saat geçirmek ve ardından "2 saat boyunca o şeyi düşünmemişim aferin bana demek" çok sıktı. Saatlerini günlerini hatta yıllarını (1 yıl oldu) o şeyin düşüncesiyle geçirmek bezdirdi.

Bir de annemin karnında doğum anından habersiz uyumak istiyorum.
Evren çoğu zaman isteklerimi umursamıyor...
"O zaman ben de evreni umursamam" diyecek güç kudret ve coolluk aşırı doz kullanımdan ötürü bitti.

Bir şey daha diyecektim çok pis son bir şey söyleyesim vardı. Unuttum. Don't panic.

Sen Ağlarken Tanrı Sana Küfrediyordu

Biri ne kadar çirkin, pasaklı, tembel, kıskanç, karaktersiz, şerefsiz (şerefli olmak nedir anlamamışımdır bir türlü ne yapınca şerefli ya da şerefsiz olursun?) boklu püsürlü olursa olsun size değer vermiyorsa dünyanın en yüce kişisi yaparsınız onu.

Biri sizinle konuşmuyor mu gözlerinizin içine bakmıyor mu, şayet bir gün gözlerinizin içine bakarak konuşursa dünyalar sizin olur. Bu kadar da basitsiniz işte.

Birine ulaşamıyor musunuz, iç dünyasına girmeye çalışıp giremiyor musunuz, deliye dönersiniz o zaman. Hayatınızın odak noktası o kişi olur, kafanızda onun kişiliğiyle ve davranışlarıyla ilgili bin bir tane olasılık oluşturup seçenekleri tek tek elemeye başlarsınız.

Ben bu karakter analizi işini abartıyorum. Bir insan dışarıdan ne kadar kötü gözükürse gözüksün onun içindeki iyiliği bulmak için kendimce keşfe çıkıyordum ve çabalarımın sonucunda elimde örselenmiş şefkatimden başka bir şey kalmıyordu.

Kendimi hemşire merhametinden arındırmak için uğraş veriyordum. Kısa bir süre önce geçti. Belki de uzun? Neden insanların yaralarını sarmaya bu kadar heves duyuyordum?
-Dışarıdan ne kadar kötü biri gibi gözüksem de insanların aslında iyi biri olduğumu anlamalarına sebep olacak keşfe çıkmaları için?

Bilmiyorum belki de her şey dna'larımın içinde yazılı olduğundandır. Çünkü böyle şeyleri düşüncelerden ve zihnimizden çok uzak şekilde tasarlıyoruz, bu tasarılardan haberimiz bile olmayabiliyor. Sonra" ben neden böyleyim, neden şunu yaptım, bu ben miyim" vs vs baş ağrıtan sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Bu boyuttaki tepkilerimizin çoğu istemsiz. Keşke karakterimizi kendimiz oluşturabilseydik, keşke halihazırdaki isteklerimizi kendimiz isteseydik.
Bu düzenin böyle oluşmasını sağlayan biri varsa ona edeceğim küfürler hazır. Kısıtlandırılmışlığa, iradesizliğe, iradenin bile belli sınırlar içinde var olabilmesine duyduğum hınç...

Şeytan haklı, şeytan anarşist, tanrıdan çok şeytanı seviyorum.

Neyse, gereksiz yardımseverliğimden bahsediyordum. Yine kısa bir süre öncesine kadar (belki de uzun?) insanlarının hiçbirinin gözüktükleri kadar kötü olmadığını, özellikle de toplum tarafından fazla yargılanan insanların, yargılandıkları özelliklerinin altında sakladıkları insanlığa küsmüş, güvenden mahrum, hoşgörüyle tedavi edilebilecek ruhları olduklarına inanıyordum.
Hepsine biraz sıcak sevgi sunmak ve onları tedavi etmek?
-Ahah güldürme beni!

Zamanla görüyordum ki biri serseriyse serseri, oyunbazsa oyunbaz, düzenbazsa düzenbaz.
Oyunbaz kısmını vurgulamalıyız çünkü sıradan bir ikileme değil oyunbaz ve düzenbaz.
Hani derler ya hep hayat bir oyun. Hayat bir oyundu ve rolüyle çelişmeyen insanlar mutlu oluyordu.

Birini değiştiremiyoruz, tıpkı kendimizi de değiştiremediğimiz gibi.
Hatta duvarlarını, duvarlarımızı da yıkamıyoruz çünkü o, insanların duygusal saldırısını engelleyen bentler benliğimize sımsıkı yapışıyor bir süre sonra duvarlarımızla perdelerimizle maskelerimizle tek vücut haline geliyoruz.
Duvar sözcüğünü çok kullandığımın da farkındayım.

"İnsanlığı değil insanları seviyorum." diyorum hep. Oysa kimi kandırıyorum?
-Kendimi.
Kendinden bile hoşlanmayan biri diğer insanları nasıl sevebilir ki?
Sevmez ama ihtiyaç duyar hatta kendi varlığından çok onların varlığına ihtiyaç duyar.

"Buraya ait değilim" sözü çok kitschtir çok "emo"tionaldır değil mi? Öyledir ama hissedilen de budur. Sanki öbür boyutta öbür evrende bir yerlerde tanrının işine çomak soktum o da beni buraya attı, iblis gibi dışladı beni çünkü çok inatçı çok şüpheci ve biraz olsa da asi varlıkları sevmiyordu hem de hiç sevmiyordu.

Bana bütün bunları yazdırtan, bardağın son damlası olan şey de bir çift kara gözdür.

İnsanlar ağladığında üzülmüyorum, öfkeleniyorum.
İnsanlar ağladığında üzülmüyorum, sinirleniyorum.
İnsanlar ağladığında üzülmüyorum, küfrediyorum.

Var olmanın acısı mı, var olduğunu görmezden gelenin acısı mı?
-Bilmem ?

Peki ya o gözler yardım istediğinde?
-Her şeyi yapabilirdim ama yardım istemeyecekler çünkü inatçılar üzgün olsalar bile inatçılar ya da hiç takmıyorlar, hiçbir zaman takmadılar. Bilmem?

...

Wicked Game

"Bir şarkı nasıl hem bu kadar erotik hem de bu kadar hüzünlü olabilir ki?"
Sorusunun cevabı;
http://fizy.com/#s/16lxwf

Şarkı! hayatımın fon müziği ilan ediyorum seni.
Chris seviyorum seni de.

Başlıksız

İnsanların arkadaşsız kaldıklarında herkese çok iyi davranmaları?

Fahişe

http://fizy.com/#s/1ago1h

bir fahişe sabaha karşı
çok seksiymişim öyle diyor
gülüyoruz yalanına
karşılıklı anlayışlı

dalgakıranlardaki banklarda
çıkardı ayakkabılarını
bak, dedi köprü ışıkları
siliyorlar yıldızları

kazıyınca yaldızlarını
altlarındaki demir paslı
ateşe vermeli onları ama
her yerde yangın çıkışları

sordum niye sattın diye yoksulluğunu?
dedi, elimdeki sadece oydu

niye sattın vücudunu?
daha mı kötü dedi satmaktan ruhumu?

herkes, dedi merak içinde
ölümden sonra hayat var mı diye
boşuna düşünürler
sanki hayat varmış gibi ölümden önce

sevdim seni ama bir şekilde
hüzün var diye belki gözlerinde
eğer sever gibi sarılırsan da
bu vücut sana bedava

aslında derdim çok gençsin daha
yirmiyim dedi ama ruhum bin yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda

tek başıma bu vücutla fırlatıldım bu dünyaya
aşk da basit pişmanlık da hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa kuzgun leşe.. ben değil bu dünya fahişe

korkum; çığlık atan adam gibi
tablodaki şakağımda ellerim
hep kaçarken tek kişilik dünyayı
ben artık nasıl severim?

anladım dedim senin kalbin birinde
geceyle gündüz o hep seninle
sarıldı ağladı saatlerce
o yine işe gitmeden önce

aslında derdim çok gençsin daha
yirmiyim dedi ama ruhum bin yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda..

tek başıma bu vücutla fırlatıldım bu dünyaya
aşk da basit pişmanlık da hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa kuzgun leşe.. ben değil bu dünya fahişe

***Teoman şarkı sözlerini kendisi mi yazıyor merak ediyorum. Çoğu harika. Sanırım en sevdiğim de fahişe.

Başlıksız

Her zaman ilk olmak güzeldir.
İlkler her zaman güzeldir.
İlkler her zaman
İlkler her
İlk?

Ve sen hiçbir şeyin ilki değilsen
Ya da hiç kimsenin
Boşver hayatını yaşa.
Yaşamanı istedikleri hayatı yaşa.
Kayıplara karışsın hayallerin ilklerinle birlikte.
Sen yaşa antidepresanlarınla yaşa.

Tevazunun Amaçları

Mütevazı insanı şirin biri gibi gördük, tevazuyu kutsadık. Tahmin edebilir miydik alçak gönüllülüğün topluluğa girmek için tatlı bir silah olarak kullanıldığını? Komplimanları önemsemiyor hatta kendisine edilen iltifatların içeriğine inanmıyor görünmek ve böylece daha fazla övgü toplamak... Hem güzel hem mütevazı, hem farkındalıklı hem kibirsiz olmak, daha doğrusu olmaya çalışmak.

En çok ve en rahat iltifat ettiğimiz insanların aslında bizim olduğunu söylediğimiz kadar zeki, duyarlı, kültürlü olmadıklarını biliriz. Kendine güvensiz; davranışlarının, beyninin ya da vücudunun hoşluğu hakkında bir fikri olmadığını düşündüğümüz kişiler bizden en fazla güzel söz duyanlardır. Pek az kimse kendine rakip olarak görebileceği nitelikteki birine komplimanda bulunabilir o da karşıdaki insanın narsizm minimalistliğinden kaynaklanır.

