Sayfalar

Saçma Arapça İsimler

Havalı geliyor diye uyduruk isim konulmasını yine bir yere anlayabiliyorum da hem kulağa kötü gelen hem de çirkin anlamlı dinci veya köylü isimleri n'olcak? Dinci çünkü kuranı mır mır anlamadığı arapçasından okur. Köylü çünkü illa erkeğin anasının babasının adı konulması gerekir. Mesela yalancı manasına gelen kezban gibi. Ravza mezar. Aleyna üzerine. Rümeysa gözü çapaklı kadın. Gülsüm gariban. Ecrin ücret. Bekir deve yavrusu. Elif alfabenin ilk harfi. (ibranicesi Alef imiş ve erkeklere konulurmuş.) Bir de her türlü insanın kızına koyduğu Nisa ismi var ki ufacık bebeği kadın! diye çağırmak da saçmalığın daniskası.

"Chpli Belediye" Düşmanlığımın Kökenleri

Bundan birkaç yıl önce alt katımızda önceden dişçi olan ama biz taşındığımızdan beri kullanılmayan dükkanı üst kat komşumuz kreş yapmak niyetiyle satın almıştı. Fakat kreş yapmak için gerekli fiziki uygunluğunun olmadığını fark edip bu heveslerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardı.

Bundan dokuz ay önceyse kreş yapamadıkları dükkana kiracı bulmuşlardı. Yeni kiracı alt katı pastane yapmayı planlıyordu ve fırınları için elzem olan baca var mı diye dükkanı ayrıca da bizim evi gezmişti. Annem ona apartmanda soba bacalarının çekmediğini anlatmıştı, zaten herkes ya doğalgaz ya da klima kullanıyordu. Sonra bir gün baktık ki bunlar taşınmaya başlamışlar, iyi hayırlı uğurlu olsun dedik. Gevrek falan da yaparlar belki sabah uzağa gitmemize gerek kalmaz hemen dibimizden alırız diye düşündük hatta. O zamanlar saf ve masumduk.

Gel gelelim rahatsızlığımız taşınmaları sırasında başladı. Sabahın köründe paldır küldür hamur makinelerini taşıyorlar tepsileri yerlere atıveriyorlar, fırını kapıdan sığdıramadıkları için iş makinesi çağırmışlar bağırışıp duruyorlar.
Harala gürele taşındılar bir şekilde işte neyse birkaç gün sabah yediden itibaren çok feci bir gürültü başladı insanlar koşuşturuyor makineler çalışıyor, fırınlarda kullanılan tekerlekli tepsi tıngırdaya tıngırdaya tüm dükkanı dolaşıyor, tepsiler bahçede birbirine vura vura temizleniyor ve dahası... İlk günler annem yerleşme telaşından bu kadar gürültü çıkardıklarına inandı beni de inandırdı fakat bitmek bilmiyordu gürültü. Ben sabahları sinir krizleri geçirerek uyanıyordum artık, demir sürgü kapıların paldır küldür açılmasıyla uyanıyor ve çalıştıkları süre boyunca asla tekrar yatamıyordum. Odamın tam altına hamur yoğurma makinesini koymuşlar gır gır sürekli çalışıyor, oturma odasından fırının sesi geliyor annemlerin odasındaysa ne işe yaradığını bilmediğim ayrı bir makinenin gürültüsü...

Annemle bağıra çağıra tartışıyorum bu kadarını yapmaya hakları yok şikayet edelim diyorum. Annem bir iki kez iniyor aşağıya, onu da yakında yolluk sereceğiz, tekerleklere plastik geçireceğiz deyip kandırıp yolluyorlar. Yılbaşından bir gün önce sabahtan başlayıp gece 12'ye kadar çalışıyorlar bu sefer babam sinirlenip konuşuyor tamam diyorlar ama kar etmiyor.
Şimdi kendinizi bir benim yerime koyun. Ne uyuyabiliyorum ne ödev hazırlayabiliyorum ne de kitap okuyabiliyorum gürültüden. 10-15 kadar çalışanı var adamın kimi türkü söylüyor kimi kapı açıyor kimi pencere kapatıyor kimi bahçede tepsi ovalıyor. Üstelik haftasonu da açıklar!
Zaten tüm derslerim ingilizce, metinleri türkçelerine kıyasla daha bir dikkatli okumam gerekiyor ama  radyoyu açıp bangır bangır türkü dinledikleri müddetçe mümkün değil!
7.30'da bir başlıyorlar 12-13 saat bazen de dediğim gibi gece yarılarına kadar imalat yapıyorlar! Bu arada pastane değil kuru pasta üretim müessesesi olarak kiralamışlar. Yani pastane olsa sabahtan ya da günün belli bir saatinde üretim yapacaklar fakat burada sürekli bir imalat sürekli bir koşuşturma var.