Bilmem farkında mıyız ama bugünlerde çoğu insan mütevazı ve olgun karakter rolünü oynuyor, takdir edilmek ve takdire şayanlığının başkaları tarafından bolca ve rahatça ifade edilebilmesi için...
Bu kişilerin emellerine ulaşmasını engellemenin yolu da her başarılarının normal olarak karşılanmasından geçiyor. Çünkü normalliğin alçak gönüllülüğü yapılamaz.

Sakladığım Bir Sır Kalmasa Keşke

Birinin bana kendini açması, verdiği her sır sırtımda ağır bir yük.
Kendi sırlarım yüzündense kambur olmak üzereyim.
İşin en kötü tarafı bu yükten hiçbir zaman kurtulamayacak olduğumu bilmem.

Başlıksız

Düşünmek ve öğrenmek arasında dağlar kadar fark var. Önce bunu anlamalıyız.

Felsefenin Var Olmasını Sağlayan Tanrı

Bilim geliştikçe felsefe kan kaybeder fakat yine de yok olmaz.
Felsefenin gelecekte de var olacak olmasının nedeni tanrıyla ilgili yargılarımızdır. Başlıca yargıysa tanrının "iyi" bir varlık olduğudur.

Benim Twitterım Yok ki

Belirtmek istediğim bir şey var;
Twitter'daki Pink Freud ya da Pinky Freud ben değilim hatta açılmış bir hesabım bile yok.
Facebook'um bile yok. Anlayacağınız blog hariç herhangi bir paylaşım sitesine üye değilim(aa dur tumblr da hariç ama onunla ilgilenmiyorum). Blog adresini alırken de, bloga Pink Freud adını verirken de twitterdaki Pink Freud'dan haberdar değildim. Birkaç kez (olmayan)tweetlerim hakkında yorum yapılınca söylemek istedim.

Kasıntı Öztürkçeye Hayır!

Şu öztürkçeleştirmeye bi son verin!


Romantizm yerine Coşumculuk
Pastoral yerine Çobanlama
Paralel yerine Koşut
Sadist yerine Elezer
Simetri yerine Bakışım
Empati yerine Eşduyum
Sempozyum yerine Bilgi Şöleni
Sendrom yerine Belirge
Enerji yerine Erke
Sarhoş yerine Esrik
Bakire yerine Erden
Sinerji yerine Görevdaşlık
Çip yerine Yonga
Jakuzi yerine Sağlık Havuzu
.

Ne bu ya ne bu?! Okuduğumdan bir şey anlamıyorum başlarım böyle türkçeye. Ateizm yerine tanrıtanımazlık deyince kelime yerini bulmuyor tad vermiyor. Olmuyor zorla güzellik olmuyor!

Dile yerleşmiş kelimeler ne diye söküp atılmak isteniyor bilmem! Nesil farkı oluşsun benim, dedemin kitaplarında neyden söz edildiği hakkında hiçbir fikrimin olmaması gibi bizim okuduğumuz kitapları da torunlarımız anlamasın... Amaç bu.

Neymiş sömürge uluslar gibi dilimize sahip çıkamıyormuşuz. Hadi canım! Ekonomimize, sanayimize sahip çıktık sömürge olmadık da dildeki yabancı kökenli sözcükler yerine -gaç, guç eklemeli kelimeler getirmeyince mi sömürge olduk!

Geçenlerde okuduğum kitabın yayınevi öztürkçe basım yapacağım diye kasa kasa bir hal olmuş. Sinirim bozuldu okuyorum anlamıyorum illa sözlük kullanmam gerekiyor, sözlükten bakınca da aslında konuşma dilimizde sıkça kullandığımız söz, söz öbekleri yerine kasıntı ama öz be öz türkçenin tercih edildiğini görüyorum. Hal böyle olunca kitabı attım bir köşeye sonra TDK'nın sitesi girdim, sözcük öztürkçeleri diye bir bölüm var. Mesela terapi yerine tedavi yazmışlar. Tedavi Arapça deva kökünden türemiş bir fiil, başına Arapça'da isimleri eylem yapan "te" konulmuş deva bulmak anlamına geliyor bu haliyle. Aman Latin kökenli değil Arap kökenli kelimeler kullanalım konuşurken! Terapi yerine tedavi lütfen! İşin ilginci niye öztürkçe bölümünde bu sözcük? İyice gerildim.

Fanatik'in çevirisi olarak da bağnaz'ı koymuşlar. -Evet sayın seyirciler fenerbahçe bağnazları tribünleri yavaş yavaş doldurmakta( dur bir dakika tribünün karşılığı ne?) "Sekilik" çıktı. Baştan alıyoruz;
-Evet sayın seyirciler fenerbahçe bağnazları sekilikleri yavaş yavaş doldurmakta.
Aslında seyirci yerine izleyici denilmesi gerekiyor deyip durumu abartmak istemiyorum.

Dilde yenileşme hareketleri Tanzimat'tan sonra özellikle Genç Kalemler dergisiyle ivme kazanmış. Daha sonra harf inkilabı, Türk Dil Kurumu'nun kurulması derken acele bir sadeleşme ve özleşme hareketi baş göstermiş. O zaman için gerekliymiş de bu çalışmalar, Özellikle 19.yüzyılda halk Arapça, Farsça(Osmanlıca) esintili kelimelerin ve Orta Asya gramerinin harmanı bir dil konuşurken aydınlar Fransızca başta olmak üzere Avrupa dillerini kullanıyormuş. Dolayısıyla sınıf farkından doğan dil çatışmasının engellenmesi icap etmiş. Ama günümüzde böyle bir çabaya gerek yok.

Üstelik dünyada ortak terimlerden oluşan bir bilim, felsefe, sanat dili vardır ve öyle kalmalıdır da... "Ahmet Mithat Efendi
eserlerini coşumcu bir tarzda kaleme almıştır."

-Ku -gaç -daş -ge li hecelerin çok bulunduğu cümleler ve konuşmalar kulağa ve göze hiç hoş gelmiyor. Çincenin bir değişik versiyonu gibi. Böyle sesler çıkaracağımıza Avrupa fonetiğini kullanalım daha iyi. Hem de yabancı dil öğrenmek daha kolay bir hal alır, ortak olan sözcükler unutulmaz çünkü. Tabi buna karşı çıkanlar olacaktır dilimiz kültürümüz aman aman diye fakat dil iletişim kurmak yani insan hayatına yarar sağlamak amacıyla oluşturulmuş sesler bütünüdür ve dile pragmatist şekilde yaklaşılmalıdır. Bu arada pragmatizm yerine yararcılık? I-ıh olmuyor..

Trainspotting Ve Genç Werther'in Acıları'nın Düşündürdükleri

Genç Werther'in Acıları'nın insanları intihara meyilli hale getirdiği söylenir özellikle de gençleri.
Fakat bana ters etki yaptı intihardan soğudum, soğumakla kalmayıp tırstım da.
Zavallı Werthercik, kafama sıkıp gideyim buralardan derken alnına sıkıp bütün gece beyni akmış şekilde ölümü bekledi.

Oysa ki bana silahla intihar en kısa süre acı çektiren, en kesin çözümmüş gibi geliyordu.
Bir de aşırı doz uyuşturucudan ölmek var; tabii şanslıysan, eğer bir salak seni hastaneye falan götürürse, sen de ağır hasar almışsan sinir sistemin felç olmuş şekilde yaşamak zorunda kalabilirsin. Bir de öldürücü dozun miktarını, yapılış şeklini bi eroinman bilir ancak. Şimdi bana damarını bul enjeksiyondaki sıvıyı boşalt deseler kalırım öyle. Dün de Trainspotting'i izleyip bozuk psikolojimi iyice bozdum. Gerçi orada intihar eden falan yoktu ama bolca eroin tüketmek de bir nevi ölüme niyetlenme.

Çokça ilaç yut desen o da ölmemek açısından çok riskli, karaciğerin iflas eder hastanede ciğer bekleyerek yaşamaya devam edebilirsin.

Daha birçok yöntem bulunabilir tabi ama hangileri acısız olacak?
Yüksek bina bulup çatısına çıkmak çok zahmetli ve tantanalı."Gençlerimize Ne Oluyor" başlığında anahaber bültenlerinde, gazete sürmanşetlerinde sık sık adınız geçer artık.

Ben kendime hedef koymuştum geçenlerde; 30 yaşıma kadar yine böyle mutsuz olursam, hayattan beklediğim hiçbir şeyi elde edemediysem intihar edecektim. Tabi burada lay lay ölmeyi planlıyorum deyince işin bi ciddiyeti kalmadı. Ama gerçekten beynim akmış şekilde ölümü beklemek istemiyorum. Neyse.

Görüngü

Yine depresyon. Yine insanlar gözüme böyle gözükmeye başlayacak.
Ben dahil.

Başlıksız

Facebookta, in relationship with yapanlara neden bu kadar gıcık oluyorsam.. Lanet.

Yabanileşmek

Bir yandan doğduğum güne lanet ediyor bir yandan okulun merdivenlerini ayaklarımı sürüye sürüye tırmanıyordum. İnsan içine çıkıyorum saçım ne halde acaba diyerek lavaboya yöneldim. Ayaklarımdan birini tuvalete atmaya muvaffak olmuştum ki eşikte kim olduğunu bilmediğim bir kız gülümseyerek "günaydın" dedi.
Bu kız da kim ki? Birisine mi benzetti niye bana günaydın diyor? Imm eski okulumdan mı liseden mi ortaokuldan mı, dersaneden mi tanıyor acaba, komşumuz olabilir mi? Hala gülümseyerek bakıyor? Beynimde fırtınalar koparken bir yandan da kızın yüzüne tanımlanamaz cisim görmüşçesine bakıyor olmalıyım ki kızın gülümsemesi bir süre suratında asılı kaldı ve sonra da soldu.
-"Tanışmıyoruz sadece günaydın demek istedim."
Artık nasıl bir yabani hal aldıysam, tanımadığım bir insanın bana günaydın demesi ihtimalini beynim sindiremedi. Özellikle de bir kızın..
Orada normal bir insan evladının vereceği tepki;
Gülümseyerek "Sana da günaydın", "aa ben de nereden tanıyorum diye bakıyordum", en azından "teşekkürler"di.
Bense "mmm" dedim duygusuz bir şekilde. Hatta demedim bile homurdandım. Ses çıkarmaya çalışmak sonucu ortaya çıkan anlamsız nağme. Sonra kıçımı dönüp aynaya bakmaya gittim.
İsteyerek yaptığım bir şey değildi. Hatta o kadar önemli bir olay da değil. Ama niye bu kadar yabanileştim diye sormadan edemedim. Çünkü savunma mekanizmam sayesinde artık insanlara karşı genel tavrım bu. Ben orada seni takmazken aslında kendimi koruyordum. Özür dilerim yabancı kız.

İnsan Bi Çeşit Su


Su nasıl bulunduğu kabın şeklini alıyorsa insanlar da bulunduğu ortamın şeklini alabilir.
İpek giysinize bulaşıp leke yapabilir.
Elinizden akıp gidebilir, b
uhar olup uçabilir
Değişebilir.

Egoist Sevgi İsteği

Birinden nefret edince istiyorum ki herkes ondan nefret etsin.
Ama sevdiğim kişinin herkes tarafından sevilmesi gibi bi isteğim yok.
Hatta onu kimse sevmesin sadece ben seveyim.
Hatta ve hatta o da kimseyi sevmeyip beni severse, sevgiye karnım doyar.
Paçalarımdan akan bencillik buharlaşıp ciğerlerime tatminsizlik olarak doluyor.
Çünkü ne nefret ettiğim insandan herkes nefret ediyor ne de "sadece beni" seven biri var.

İzmir ve Güven

İzmir'in havasına gerçekten güven olmaz. İnsanlar burada kışın değil baharda üşütüp hastalanırlar. Tek belli olan şey Aralık ve Ocak aylarının soğuk geçeceğidir. Hatta o aylarda bile mini etek, şort giyip ince çorapla dolaşabilirsiniz.
Peki ya kızlarına güven olur mu? Imm tanıdığım 10 kızdan 8ine olmaz. Aman boşverin bu devirde kime güven olur ki zaten?(çok kiç farkındayım.)

Ben Doğanın İstemediği Zayıf

**Aşağıda okuyacağınız yazıyı yayınlayıp yayınlamamak konusunda çok kararsız kaldım çünkü kısa bir süre öncesine kadar bir duvar ustasıydım ben. İnsanlar ve kendi zayıflığım arasına ördüğüm kalın duvarlar, beni daha neşeli daha güçlü ve daha kibirli göstermek için yarattığım yeni yüzlerdi. Doğanın bile istemediği "zayıf" olmamak için renkli boyalarla boyandım.
Ama artık inşa ettiğim duvarlardaki çatlakları kapatamıyorum. Kendimi insanlardan korumak için duvarlarla uğraşmama gerek yok çünkü hiçbir zaman bana zarar vermelerini engelleyemeyeceğim. Verdikleri hasarı onlardan saklamak konusunda da herhangi bir endişem kalmadı. O yüzden blogta günlük hayattan tanıdığım insanlar olsa bile zayıflığımı rahatça sergileyebiliyorum artık. Ve işte;


Aylardan beri bıkkınım, yıllardan beri mutsuzum dememe az kalacak zamandan beri mutsuzum. Aylardan beri zayıfım yine de güçlü gözükmeye çalışıyorum. Aylardan beri son kullanma tarihi geçmiş küçük sevinçlerle yetiniyorum.
Aylar geçiyor, değersiz, anlamsız ve sevimsiz aylar..


Elimde sıfır var, midemdeki boşluk kadar sonsuz bir sıfır. İmge yaratmak için uğraşmıyorum sahiden midemde bir boşluk var, bütün kırgınlıkları, incinmişlikleri içine çekiyor ve doymak bilmiyor. Eskiden üzüldüğümde midem bulanırdı ağlamak yerine kusardım, şimdi ikisini birden yapıyorum.
Birkaç haftadır ağlamadığım gün yok, herhangi bir şarkı, herhangi bir söz, herhangi bir fotoğraf beni ağlatmaya yetiyor.


Okula gitmek istemiyorum çünkü okulda rahat ağlayamıyorum, hatta neredeyse rahat hiçbir şey yapamıyorum. Sorgulanmaktan, yargılanmaktan ya da dikkat çekmeye çalışıyor gibi gözükmekten o kadar korkuyorum ki.. Yaşadığım onca olaydan sonra aslında normal olmalı bu kaygı, kendi kendime yaptığım bir kuruntu olmasa gerek.


Öyle bir savunma mekanizması kurmuşum ki ailem hariç kimsenin yanında normalde olduğum kadar duygusal olamıyorum. Tamamen güçlü gözükmeye çalışmayı bırakıp derdimi anlatamıyorum. Psikologla bile sınırlarını çizdiğim çerçeve içinde konuşuyorum. Sevdiğim insanlara sarılmak, onlara ne kadar güzel olduklarını söylemek, hediyeler almak bir şekilde mutlu etmek istiyorum ama yine korkuyorum. Belki de onlar beni, benim onları sevdiğim kadar sevmiyorlardır hatta belki de hiç sevmiyorlardır sadece menfaatleri gereği arkadaşızdır. Sık sık rastlamadım mı zaten böyle kişilere.
Üstelik bir insanı içimden geldiği kadar sevsem abartılı ve yapmacık olacakmışım gibi. Peki ya olur da ilgimle bezdirirsem onları? Yapışkan biri olmak yerine yapayalnız biri olurum daha iyi..


Ha böyle sevgi pıtırcığı olduğuma bakmayın. Bazen öyle ufak bir şeye öylesine sinirleniyorum ki çok sevdiğim biri için bile "bu salakla işim ne benim" diyebiliyorum. Sevdiğim biri beni incittiğinde çeşit çeşit intikam tasarlıyorum kafamda. Affedemiyorum ve lanet kinciliğim içimi kemiriyor.
Ayrıca ya o da bana içinden salak diyorsa? Ona bile ne kadar zeki olduğumu kanıtlamak zorundayım.


Onlardan nefret ederek insanların çoğunu gereksiz yere fazla önemsiyorum. Kendimi daha da fazla önemsiyor olmalıyım ki en fazla öfkelendiğim kişi yine benim. Yaptığım her şeyden attığım her adımdan ölesiye pişmanlık duyuyorum. Beynimden kurtulmak, kendime hesap vermeyi bırakmak istiyorum. Düşünceler insana bu kadar işkence edebilir mi?


Bugüne kadar olmasını gerçekten çok istediğim hangi şey gerçekleşti? Söyleyeyim mi ?
"Hiçbiri".
Annemse yüz binlerce kişinin benim yerimde olmak isteyeceği fikrinde. Sayının bu kadar fazla olmasının nedeni Afrika kıtasının varlığı.
"Hayatta hiçbir şeyi böylesine çok istememeli"ymiş insanlar anneme göre. Elimdekilerle yetinemeyen ben, mutsuz olmaya ya da hayallerimden vazgeçmeye mecbur bıraktırılıyorum.
-"Daha yaşın küçük, gençsin önünde çok güzel günler yaşayacağın bir ömür var." Umarım yoktur.
Çünkü bir yıl önce de aynı martavalları dinliyordum. Yaşım küçük ama insanlıktan iğrenmeye yetecek kadar şey yaşadım. Hatta insanlıktan iğrenmek için çok şey tecrübe etmeye de gerek yok ki. Biraz gözlem ve farklı bakış açısı yeterli olacaktır. Ama belki de bunları kazanmak için çok deneyim gerekiyordur neyse üzerinde tartışılabilinir bir konu.


"Madem dişli çarklar mekanizmasında yaşıyorum ve ne kadar çabalasam da kendim de bir çark olduğum için düzeni bozamayacağım o zaman en güçlü dişlilerden biri olurum." demeye başlamıştım.
Fakat sorun şu ki ben bu kadar hırslı bir insan değilim ve olmaya çabalasam dahi olamayacağım. Üstelik gerçekten bir konuda hırslandığım zaman yıpranıyorum. Hayata ve insanlara uyum sağlayamamamın nedeni de "hırssızlık" olmalı. Ama diyemiyorum ki "kusura bakmayın ben zayıfım dişlerinizin arasında olmak istemiyorum a pardon dişlilerinizin.."


Neyse bilgisayarı kapatıp uyuyacağım, uyanacağımı düşünüp yatacağım. Umarım işler bu sefer de planladığım gibi gitmez.

Anne Sence?

"Dışarıdan nasıl biri olarak gözüküyorum?" diye sordum anneme.
"Kendini beğenmiş" dedi.
Demek ki rolümü iyi oynuyormuşum anne.