Bir gün sabah yine baş ağrısıyla sersem sersem kalkıyorum saçlarımı kafamın üstünde toplayıp anneme hadi gidip şunlara bu kadar erken başlamamalarını söyleyelim diyorum. Montumu giyiyorum aşağı iniyoruz annem merhaba diyerek giriyor içeri. Sahibi olan adamı buluyoruz ve yukarıyı evimizi işaret ederek "-burası ne iş yerine ne de sanayi sitesi nasıl bu kadar" dememe kalmıyor adam ben lafımı bitirmeden "benimle düzgün konuş!" diye uyarıyor beni. "Düzgün konuşuyorum zaten gayet" şeklinde cevaplar cevaplamaz "çıkın gidin dükkanımdan!" emriyle bizi kovuyor. "Şikayet edelim de görün" diye tıslayarak ayrılıyoruz oradan

Adamın bu derece pişkin bu derece kaba olmasını cahilliğine versek de yine de küplere biniyoruz tabii. Meğer adam cahil falan değilmiş karabağlar belediyesinde nüfuzlu tanıdığı varmış! O gün gayri sıhhi müessese ruhsatı için neler gerektiğini harfi harfine okuyorum ve hiçbir kriterin yerine getirilmediğini görüp rahatlıyorum. Karabağlar belediyesini arayıp ruhsatsız çalışıyorlar diye ihbarda bulunuyoruz. Geliyorlar işlem yapıyorlar sonrasında tekrar zabıtayı arayıp durumu soruyoruz şu gün encümen toplantısından sonra karar çıkacak diyorlar, denilen günde netice için tekrar arıyoruz encümenden nispet karar çıktığını bildirip bir de tarih verip o zamana kadar ruhsat alamazlarsa kapanacak diyorlar.

Şimdi herhangi bir fırın  işletmesi için en önemli olan şey baca. Fakat bunların bacaları yok. Kat mülkiyeti kanunu hiçe sayarak kimseden izin istemeksizin gecekondu tipi soba boruları döşediler apartmanın çatısına kadar. Apartman maliklerinin 4/5'inin izni olmadan ortak alanlarda herhangi bir değişiklik yapılması yasak bu yüzden yine belediyeyi yapı denetimi arıyoruz. Gelebilecekleri kadar geç gelip bacaları söktürüyorlar ve fotoğrafını çekip gidiyorlar.
Hı bu arada dükkan sahibi kadın geliyor kapıyı ben açıyorum annem babam evde yok diyorum bana elinde tarım - sağlık bakanlığınlığından alınan ruhsat tabelasını gösterip "o zaman söylersin bizim ruhsatımız var" diyor. Ben de o işletme ruhsatı değil diyorum. Kadın hiddetlenip hatta içeri girmeye çalışıp "benim kocam hukuk terk, size tazminat davası açacağız bizi şikayet edip duruyorsunuz, bize bir şey olmaz belediyede tanıdığımız var, kendinize dikkat edin" dedi. Ben de dalga geçtim sonuçta bacasız kurupasta fırınına ruhsat verilecek değildi ya! Ama verildi! Hatta tazminat olmasa da başka bir dava açtılar!
Bunlar kat kat dolaşarak apartman sakinlerinin kimine aspiratör yapacağız, kimine doğalgaz bağlatacağız kimine yalıtım yapacağız herkes kabul etti sizin de kabul etmeniz gerek şeklinde kiracılardan(kat maliki değil geçersiz) bile imza toplamışlar! Ama yine de oy çoğunluğu sağlayamamışlar.

Lakin biz umutluyuz çünkü apartmanın bacaları çekmiyor bunu bile bile kiraladılar ve dışarıdan baca yapacak kadar izin toplayamadılar. Evraklarını tamamlayana kadar aslında ruhsatsız bir dükkanın kapalı durması gerekirken işlerine devam ediyorlar buna rağmen sabrediyoruz nasılsa mühletleri dolacak ama terbiyesizler arada sinirlendirmek için laf atıyorlar extra gürültü yapıyorlar. Zavallı benim derslerim sınavlarım akşamsa bile her sabah metalik gürültüler, ibrahim tatlıses türküleri eşliğiyle uyanıyorum finallere gözlerim yana yana giriyorum.