Varlığını Kanıtlama Çabası

Birine yapabileceğiniz en kötü şey onu "yok saymak"tır.
İnsanlar, kendi varlıklarının başkaları tarafından tasdik edilmesine o kadar muhtaç ki...

Sizi önemseyen birine -ki bu kişi sabah size günaydın deyip gülümseyen biri bile olabilir- yapabileceğiniz en büyük duygusal işkence yine onu "yok saymak"tır.
Ben varım! Benim varlığımı kabullenmesin! Hey sen! Hey!

Mevcudiyetinin başka kişilerce onaylanmasına gerek duymadan var olabilen kişi; sana şapka çıkarıyorum buradan. Her kimsen... Henüz karşılaşmasak da...

Bloga Bağlanmak

Eskiden öğrendiğimde heycanlandığım, okuduğumda keyiflendiğim, izlediğimde depresyona girdiğim film, kitap, makale, kişisel deneyim vs şeyleri arkadaşlarıma anlatmak için sabırsızlanır, telefon eder, mesaj çeker, yolunu keser, evine gider ve dinlemeye mecbur ederdim.

Anlatacağım şeyi nasıl anlatacağımı; serim düğüm çözüm bölümlerini kafamda oluşturup hikaye ederdim.
Artık anlatış anımdaki coşkumu, mimiklerimi, jestlerimi siz hayal edin!

Şimdiyse onlara ihtiyacım kalmadı çünkü blog var.
"Yazmak, yemek içmek kadar hayati bir ihtiyaç" derler ya yazarlar.
Aslında yazmak değil paylaşmak hayati bir ihtiyaç.
Paylaşım gereksinimini yazarak gideren insanlar var. Onların elinden kalemi ya da klavyeyi alırsanız hayat damarlarından birini kesmiş olursunuz.

Birkaç gündür kafamda bloga yazmadığım konu kalmadı. Ama internetimde sorun olduğundan yazılar sadece zihnimde kaldı ve unutulmama mücadelesi içinde yaşama tutunmaya çalışıyorlar.
Son zamanlarda kendimi blogla konuşur halde buldum. Bunu anlatacağım şunu yazacağım o resmi önceki yayınladığım şeye koyacağım vs vs. Şu anda da ne kadar çetin şartlar altında bilgisayar kullandığımı bilemezsiniz, çocuklar üstüme zıplıyor, şu çıldırmış çocukların bir tavşanı var kötü kokan, o masanın üstünde bana bakıyor. Bunlara rağmen yılmadım.

Resmen bloga bağlanmış durumdayım. Korkmuyorum değil...

Kaç İnsan

Bir kopuş anında şefkat görünce uzanan elleri tutmayacak kaç insan var?

Sırıtkan Küskün

Topluma, çevresine küskün insanlar vardır.
Somurtkan küskün ve sırıtkan küskün.

Şu asosyal, içine kapanık dediğimiz insanlar var ya işte onlar somurtkan küskün.
Abartılı kahkaha atan, manik depresifler de sırıtkan küskün.
Sırıtkan küskünler, sizden sırıtkan yüzlerinize kanmanızı isteyebilirler.
Fakat sevdikleri insanlardan da, kendi somurtkan iç dünyalarını keşfetmelerini beklerler.
Sevilen kişi keşfedemezse bizim şu sırıtkanın küskünlüğünü işte o zaman durumlar kötü.

Bye For Now

Taşınıyoruz ve benim hayatım kolilerle geçiyor o yüzden yorumlarla ilgilenemedim, sanırım kısa bi süre bloga giremeyeceğim.
Özliycem! .d

Oku Anla ve Yazarın Kişiliğini Çöz

Çok iyi sandığım insanların (ben dahil) hiç de masum olmadıklarını görmek şaşırtıcıydı.
Uzun zaman önce fark ettim.
Yapılabilecek en kötü şeyleri kendime ben yapıyorum.

İnsanları sevdiğini sanıp yine kendi kendime iyi insan rolümü oynuyorum.
Şu an "yakınımmış gibi gözüken" insanlardan iğreniyorum ve buna rağmen hala ihtiyaç duyuyorum onlara.
Sevdiğim için değil gereksinim duyduğum için "normal" davranabiliyorum nefret ettiğim insanlara bile.
Oysa onlarla bi işim kalmasa ya da kalmadığında her şey değişecek.
"Sana bir şeyler olmuş, değişmişsin sen" diyecekler daha önce de olduğu gibi.
Belki de "ben artık size ihtiyacım kalmadığından rahatım" diyebileceğim o zaman.

Sizi sevemeyecek kadar bencilim.
Bugüne kadar öğrendiğim şey kendimi insanlardan korumam gerektiği çünkü.
İşte o yüzden içimde öfke dalga dalga kabarırken size isteksizce de olsa gülümseyebiliyorum.
Çoğu insan böyle işte. Yapay.
Ben de bir aralar doğal olduğumu düşünürdüm oysaki.
Sonra ta daa bir aydınlanma! Ve birden kendimi yapay ve yalancı olarak buldum.

Oysa sen benim iyi biri olduğumu düşünüyorsun, defalarca sana ben kötüyüm dememe rağmen.
Bana evet kötüsün desen ne kadar rahatlayacağım bi bilsen!
Çünkü senin iyi olmama ihtimalin her insanda olduğu gibi çok fazla ve sen iyi değilken ben sana karşı iyi'diysem incineceğim ve kızacağım.
O yüzden senin beni aldatmış olma ihtimaline karşı ben seni aldatacağım.

Yo yo bu sevgili meselesi falan değil. Sadece bi arkadaş.
Gözlerimi gerçek dünyaya açan sonra o savunmasız zamanlarımda yanımda olmayan bir arkadaş.
Üzgünüm ama kinciyim bunu da sana çoğu kez söylemişimdir ama sen sana karşı kin besleyebileceğimi düşünmüyorsun.
Ama öyle bi besliyorum ki gerçekten hayal bile edemezsin.
Şu an bana güveniyorsun farkındayım ama önceden senin bana dediğin gibi "bana bile güvenmemelisin".

Belki beni sevmeni sağlayan bendim. Bu süreç zor olmadı değil kendimden nefret ede ede konuşuyordum seninle ama aynı zamanda konuşmak da istiyordum. İkilemlerinden de senden de kendimden de iğrendim. Her şey bu noktaya gelebilmek içindi, özledim seni dediğinde havaların ne kadar sıcak olduğundan bahsedebilmek içindi. Evet şu an ipler benim elimde ama tuhaf olan şu ki ipleri elimden bırakmak istemiyorum. Tam eğlence başlamışken...

***Bu yazıyı bi yerde gördüm okurken çok etkilendim, yazarın bunları anlatırken yaşadığı duyguları merak ediyorum ve iki saattir kişiliğini çözmeye çalışıyorum. Anlattıkları basit hisler değil bana göre. Bilmiyorum ama çok sevdim nedense.

Fark

Jostein Gaarder Sofie'nin Dünyası'nı yazar.
Cevdet Kudret de Süleyman'ın dünyasını...

Re Kendini Kendin Yaratsaydın

İnsanlara görünüşlerini değiştirme hakkı verilseydi ortaya neler çıkardı merak ediyorum.

Çok tek tip hale gelirdi herhalde insanlık.
Medyanın dayattığı standart güzellik anlayışı sayesinde.

Bir de şöyle bi sorun var; kendini, kendin yaratsan yeni sen daha mı çok kendin olurdun?

***Yapılan yorumlardan sonra kişisel görüşümü belirtmek için bir not ekliyorum.
Not; Eğer insanlar kendilerini yaratabilseydi ve medyanın dayattığı güzellik anlayışı onları tek tip hale getirseydi bu hiç de fena olmazdı!
Çünkü hemen hemen herkes aynı "standartlaşmış güzellik"te olacaktı.
Böylece insanlar arasındaki güzellik hiyerarşisi sona ererdi. Görünüş değil karakter ön planda olurdu.

Bu konu da benim "aynı olsak daha mutlu, farklı olsak daha özel oluruz" düşüncemin dallanıp budaklanmış hali.

Bireyselleşemeyen insan sosyalleşir evet ama belki de sosyalleşemeyen insan bireyselleşir.

Farklılıklar renkliliktir falan denir ya belki de hepimiz aynı olsak daha mutlu olurduk. Kimse kimseyi ne fiziksel özellikleriyle ne de zekasıyla ezmeye çalışırdı. Güzellik ve zeka eşit olunca kazanılan para da eşit olurdu ve dünya da daha adaletli...
Evet tahmin edebileceğiniz gibi bu fikir karmaşasını yaşamama yol açan ana düşünce komün hayat'tı. Belki de bayat bir konu diyeceksiniz ama bence bu konuda Dosteyevskinin romanları gibi.

Platon'un adı İdeal Devlet olan, çocukların küçükken ailelerinden alınıp, devlet tarafından yetiştirildiği bir ütopyası vardır. İlk duyduğunuzda ürpertici gelir fakat bence adaletli bir uygulamadır. Sarhoş bir babanın elinde büyüyen çocukla, mutlu ailesiyle büyük sıcak yuvasında büyüyen çocuk arasındaki eşitsizlik ortadan kalkar.

İnsanları aynılaştırma çabası çoğu zaman tepkiyle karşılanmıştır tıpkı okullarda forma giyilmesine karşı çıkılması gibi. Oysa gereklidir tüm dersanelerin kapatılması kadar gereklidir.

"Bir insanın suçu çirkin olmak ya da salak olmak değildir."