Beklenen günden bir gün önce öğleden sonra zabıtalar gelip dükkanı mühürlüyorlar fotoğrafını çekiyorlar biz de seviniyoruz ediyoruz. Ve beklenen gün geliyor ve ta-daaa ruhsat alınmış!!! Sorumluluklarının bilincindeki karabağlar belediyemiz gelip hiçbir gürültü koku tahkikatı yapmadan ruhsatı vermiş gitmiş! Mühürlemeler ve çektikleri fotoğrafsa tamamen göstermelik, resmi belgelerde kapatıldı diye geçecek ya!
Ruhsat alındı peki nereden çıkartacaklar bu mazotlu fırının dumanını? Bu sefer izinsiz çatıya çıkıyorlar denemeler yapıyorlar olmuyor, tüm apartmanı tehdit ediyorlar dumanı evlerimizin içine vermekle. Ve yapıyorlar da!
Bir pazar günü annemle babam dışarıda ben evde tek başımayken zil çalıyor balkona çıkıyorum bir bakıyorum işletmenin sahibi herif.  Açmıyorum tabii ama biri açmış kapıyı tekrar çatıya çıkmışlar orada yine matkapla bir yerleri oyuyorlarmış.
Neyse akşamüstüne doğru birden evin her tarafını duman bastı ilk önce panikledim bir yerde yangın çıktı sandım oraya buraya koşuşturdum sonra kafama dank etti önce polisi ardından annemleri aradım. Komşuya çıkıp beklemeye başladım. Polislerin geldiğini görünce kapıyı açtım içeriyi gezdiler ettiler sonra aşağıdakilerle ne yaptıklarını sorarken annemler geldi orada bir tartışma başladı yine.
En sonunda karakola gidip şikayetçi olmaya gittik ifade verdim oradan zehirlendim mi diye kontrol için hastaneye gönderdiler. Birkaç test yapıldı o süre zarfı boyunca oksijen maskesi takmak zorunda kaldım vs. Savcılık şikayetimizi değerlendirip taksirle havayı kirletmekten kamu davası açmış, ekimde de onun duruşması var. Bu arada babam yönetici seçildi, dükkanın üst kattaki sahipleri bize küstüler kadın da dükkanda çalışmaya başladı ve hakkımızda olur olmadık söylentiler çıkardılar.

Apartman sakinleri bu olay vesilesiyle birbirlerini tanıdı ve yönetim toplantılarına eskiden hiç olmadığı kadar katılım sağlandı. Kimileri dükkanın tarafını kimileri bizi tuttu hararetli tartışmalar yaşandı. Göz göre göre nasıl onlara destek verdiler diye merak ederseniz dükkanı işleten karı kocanın ne kadar ikiyüzlü ne kadar palavracı ve hırslı olduklarını, milleti nasıl yalan yanlış şeylerle kandırdıklarını, kimi zaman ekmek parası diyerek kendilerini acındırdıklarını kimi zaman hepinize tazminat davası açacağız deyip göz boyadıklarını belirtmiş olayım.

Çareleri kalmayınca tekrar gri metalik renkli boru döşediler yukarıdaki birinin barbekü bacasından bağladılar. Biz de tekrar şikayet ettik belediye de tekrar gelebilecekleri en geç tarihte gelip boruyu yıktırıp fotoğrafını çekip gitti.