Güzellik ve zeka seviyemizi kendimiz belirleyemiyoruz hatta kişiliğimiz bile genlerimize ve çevremize bağlı oluyor ki bunlarsa yine bizim karar veremediğimiz durumlar.

İşte aklımdan geçenler bunlardı fakat yazıya dökmek için gerekli zihin berraklığını kendimde bulamadım, sadece güzellikler ilgili 3 satır bir şey yazdım ve o haliyle farklı anlaşılması ihtimaline karşı bunları da eklemeye karar verdim. Hadi bakalım.

Heralde

How I Met Your Mother izleyip depresyona giren başka bi insan yoktur. Heralde?

Birisi Kendini Çok Beğeniyorsa ve Bu Durum Seni Çok Geriyorsa

Evet narsist insanlardan pek hoşlanılmaz. Ama niye?
Çünkü kendini büyük gören insanların diğerlerini küçük gördüğü düşünülür. Çoğu zaman bu fikir beyine bilinçsizce de olsa yerleşir.

Yani çevrenizde biri varsa ve siz onu çok burnu havada bulup sinir olmaya başlamışsanız aynı zamanda o kişi tarafından aşağılandığınızı da düşüyor ve bu nedenle ona sinir oluyorsunuzdur.
Eğer kibirli kişinin kendini beğendiği yönü sizde eksikse ya da kendini beğendiği konuda ona üstünlük sağlayamıyorsanız iyice gıcık olursunuz.

Fakat garip olansa bu döngüde narsist olanın suçlanmasıdır. Kendini çok beğenmek olgun olmayan ve uygunsuz bir davranış gibi değerlendirilir. Çünkü sizde herhangi bir yönden aşağılık kompleksi varsa kibirli kişinin kibri de sizi fazlaca rahatsız eder. Ama eğer bir kişi kendini zeki buluyorsa fakat siz kendinizi ondan daha zeki hissederseniz gıcık da olmazsınız, arkasından da konuşmazsınız. Kısaca takmazsınız hiç umurunuzda olmaz.

Hatta sizde ona karşı küçümsemeyle karışık bir acıma hissi oluşur, "zavallıcık kendini zeki sanıyor oysa dediklerine de bak" vs dersiniz. Ve kimse küçümsediği insanı önemsemez. Ona gıcık olamaz, nefret edemez.

Ayrıca narsistliği yüzünden nefret ettiğiniz insan kendi yaşamına devam ederken, siz kendi kendinizi yiyip ona sinir olmaya devam edersiniz, zihninizde oluşturduğunuz bu olumsuz durum herhangi bir faydası sağlamadığı gibi zarar da verir. Dönüşlü fiil gibi kendinizden çıkar ve tekrar kendinize döner.

Sonuç olarak birini kendini beğenmişliği hakkında çok eleştiriyorsanız, merceği kendinize çevirmenin vakti gelmiştir..

Nietzsche Ölmedi Kalbimizde Yaşıyor

Bugün önünde
"God is dead"
Nietzsche

Arkasında
"Nietzsche is dead"
God

Yazan bi t-shirt giymişti Ö.

Nietzsche'yle aramdaki duygusal bağ yüzünden, ulu orta öldü diye dalga geçilmesini istemiyorum. Garip gerçekten ama baya seviyorum adamı. Hani felsefesinin bazı yerlerinde kopukluklar var çelişiyor bazen kendisiyle ama ben kişiliğini de sevdim, babasına küsmüş mızmız çocuk gibi :(

Hani ateistlerin arasında geçiyor ismi ama tanrıyı yok sayıyormuş gibi değil de ona çok öfkeliymiş gibi.

Sonra fark ettim de Nietzsche yerine Nietzche yazmışlar. Ö. de aldıktan sonra görmüş. Adamın kemikleri takla attı mezarında!
Çok gıcık oluyorum adının yanlış yazılmasına. Tamam ben de ilgilendiğim ilk zamanlar Niçe yerine Nişe diyordum ki bunun için kendime çok öfkeleniyorum ezikliğini hep içimde taşıyacağım. Hayatımın en utanç verici yanlışı resmen.

Rock'n Roll Baby!

Rock Sultan

Hicri Doğum

Bugün benim hicri doğum günüm. Kadir Gecesi. Çok mübarek bi insanımdır.

Ruh Bilimi Değil Beyin Kimyası Bilimi!

Psychology'i köken olarak inceleyelim.


"Psyche"; Ruh. Eros'un karısı. Ölümsüzlüğü kazanmış ve Olimpos'ta tanrıların
yanında yaşamaya başlamıştır.

"Logos"; Yunancada akıl ile kavrama anlamındadır. Ve duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğü karşılığı olarak kullanılır.(Psikopatalojiyi de açıklamış olalım.) Hem anlamıyla ilgili olarak akıl ve hem bu akıla dayanan söz, yasa, düzen, bilgi demektir.

Ve logos sözcüğünden türeyen türeyen ""Logia"; İngilizce karşılığı Logy. Genel anlamda herhangi
bir çalışma alanını veya akademik bir disiplini tanımlar.

Yani psikolojinin Türkçe'si ruh bilgisi anlamına geliyor.

Psikoloji sözcüğü ilk olarak Alman filozof Wolff tarafından 18. yy başlarında kullanılmaya başlanmış. İlerleyen yıllarda önem kazanmış ve 1879'da da Alman bilim adamı Wundt tarafından Leipzig Üniversitesinde ilk psikoloji labaratuarı kurulmuş.

Önceleri psikoloji ile uğraşan bilim adamları insanın düşünce ve duygularını açıklamak için yaptıkları çalışmalarda «ruh»u bu çalışmalarının temeli
olarak benimsiyorlardı. Günümüzde bu temelin hiç bir bilimsel yanı olmadığı ortaya çıkarılmıştır. Ruh nesnesiz, soyut bir kavramdır. Oysa ki, modern psikoloji ruh hallerinin, bilinç görevleri denilen işlemlerin maddi, somut temellerine dayandığını ortaya çıkarmıştır.

İşte görüyorsunuz ya aslında ruh bilimi diye bir şey yok. Çünkü ruh gibi tamamen soyut uydurma bir kavramın bilimi olamaz. Ama artık literatürde yerini almış bir kelime, 3 yüzyıldır evrensel olarak kullanımda olan bir sözcüğün yerine başka bir sözcük geçirilmesi önerilemez bile...

Ruh sağlığının bozulması gibi bir durum da hiçbir yönden mümkün olamaz. Mesela dinsel açıdan
bakarsak; tanrısal ve kutsal bir varlığın hasta olması beklenemez. Bilimsel açıdan ele alalım; ruh sadece varsayımlardan ibaret bir kavramdır.

Bütün duygu ve düşüncelerimiz hatta güdülerimiz beynimizin içindeki
moleküllerden, hormon ve enzimlerden ibaret... Ben olsam ruh bilimi yerine beyin kimyası bilimi derdim. Yaşasın Materyalizm!

Not; bu yazı alttaki başlıksız adlı nota yorum yapan kişilere atfedilmiştir.

Başlıksız

Bırakın şu ruh zırvalıklarını
Ruh falan yok.
Marifet zaten ruh'la değil ruh'suz yaşamakta.
Ruhun ölümsüzlük vaadleriyle kandırılıp
Çobanlarımız(!) tarafından güdülen koyunlar gibi olmaya gerek yok.
Tam tersi bütün insanlığınız olan "akıl"ınızı kullanmanıza gerek var.

Something in the Marijuana

Esrar çekerken Something in the Way dinlemek ne güzel olurdu.
O şarkı esrar için fon müziği olarak yapılmış olmalı zaten.

Klasik Tuğcu Travması

Travmatik bi çocukluk geçirmemin sebeplerinden biri de annemin "Kemalettin Tuğcu" sevmesi ve bana da "al bunlar güzel kitap, oku" demesidir.

Başlıksız

Bugün Çankaya'dayken slogan atan BDP topluluğu geçti önümüzden, korktum çünkü insana yiyecekmiş gibi bakıyorlar.
Konakta mitingleri varmış, umarım olaysız geçer.

Kıskanıyorsun Ama Kıskanmasan Daha İyi

Kıskançlık da ikiye ayrılıyor.
1)Süje(kişi)ye duyulan kıskançlık. Örnek; Adriana Lima'yı kıskanmak.
2)Süjeye gösterilen ilgiye duyulan kıskançlık. Örnek; Adriana Lima fotoğrafına bakan sevgiliyi kıskanmak.

Birincisinde gerçekten Adri'yi kıskanırsınız, kaşı gözü, kıçı başı vs.
İkincisinde sevgiliyi değil, gösterdiği alakayı kıskanırsınız. Neresini beğendi ki şimdi?!

Birincisi kendine olan güven, ikincisi başkalarına olan güven eksikliğinden kaynaklanır.

İlgi Bağımlılığı ve Burç?

Ben burçların karakter üzerindeki etkisine inanırım.
Gezegenlerin birbirleriyle yaptıkları açılar önemli.
Dünyanın güneş etrafında dönmesi, ayın dünya çevresindeki hareketleri bile canlı biyoritmini etkiliyor.
Dolunayda köpekbalıklarının daha saldırgan olduğu gözlenmiş mesela.
Gecenin gündüzün, yazın kışın insan zihnine olan etkisinden bahsetmiyorum bile.
E bunlar da güneşe olan konumumuza aradaki açıya bağlı.
İşte neyse kendime göre mantıklı sebeplerim var yani.

Şöyle bakıyorum da blogtaki bayan yazarların çoğu balık burcu sanki.
E kendimin de balık olmasından mütevellit bu durum hoşuma gidiyor.
Balıklar duygusal, melankolik, dengesiz ve değişken kişilikler genel olarak.
Ben de ah tamam işte sanatçı ruhluyuz diyorum.

Ne biliyim belki kendi kendimi teselli ediyorum duygularımın kontrolünde yaşamanın tek avantajı budur diye.
Çünkü sorsalar duygusal olmak yerine mantıksal, sıcak olmak yerine soğuk olmak isterdim ben.
Blog açarken de "kimse izlemezse günlük gibi kullanırım amaç yazmak" diyemedim.
Birileri okusun istedim ve izleyici sayısı arttıkça da mutlu oldum, işte bi şekilde yoğun olarak paylaşma dürtüm var ve bu da beni bağımlı yapıyor. İnsan bağımlısı.

Hani insanlar sevgiyle yaşar falan denir ya, ben oraya sevgi yerine "ilgi" koyuyorum. Bağımlısı yapan ilgi.

Mim Mimler Mimcikler

Beni mimleyen arkadaşlar olduğunu gördüm ve sevindim =) İlgilerine teşekkür etmek istedim buradan. Fakat blog yazarken genelde soru-cevap tarzı yazmak yerine, bu soru-cevap olayını yorumlarda uygulamayı daha çok seviyorum. Ayrıca birinin mimlemesi üzerine vermem istenilen cevabı herkesin görmesini istemiyor da olabilirim... gibi durumlar nedeniyle mimlendiğim konularda yazmak yerine kendi yazmak istediklerimi yazmayı daha fazla tercih ediyorum. Ayrıca mimlendiğimi blogger iletisi benzeri bir bildiri ile öğrenemediğim için de kim beni mimlemiş acaba diye takip etmeye çalışmak yorucu geldi açıkçası. Beni mimleyen arkadaşlar onları umursamadığımı düşünmesin diye de bunu baştan bir söyleyeyim dedim. Çok merak ettiğiniz bir şey varsa mailim yazılı profilimde, zevkle cevap veririm. Herkese tekrar teşekkürler...

Üstteki satırları yazmayı 2 gün boyunca düşündüm ama bi türlü kelimelerimi toparlayıp da blogda yayınlayamadım ama bunu benim yerime Ozan MERİÇ yapmış.(İsme tıklanınca link çıksın isterdim ama nasıl yapılıyor bilmiyorum) Ben de ah işte kafamdakilerin derlenip toplanmış hali diye hemen izin istedim yazından alıntı yapabilirmiyim diye ve bu alıntı yazı oluştu. Hayırlısı.

Kan Bağıyla İnandırılmış Sevgi

Annemi "annem" olmasa yine de sever miydim?
Annem beni "çocuğu" olmasam yine de sever miydi?

Uzaktan yakından alakamız olmazdı...

Samanlık Seyran Olur mu?

Merve dedi ki:
-"Sevdiğin biriyle simit yemek herhangi biriyle kebap yemekten iyidir"
Ben de dedim ki:
-"Simitten sıkılıncaya kadar..."

Hangimiz haklıyız acaba?

*Bu arada yazıyı okuyunca anlatmak istediğimi tam olarak ifade edemediğimi fark ettim ekleme yapıyorum:

Bu dialog Merveyle evlenilecek erkek konusunu konuşurken oluştu. Yani asıl sorumuz simit mi kebap mı değil, simitli erkek mi yoksa kebaplı erkek mi (evet iğrenç bi sözcük grubu oluşturdum)?

Match Point

"İyi olmaktansa şanslı olmayı yeğlerim"diyen adam hayatı anlamış adamdır.
İnsanlar yaşamın çok büyük bir kısmının şansa bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınırlar.
Bu kadar çok şeyin insan kontrolünde olmaması ürkütücüdür.
Maçlarda topun filenin üst kısmına çarptığı anlar vardır ve bu kısacık an içinde, topun fileyi geçeceği veya fileye takılacağı belli olur.
Biraz şansınız varsa geçer ve siz kazanırsınız...
Ya da takılır ve siz kaybedersiniz...
Diyor Woody Allen Match Point'inde.
Ben de haklısın Woody senin mesajlarına bayılıyorum devam et felsefeni seviyorum diyorum.
Öyle geçinip gidiyoruz monologlarla.

3 Katmanlı Rüya

Bugün 3 katmanlı rüya gördüm!
Daha önce de olmuştu ama inceptiondan sonra bi daha görebilmeyi çok istemiştim.
Çünkü beynimde öyle bi yargı oluştu ki ne kadar katmanlı rüya görüyorsan o kadar yaratıcı ve sanatçı bi beyne sahipmişsin gibi..

Şarjsız Umutsuzluk

Eğilerek, yeşil şifonyerin alt çekmecesinin sapını tuttum iki saniye aynı pozisyonda kararsız kaldıktan sonra orada olamayacağına karar verdim.
Doğrulup sağıma döndüm, üçüncü adımımı atmaya kalmadan keskin bi acı duyup şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalıştım, odanın içine gelişigüzel konulmuş kolilerden birinin köşesine sürtünüp son günlerde sık sık yaptığım gibi yine bacağımı çizdirmiştim.

Her yerim yara bere içindeydi! Lanetler okuyarak kolumdaki çiziklerin ne alemde olduğuna baktım, bağladıkları ince kabuk hala kırmızı kahverengiliğini koruyordu. Yara izlerimi geçirsin diye aldığım 67 tl'lik kremin buzdolabında yan gelip yatan görüntüsü canlandı kafamda. Evet yan gelip yatıyordu çünkü bi işe yaramamıştı...

Yaralarla ve çiziklerle yaşamayı öğrenemedin mi sen hala deyip aramaya kaldığım yerden devam ettim. Ne var ki bi yerim kanamışsa? Zamanla kanaması durmayacak, sızısı geçmeyecek değil ya. Ama yaralar, geçmişteki aşınmışlıkları zorla hatırlatmak için artlarında çirkin izler bırakır inadına...

Evet doğru deri kendini yeniler, insan kendini yeniler yara izlerinden bazıları kaybolur ama bazıları da kaybolmuyor işte! Yaralanırken duyduğun acıdan daha fazlasını duyuyorsun izleri gördükçe.

Geçmişin gölgesinde yeni başlangıçlar yapmak için küçük adımlar atarken kendimi sonbahar dalındaki tek yaprak gibi hissettim, rüzgarın beni incitmeye çok müsait olduğunu , bütün ötelemeye çalıştığım anılarımın derimin ve bilincimin her katmanına işlediğini görüp yapışkan bi umutsuzluğa kapıldım... Umutsuzluk tüm hayallerimin üzerini bir ağ gibi örttü. Depresif mod.

Bunları düşünmenin verdiği dalgınlıkla salonun kapısına gelmiştim bile, bitişikteki sapları metalik sarı ve metalik gri olan konsolumuzun çekmecelerini kontrol ederken sonunda aradığım şarj cihazlarını buldum. Biri telefonumun biri de laptopımınkiydi. Şimdi telefonla bilgisayarın enerji kaynakları ve pili bitik benlikleri arasında herhangi bi engel kalmayacaktı.

Birisinin beni de şarj etmesini diledim, birisinin bana yara izlerini önemsememem gerektiğini düşündürmesini diledim. Öyle biri yoktu.

Kendi kendime yetemememin verdiği utançla devam etmeliydim .. Devam etmeliydim çünkü öyle biri yoktu ..

Şaşırtamayacaksınız kiii

Önceden insanlar, onlardan beklemediğim şeyler yapıyorlardı, şimdiyse yapamıyorlar çünkü insanlardan beklemediğim bir şey kalmadı!

"İnsandır her şeyi yapar" mantığıyla bakıyorum ve "insancıl" kelimesini zihnimden derinliklerine gömdüm gitti.

Testereler


"
Testerenin 7.filmi çıkçakmış. Üstelik son film de değilmiş. Oha.
Şu http://www.sinemalar.com/film/44667/Testere-7/ linke tıklayıp yapımcılar bölümüne bakın. Eğleniceksiniz.d

Başlıksız

Yorumları açmaya karar verdim. Hayırlısı.

Agnostik Tanrı

Ben tanrı yok demiyorum ki;
Benim tanrı kavramıma uyan biri yok.
Ya da dinler tarafından uydurulan genel-geçer tanımlardaki gibi biri yok diyelim.
Ama kuvvetle muhtemel ki evreni yaratan biri veya birileri var.
Bilerek ya da isteyerek yaratmış olmaları gerekmez.

Mesela bi yemek yapmak istersin içerisine çeşitli malzemeler katarsın, karıştırırsın, ondan eklersin bundan serpersin şundan dökersin ve bi karışım çıkar ortaya, sonra telefon çalar, acil işin çıkar, evi terkedersin müstakbel yemeğini de terkedersin. Sonra saatler geçer eve gelirsin, yemeğin içinde çeşitli organizmalar oluşmuş olur. Bu durumda sen de yarı yaratıcı olmuş olursun. İşte belki biz de birilerinin ocakta unuttuğu yemeğizdir.

Yemektekilerin ve yemeği yapanların dünyasının arasında zaman farkı vardır yani çöpe dökülme süremiz boyunca dünya dönecektir.

Düşünüyorum da insanlar da çok basit yaratıklar. Peki kime göre? İnsandan daha üstün yaratıklara göre... Bize göre bi bilgisayarı programlamak ne kadar kolaysa belki onlar da bizi programlarken hiç zorluk çekmediler.