Biz de heyecanlanıyoruz çareleri kalmadı artık taşınıp gidecekler başka yere diyoruz. Sonrasındaysa şok oluyoruz! Artık baca maca kalmadığından tüm dumanı kokuyu olduğu gibi sokağa veriyorlar! Biz yaz günü kapı pencere açamaz hale geliyoruz. Gürültü derdinin üstüne bir de zehirli gaz ve geniz yakan koku geliyor mu geliyor! Bizim balkonlar pencereler is oluyor mu oluyor! Biz tekrar zabıtayı arıyoruz çevremizdekilere arattırıyoruz komşular da zaten kendileri için şikayet ediyorlar. Ama aylardır bir sonuç yok! Bu süre zarfında onlarca dilekçe verdik. Babam kaç kez randevu alıp belediyede başkan yardımcılarıyla, zabıta müdürüyle, imar müdürüyle konuştu. Ben sağlık bakanlığını, çevre bakanlığını, bimeri, itfaiye müdürlüğünü, il çevre müdürlüğünü ve şu anda aklıma gelmeyen bin tane yeri aradım. Çoğu gelip kontrol etti ama geri dönüşleri k-onuyu yetkili birim-e bildirdik şeklinde oldu. İlla mahkemeye vermek gerekiyor yani yasal sürecin de ne kadar yavaş işlediği malum. Üstelik masraflı da bir iş.
A bu arada onlar da apartmanın bacasını kullanabilmek için mahkeme açtılar, davalılar da apartman yöneticisi olarak babam ve polis emeklisi yaşlı bir amca. Aslında itfaiye gelip de baca için fizibilite yaparken dükkanın sahibi arzu hanımların evinden tıkanıklık olduğunu tespit etmiş. Fakat yenilettiklerini evlerinde duvarlarının kırılarak baca tamir ettirilmesine razı gelmedikleri için yine alavare dalavereyle işi üst kat komşularının üstlerine yıkmışlar. Babam bu iş için avukat tuttu iki bin lira ödedi, bahsettiğim emekli amca için falan da savunma yazıldı bla bla. Dava bizim üzerimizden düştü ama apartman bacasının kullanılmasında karar kıldı bilirkişi. Bittabi bilirkişinin raporuna itiraz edildi temyize gidildi.
Mantıklı geliyor mu yani bir binanın alt katında bacaların kullanılamadığını bile bile dükkan kiralıyorsun sonra apartmandakileri rahatsız ederek mahkeme açıyorsun insanların evlerinde tadilat tamirat yapmaya niyetleniyorsun sırf imar planında baca gözüküyor diye inat ederek. Sonra mağdur edebiyatı yapıyorsun ben buraya ne kadar para harcadım diye gelene geçene yakınıyorsun. Geçenlerde biriyle konuşuyordu belediyeye rüşvet vermekten yorulduk kendimize gelemedik falan diye.

Çoğu zaman çaresizlikten sinir krizi geçirmeme ramak kalıyor gerçekten ne istediğim zaman istediğim işi yapabiliyorum ne konsantre olabiliyorum ne de sıçramadan kendiliğinden uyandığım gün oluyor. Hepsi de rüşvetçi, izmirlinin ne sağlığını ne de huzurunu kıçına takmayan, umarsız karabağlar belediyesi yüzünden. Üstelik karabağlar izmirin en büyük ilçesi sınır komşusu konak diğeri de balçova varın siz düşünün kapsadığı alanı. Sıtkı Kürüm hakkında ayık dolaşmadığı söyleniyor. Ki bunu kendi ailesi chpye oy veren arkadaşım bile söyledi. Öbek öbek üşüşmüşler belediye kadrolarına, işini düzgün yapan memur kalmamış.
Mahkeme zamanını beklerken de şikayet üstüne şikayet yağıyor bu işletme artık hem sağlığa zararlı hem çevreyi kirletiyor (ruhsatı sadece apartmanın yapıldığı günden beri kullanılamayan bacasını göstererek almış) DEMİYORLAR.

Geçen hafta öğreniyoruz ki aslında mahkeme dükkan için ruhsat iptaline karar vermiş. Ama üzerinden haftalar geçmesine rağmen HARIL HARIL ÇALIŞIYOR. Hatta pazar günü bile çalışıyor! Zabıtayı arıyoruz hafta sonu çalışma ruhsatları yok diyoruz, devriyelerin İŞİ YOKSA gelip kontrol ederiz diyorlar. İşiniz ne lan sizin diyemiyoruz tabi. Allah belanızı versin. Tabi ki kimse gelmiyor. Siz İZMİRİN YAZINDA KLİMASIZ EVDE PENCERE AÇAMAMAK NE DEMEK BİLİR MİSİNİZ?
Taşınıp gidelim diyoruz ama evin kredisinin ödenmesine daha birkaç yıl var. Üstelik evimizi de seviyoruz daha taşınalı 3 yıl bile olmamış. Boşu boşuna masraf yapmak istemiyoruz.

Tutup bana her şehirde böyle bla bla diye martaval anlatmayın, şu çektiğimiz eziyet izmire sülük gibi yapışıp kalan, burası bizim kalemiz deyip kaybetmekten korkmayan malum partililerin ve bu mantığı besleyen yobaz izmirlinin hareketleri sonucudur. Size izmirlinin hayatını cehenneme çeviren bin tane eksik sayabilirim. Siz de bana istanbulunkileri sayarsınız. Ama ben metro çalışmasını trafik sorunlarını çukurlu yollarını falan geçtim gerçekten mükemmellik arayışım yok ama BU KADARI FAZLA. Gerçekten ya bizimle dalga geçiyor gibiler. Kaç aydır sinirlerim laçka oldu oturup beklemekten başka yapacak bir şeyimiz de yok. Aynısı sizin başınıza da gelebilir EĞER ZENGİN DEĞİLSENİZ. O yüzdendir ki sirkülasyon lazım nasıl ki akpnin ülkenin başından gitmesi gerekiyorsa chpnin de şehrin başından gitmesi gerekiyor. Kim iktidarda fazla kalsa şımarıyor küstahlaşıyor üstüne de tembelleşiyor herkes için geçerli bu. Yerel seçimlerde sadece akp ya da sadece chp alternatifleri yok.

Son olarak da izmirde yaşamamış olanlar sadece tatile gelenler sakın ahkam kesmeye kalkmasın. Yazları şehrin en az kalabalık olduğu zaman uğrayıp da kıyı şeridinde tatil beldelerinde konaklamaya benzemiyor içinde yaşamak. Ayrıca eğer güzelyalı bostanlıda falan da kalıyorsanız arabanız varsa yorum yapmaya hakkınız yok şehrin kaymağını yemeye devam...

Giveaway

Ben de bu aralar acaba çekiliş mi yapsam diye düşünüyorum bloga canlılık gelir ama nasıl düzenlendiğine dair hiçbir fikrim yok. Tembelliğimin hevesimin önüne geçmemesi lazım. Şurada mesela bir çekiliş varmış kızlar için. İnsan böyle renkli renkli şeyler görünce hevesleniyor yoksa kadınlar mı demeliydim? Bir de kitap dağıtanlar var ama sanırım benim hediye edeceğim en son şey kitaplarım. Yani güzel olsun çirkin olsun hepsi benim bebeklerim. Ödünç bile veremiyorum o derece. İşte eylül ayı blog çekilişleri diye arattığımda karşıma bir de Stephen King serisinden bağış yapan bir blogger çıktı. Şart olarak da katılmak isteyen bloggerlar kitaplar hakkında yazıyor olmalıymış. Kimse çekilişe katılmak için yeni hesap açmasınmış falan filan. İnanılmaz saçma geldi. Hatta içimden bsg dedim. Sanki kitapsever olmak blog açıp yorum yazmakla mı ölçülüyor? Bir de vereceği kitap edebi-felsefi vs olsa içim gam yemeyecek. Hele hele Stephen King okumak için hiçbir birikiminin olmasına gerek yok! Amerikan korku-aksiyon filmleri gibi her başlayan bitirebilir sonuçta.

Gerçekse Ne Kadar Farklı Yorumlanabilir?

Dünyanın şu haline bakılırsa bence çoğu insan mensup olduğunu sandığı dine içten içe inanmıyor. Özellikle abrahamik olanları. Tanrının gazabından korkmuyorlar, vaad ettiği lütuflara heves etmiyorlar fakat farkında bile değiller.
Hatta biat ettikleri ilahlarını kurnazca kandırabileceklerini sanıyorlar. Çıkarları için çoğu davranışlarına dinsel kılıf uyduruyorlar. Tanrının onların hırslarının yanında olacakları fikrine kapılıp, çıkar çatışması yaşadıklarına beddua ediyorlar. Dualarının içeriğini haklı nedenlere dayandırmaksızın ciddi ciddi sonuç almayı bekliyorlar. Empati yapmaktan uzak, tek doğrunun kendi bildikleri olduğunda diretiyor hatta bu uğurda şiddeti meşru görüyorlar.