Nietzsche diyor ya tanrı öldü, gerçekten ölmüş olabilir.
Ya da kendi yarattıklarına işkence etmekten, onları kandırmaktan zevk alan bi sadist olabilir.Uzaylılar dünyaya tohum serpip kaçmışlar diyen bi adam vardı. İlk okuduğumda çok manyak gelmişti. Adamın "ahah çok komik peki uzaylılar nasıl oluştu" gibi tepkilerle okunduğuna eminim. Varlığın en temelini aramaya çalışıyoruz. Evet bazılarımız bulmaya çalışmak kısmına bile geçemedi henüz.Temelde iki yanıt var. Mükemmel bi canlının her şeyi yaratması ya da her şeyin zaten başından beri varolması. Bunlar birbirlerinin içinde çok eriyik olay ve olgular.

-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Tanrı hep vardı. Oluşmaya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-İnsanların aklı almaz.
Gerçekten de aklımız almıyor, yalan mı şimdi?

-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Evren hep vardı. Tanrıya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-Hep vardı işte.
Birinci diyalogla ikincisi arasında bi fark yok.

Tanrının ya da evrenin hep varolması, varolma anlarının bulunmaması anlamına gelir.
Olaya analitiksel açıdan bakacak olursak da dilimizde oluş, kılış ve durum eylemleri vardır. Sürekli olan, olmaya devam eden hatta başlangıcı bulunmayan anlamına gelen bi eylem yoktur. Dili düşüncelerimizle oluşturduğumuza göre dilde olmayan bir şeyi de düşünemeyişimiz normaldir.

Sorun şu ki sonsuzluğun ne demek olduğunu sadece teoride kavrayabiliyoruz.(hatta bundan bile şüpheliyim) Pratikte sonsuzlukla ilgili hiç bir deneyimimizin olmadığı gibi deneyimi olan her hangi bi nesneye veya canlıya da rastlamadık.
Daha dünyanın yuvarlak olduğunu bile tam olarak algılayamıyoruz, ne kadar yürüsek yüzsek hatta uçsak bile sınırlar dışına çıkamayız ama bunu beyine yerleştirmek kolay olmuyor, kuzey yarım küreyi yukarıda, güney yarım küreyi aşağıda sanmamız gibi bi durum bu.

Özetle diyorum ki henüz bu kadar sınırlı bi beynimiz varken tanrıdan, öldüğünden veya hiç varolmadığından emin olamayacağız. Tabi bu "biz"e CERN'lü bilim adamları dahil olmayabilir.

O yüzden bırakalım bunları elimizdekilerin keyfini çıkaralım, ölümden sonrası sürpriz kalsın, gelecekte yaşayacaklarımızın ceremesini şimdiden çekmeyelim ya da mutluluğumuzu ertelemeyelim cennet masallarıyla... Şu dünyada en önemli şeyimiz mutluluğumuz; mutluluk da bi parça zevk bi parça huzur... O zaman ne diyoruz? Yaşasın agnostizm!

Başlıksız

Romantik komedi ve korku filmi izlemek zaman kaybı gibi geliyor.

Başlıksız

Benim ütopyam başkalarının distopyasıdır.

Katecim

Şu dünyada çok yalnızım. Benden başka Kate Winslet'i güzel bulmayan yok!

Inception Again And Again

Inception'u gene sinemaya giderek ikinci kez izledim. Evetbağımlılık yaptı 3.kez de izleyeceğim.
Film gene tam çözülmedi, o aksiyon sahnelerinden arada geçen konuşmalara çok dikkat edilemiyor Ayrıca filmin sonuyla ilgili bi sürü teori ürettim gene, lanet adam(Nolan) paradox kurmuş resmen. Ayrıca gerçekten bi insanın zihnine o şekilde giriliyor mu araştıracağım. Bu filmi taparcasına seviyorum evet. Bir de Nolan'a mindfucker diye hitap edelim artık.

Not; Filmi beğenmeyenler filmi anlayamamış olanlardır. İlla çıkıntılık yapacağım kusurunu bulacağım derken basitlik yapmayın!
Adam her ayrıntısını düşünmüş şöyle ki şimdi alıntı yapacağım;
Phonetically, "Cobb" means "dream" in Sanskrit, Hindi, Urdu, and Punjabi
*: Marion Cotillard's character is called 'Mal', a word meaning wrong/bad/evil or pain in French, Spanish and Portuguese.
Ayrıca Yusuf da Kuranda rüya tabirleri yapan karaktermiş ve ariadne mitolojide bir karaktermiş labirentlerle ilgili hikayesi var.
İşte görün bakın nelere dikkat edilmiş.
filmde kimsenin farkedemediği gönderme için (bkz: yedi uyuyanlar)
1-cobb
2-arthur
3-ariadne
4-eames
5-yusef
6-saito
7-fischer

Matematiksel Hayat

Öyle bi dönemim olmuştu ki" iyi olmak"ı saf ve salak olmak olarak algılıyordum. Eskaza birisi bana iyi bi insan olduğumu belirtecek bir şey söylerse şahsıma hakaret edilmiş gibi davranıyordum. Ama geçti gibi hayırlısı artık.

Hayııır! 5 saniye düşündükten sonra tamamen geçmediğini şekil değiştirdiğini fark ettim. Şu anda da birisi bana iyi bi şey dediğini sanarak sen "sıcakkanlı"sın dese direkt sinirim bozulur. Genel olarak sıcak değilim sevdiklerime öyleyim derim.

Cidden ya insanları kişisel olarak 3 kategoride topluyorum; sevdiklerim, sevmediklerim ve diğerleri...
Komik oldu farkındayım da şu sevmediklerimi de nefret ettiklerim ve iğrendiklerim diye ayırabiliriz.
Sevdiğim ve nefret ettiğim insanları çok önemserim bilinçaltıma işlemişlerdir, rüyalarımda da beraberizdir. Gün içinde çoğu kez aklıma gelirler falan.
İşte neyse sevdiklerimi çok önemserim; onları mutlu etmeye, eğlendirmeye, kötü zamanlarında yanlarında olmaya çalışırım. Gerekirse korurum kollarım ama nefret ettiklerimden de tam nefret ederim yani. Güle oynaya Hitler'in eline teslim edebilirim onları içim de acımaz. İğrendiklerimi de görünce tiksinirim. Gerçekten! Elime silah verseler hadi öldür deseler onu bile yapmam istemem çünkü onları o kadar önemsemek bile tiksinç geliyor bana oysa nefret ettiklerim öyle mi? Versinler elime testeriyenin doğuşunu seyretsinler.
Diğerleri grubuna gelirsek de onlara karşı hiçbir his beslemiyorum yani. Olsalar da olur olmasalar da. Ve tanıdığım insanların çoğu bu gruba giriyor sanırım.
Ayrıca şöyle de bi durum var ki sanırım sevdiğim ve sevmediğim insanların sayısı birbirine eşit.
Yani sevdiklerime +1 sevmediklerime -1 dersem sonuç 0(sıfır) oluyor. "Diğer"leri diye kategorize ettiklerim zaten benim için bi anlam ifade etmedikleri için onlar da sıfır. Burdan genel olarak insanları önemsemediğim anlamını çıkarıyorum matematiksel olarak. Ama doğru değil. İnsanları önemsemek +1yse ve önemsememek de +2yse yani her iki duygun eşitse önemsemekle önemsememek arası bi durum çıkıyor. Belki bazen önemseyip bazen önemsememek anlamına geliyordur ya da bazı şeyleri önemseyip bazı şeyleri önemsememek.
Her şey birbirinin içinde çok eriyik durumda gibi.
Hayat da 45607594281 bilinmeyenli denklem üzerine kurulmuş sanki.
Bizden kat kat zeki yaratıkların deneysel oyuncaklarıyız!

Başlıksız

Hem cesur hem de zeki bi insan bulursam üstüne atlayacağım.

Tom Hanks





Nasıl bu kadar harika bi oyunculuk sergileyebiliyor nasıl bu kadar filmi gerçekmiş gibi algılamama sebep oluyorsunuz, nasıl söyleyin nasıl içinde bulunduğunuz her filmi bana sevdirebiliyorsunuz Bay Hanks?

Başlıksız

Annemi Beatles dinlese daha çok severdim.

Başlıksız

Fark ettim ki dinlerle ya da kutsal sayılan şeylerle ilgili serbestçe yazdığım zaman izleyici sayısı azalıyor. Trajikomik.

Mübarek Davul(!) Ayı

Şu ramazan davulcuları olayına el atmadan duramayacağımı anladım.
Evet ben onlara gıcık olanlardanım.
Yok ramazanda kimsenin önünde bi şey yeme içme, saygı duy bık bık.
Peki tutanlar tutmayanlara saygı duysa? Davulcu sebebiyle uyuyamıyorum, gürültüye karşı hassasım, kimin ne hakkı var beni bir ay boyunca gürültü işkencesine maruz bırakmaya?
Çalarsaat denen bi şey var herkesin de söylediği gibi. Onu kurup kalkabilirsiniz sevgili gelenekçiler.
Bana göre gelenekler insana ya da topluma bi yarar sağlamıyorsa saçmalıktır, yobazlıktır.
Sıcak otobüste açlıktan nefesin kokuyorsa konuşmayabilirsiniz sevgili oruç tutanlar, bize saygı duyabilirsiniz.
Peki ya ezan olayı, tepemizde Arapça nağmeler... Anayasasında dini belirtilmeyen laik bi ülkede nasıl böyle uygulamalar hala yürürlükte şaşırıyorum. Dinsel özgürlük diyorsanız o zaman kiliseler de çan çalabilsin isteyen istediği yere kilise sinagog açabilsin.
Türk bi yönetmen felsefik içerikli bi film çeksin, filmin içerisinde bi karakter tanrıya küfretsin şu mübarek ramazan ayında neler olur neler...
Valla niye böyle sinirlendim şu an kendimi analizliyorum da geceleri 2'den 5'e kesintisiz devam eden davul seslerinden ve yukarı kattakilerin sahura kalktıklarında bütün apartmanı da ayağa kaldırmalarından olabilir, olması kuvvetle muhtemel yani.

Bunları Biliyormuydunuz?

Kızların kendilerine bakmayan erkeklere gay diye çamur attıklarını?


Dipnot:Aslında çamurluk bi şey değildir gaylik dermişim ama demiyeceğim, dürüst olacağım; iğrenç geliyor! Ama saygı duyarım nasıl duyarım? Imm bi şey demem ama merak ederim.. O kadar güzel kız var yani veya seksi falan. Gerçi kızlar çekilmiyor bazen ben bi kızla çıkamazdım heralde aman bu konu çok derin böö.


Endipnot: nasıl bi dipnot yazmışsam yazıdan uzun sürmüş.


Tanrısalnot:bi kaç gündür saçmalamak ve eğlenmek konulu deneylerimi blogda sürdürmekteyim, biliyorum farkındasınız oh yeah.
Bu sıkıcılığa son verip otobüste oh yeah demek istiyorum, yeter be!

Ekonomi Ve Cinsellik

Ülkelerin ekonomi gelişmişliğiyle kadınların cinsel aktifliği doğru orantılıymış.
Demek ki neymiş kadınlar ekonomik özgürlüklerine sahip olduklarında erkeklerin kültürel egemenliği de son buluyormuş.
Ve bu kültürel egemenlik durumu başka başka konulara da yansıyormuş. Kişinin maddi durumu önemliymiş, parayla birlikte özgüven de kazanıyormuş.
Parayı veren(alan) düdüğü çalıyormuş!

Başlıksız

Sinemaya gidip ikinci defa Inception seyredeceğim. Galiba.

Başlıksız

Hunharca dans ediyorum ve ayaklarımı seviyorum.


not:çoğu insan ayağını sevmez ya.

Başlıksız

Alpere başıma gelen olayları anlatmam sonucu verdiği tepki;
"bütün manyaklar da seni buluyo ben dahil"
Hepimiz manyağız hepimiz dahiliz.

Başlıksız

Fight Clubı harika bulmayan şu dünyada bi tek ben varım la la la.
Valla bak mantık hataları var içinde.

Şort Özgürlüğü

Dersanede her boy her kilo ve her renkten hatta her zekadan kızın minicik şort giymesinden
mütevellit bolca selülit görüntülerine maruz kalıyorduk. Hani yakışan giysin cinsinden serzenişlerimiz vardı. Ama yolda yürürken düşündüm de İzmir'de pantolon giymek pişiğe sebep oluyor, daha doğrusu hissettim evet sıcağı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ne kadar yüzeysel düşünüyorum, sanki insanlar şortu illa bacaklarını sergilemek için giyiyorlar gibi görüyoruz oysa sıcaaaaaaak!
Hele o sıcak rüzgarlar var ya beni mikrodalga fırında pişmeyi bekleyen tavuklar gibi çaresiz bi bıkkınlığa sürüklüyor. Evdeyken haşlanmış tavuklar gibi, sokaktayken kızarmış tavuklar gibi çırpınıp ter döküyorum.
Klimaların kifayesiz kaldığı yerdeyim.

Uykusuz Zombi ve Aklından Geçenler

Şu günlerde en fazla hayal ettiğim fantezi sabah beşten akşam on ikiye kadar tv izleyen lanet ihtiyarları katletmek! Televizyonu kafalarına attığımı düşünerek mutlu oluyorum o haldeyim.
Biri ölse de kırk gün yasını tutacakları için kimse tv açmaz. Mevlüt falan okuturlar, belki ağlama sesleri gelir, yok yok gelmez tamamen fantezik bunlar aynı davul tokmağını davulcunun kulağına sokmak istemem gibi. Fark ettim ki bi insandan nefret etmem için uyumamı engellemesi, beni gözaltlarım mor zombi kıvamında dolaştırması yetiyor da artıyor! Bi film vardı hatta iki film vardı üstteki yaşlı komşularının eziyetlerine katlanamamalarını anlatıyordu ama her ikisi de mutlu sonla bitiyordu. Benimki mutlu sonla bitmez çünkü benim hayatım filme benzemez. Yaşlıları öldürürüm hapishaneye düşerim dönse dönse Zeki Demirkubuz'un filmlerine döner. Ona da film denmez. Dramaturji.
Televizyonda Tayyip var, adamı görünce aklıma direkt karikatürlerdeki hali geliyor böyle normal insan değil de karikatür yaratığı sanki, karikatüristler çizsin diye doğmuş ve büyümüş ve nur(!) topu gibi bi karikatürümüz doğmuuuuuş! Oh yeah bugünlerde çıldırmazsam hiç bi zaman çıldırmam. "Oh nayn its mayn"demek istedim çokça. Lalalalalallalal...

Pucca Ayşe

Pucca'nın Cadde Milliyetteki yazısını okurken Ayşe Arman'ın çok iyi bi blog yazarı olacağını düşündüm. (Popülerlik açısından)

Başlıksız

Hepimiz geçmişimizi sırtımızda taşıyan istikrar hamallarıyız.
Tek karakter olma çabamızdan vazgeçtiğimizde özgürlüğümüze kavuşacağız.

İç Güzellik

"Önemli olan iç güzellik"
masalını kim uydurdu gerçekten merak ediyorum...
Mesela;
"Önemli olan iç güzellik"
Sevilay İççamaşırları
Birileri bu reklamı gördü ve herkese yaydı evet evet öyle olmalı.

Sorunsal

Beklentilerimizi düşük tutarak olası hayal kırıklıklarımızı da en aza indirmiş oluyoruz.
Peki hangisi daha kötü, hayal kırıklığı mı yoksa hayal yoksunluğu mu?

Her Acıda Bi Zevk Vardır

Zevkle huzur ters orantılıdır. Biri arttıkça diğeri azalır.
Ayıla bayıla yaptığın ne kadar çok şey varsa aslında zararlıdır, huzursuz eder.
Huzurla geçen bi hayat da sıkıcıdır.
Belki de adrenalin yaratan şeylere zevkli diyorsun.
Sıkıcı hayata ne renk getiriyorsa o zevk oluyor.
İçin garip bi huzursuzlukla doluysa ya aldığın ya da alacağın hazzın sonucudur aslında.
Her acının içinde bi zevk vardır bunu da unutma.
O yüzden çile çektiğini düşündüğünde bile haz alıp mutlu olabilirsin.
Evet çeşitli acılar insanı içten içe tatmin eder daha önce fark etmedin mi?
Bu sözleri ister fiziksel boyutta ister ruhsal boyutta incele sonuç aynı.
İnsanlar çoğu zaman monoton bi hayat yerine acılarla dolu bi hayat yaşamak isterler.
Kimseye bağlanmadan sap gibi değil acılı aşk maceralarıyla geçen bi ömür daha caziptir.
İnsanlar tarikatlara girer, yemez içmez, uyumaz kendine acı çektirir.
Sen onun mutsuz, umutsuz, üzgün olduğunu sanırsın ama alakası yoktur.
Hepimiz mazoşistiz, tek taraflı aşklara bayılanlarımız çoktur. Sen de onlardan birisin belki.
Hayat amacımız "haz almak" ister bilinçli ister bilinçsiz...

Formül Örtüsü

Ben de bu örtünün matematik formüllüsünden istiyorum!

Başlıksız

Mesajların sonuna nokta koyarcasına canım koymasanız da olur bence.

Blog Yorumlarına Yorum

Kısa bi zamandan beri yazılan yorumlara karşı hoşgörülü ve yumuşak yorumlar yapamadığımın farkındayım.
Ama o kadar çok saçma sapan değerlendirmeler geliyor ki hangisini yayınlayıp hangisini yayınlamamam gerektiğine karar vermekte zorlanıyorum.
Önceden gelen her yorumu yayınlayıp cevap vermeye çalıştım hem, "aa bak benim bu yorumumu yayınlayamadı, cevap veremedi" denmesin hem de saygısızlık olmasın diye. Sonuçta bu blogun ev sahibi bendim ve sinirlerime hakim olmalıydım ne olursa olsun.
Artık böyle düşünmüyorum burası formspring değil akıllara gelen her tuhaf şey nezaketten yoksun üsluplarla yazılıp gönderilirse ya yayınlanmaz ya da aynı ölçüde üslupla cevap alır.
Ne yazık ki blog sapıkları da varmış, evet gerçekten hiç tahmin etmezdim...
Bu bahsettiğim kişilerin çoğu zaten artık takipçim değil ve o yüzden lütfen üstünüze alınmayın.
Tabi ki yazılarımda benimle aynı görüşte olmayabilirsiniz, bundan daha doğal bir şey yok, fakat bunu nazik, samimi ya da iyi niyetli bi şekilde dile getirirseniz çok mutlu oluyorum =)
Ve gerçekten kaliteli, düşündürten yorumlar da geliyor ve onları yanıtlamak benim için büyük zevk =)
Yorumlarını sevdiğim kişilerin bu yazıdan kendilerine pay çıkarma ihtimali de huzursuz ediyor beni ama umarım üstlerine hiç mi hiç alınmazlar. Ve yine umuyorum ki hangi yorumlara severek ve isteyerek cevap verdiğim anlaşılıyordur...