Şu üstte anlattıklarımı dindar biri bile dinlese hak verebiliyor, gel gelelim ki doğru din bu değil mevzusuna takılıp kalıyoruz. Nerede radikal islam haberleri var oradakiler gerçek müslümanlığı yanlış anlamış oluyor. Belki de türkler kendilerine adapte ederken islamı fazla yumuşak yorumladı? Niye islamın, islam peygamberinin doğduğu demokrasinin olmadığı, kralın kendisi ve ailesi dışında geri kalanların şeriata dayanan anayasayla yönetildiği ülke suudi arabistan dini kötü fazla katı yorumlamış olsun? Bence türk halkı olarak biz dinin daha hümanist olan tasavvufi yorumlanışını benimsemişiz. Asıl müslüman böyle olmalı demişiz. Bir yerde dini kendi vicdanımıza uydurmuşuz yani. Sanatla islamın buluşması sonucu ortaya çıkan tasavvuf şiirlerini sevmişiz, şairlerine -Mevlana gibi- büyük önem atfetmişiz. Çoğumuz kendimizi hanefiliğin kollarına atmışız.

Asıl diyeceğim şeyse abdestin hangi durumlarda bozulduğu konusunda bile ihtilaflı mezhepleri bulunan bir dinin nasıl tartışmasız gerçek olacağı? Arapçanın diğer dillere çevrilirken anlam değişikliği ve kaybı yaşıyor olmasına rağmen "aynı kalmış kutsal kitap" söylencesi? Mesela şöyle bir örnek vereyim; kuranın ilk sözcüğü ikra türkçeye oku! olarak çevirilmiştir. Ama bilindiği gibi okumak eş anlamlı bir fiil olduğundan herkes ayrı ayrı anlamlar yüklemiştir. Kimi yazılanları okumak, kimi evreni ve insanı okumak anlamak, kimi cahil kalmamak okul okumak, kimi kuranı kavimlere okumak, kimisi de bildirmek anlamına geldiğini söyler. Halk türkçesinde okumak bildirmek, tebliğ etmektir. Hatta köyde bir düğün olacağı zaman komşulara düğün okuması yapılır. Yani türkçeye çevirildiğinde basit bir kelime bile tartışmalı anlamlar kazanmıştır. Zaten bu nedenle halihazırda birsürü tefsir bulunmaktadır.
Bu derece görüş ayrılığının yaşandığı bir konu bana ilahsal gelmemektedir, zira tartışmasız doğru kabul edilen bir argümanın değişik değerlendirmeleri de savaşlara yol açmak yerine ortak bir noktada buluşmalıdır.
Tüm hayatımızı şekillendiren dinin sadece indirildiği varsayılan kitapla kalmayıp, yalnızca o devirde yaşayan insanların hafızalarına güvenerek yıllar sonra yazılan kimilerince sahih kabul edilen -ki çelişkili olanları mevcuttur-, hadisler ve rivayetlerle oluşturulduğu da bir gerçektir.

Son olarak da avrupada on altıncı yüzyılda papalığın aslı yunanca olan incilleri nasyonel dillere çevirmekten kaçınıp cahillikle suçladığı halkın, ruhban sınıfının yorumlarını kabul etmesini istemesiyle yirmi birinci yüzyılda popülasyonun çoğu tarafından okunan müfessirlerin tefsirlerine güvenilmesini salık vermek, onların halktan daha bilgili daha zeki ve hatta daha nurlu olduğunu telkin etmek aynı kapıya çıkar.
Kuranın arapçasını okumanın türkçesini okumaktan daha sevap kazandırıcı olması da ayrı bir mevzu tabii. Bu noktada kutsal kitabını kendi anlayacağı dilde okumadan inanan kültür müslümanı giriyor devreye.
-"Aslında" der, "arapçayı öğrenip orjinalinden okumak gerek".
İslamı anlamak için arapça bilmenin gerekli olması hristiyanlığın araştırılması için aramice ve yunanca, musevilik için ibranice öğrenme zorunluluğuna eşittir ki mantıksız bir eyleme işaret eder.

Konunun Tamamını Yazmaya Sabrım Yetecek mi

Bazen anlatacaklarımı daha çok insan dinlesin istiyorum daha fazla izleyenim olsun daha fazla kişiye ulaşabileyim ne bileyim işte yazdıklarım bir etki yaratabilsin. Haftaiçi uzun bir post yayınlamayı düşünüyorum sanırım sosyal siyasal içerikli olacak ya da sadece kişisel sinirimi yansıtmakla kalacak. Uzun zamandır moralimi bozan ve çaresiz kaldığımız bir konu. Öfke kontrolü sınavı gibi. Neyse şimdilik.