Ben burçların karakter üzerindeki etkisine inanırım.
Gezegenlerin birbirleriyle yaptıkları açılar önemli.
Dünyanın güneş etrafında dönmesi, ayın dünya çevresindeki hareketleri bile canlı biyoritmini etkiliyor.
Dolunayda köpekbalıklarının daha saldırgan olduğu gözlenmiş mesela.
Gecenin gündüzün, yazın kışın insan zihnine olan etkisinden bahsetmiyorum bile.
E bunlar da güneşe olan konumumuza aradaki açıya bağlı.
İşte neyse kendime göre mantıklı sebeplerim var yani.
Şöyle bakıyorum da blogtaki bayan yazarların çoğu balık burcu sanki.
E kendimin de balık olmasından mütevellit bu durum hoşuma gidiyor.
Balıklar duygusal, melankolik, dengesiz ve değişken kişilikler genel olarak.
Ben de ah tamam işte sanatçı ruhluyuz diyorum.
Ne biliyim belki kendi kendimi teselli ediyorum duygularımın kontrolünde yaşamanın tek avantajı budur diye.
Çünkü sorsalar duygusal olmak yerine mantıksal, sıcak olmak yerine soğuk olmak isterdim ben.
Blog açarken de "kimse izlemezse günlük gibi kullanırım amaç yazmak" diyemedim.
Birileri okusun istedim ve izleyici sayısı arttıkça da mutlu oldum, işte bi şekilde yoğun olarak paylaşma dürtüm var ve bu da beni bağımlı yapıyor. İnsan bağımlısı.
Hani insanlar sevgiyle yaşar falan denir ya, ben oraya sevgi yerine "ilgi" koyuyorum. Bağımlısı yapan ilgi.
Mim Mimler Mimcikler
Beni mimleyen arkadaşlar olduğunu gördüm ve sevindim =) İlgilerine teşekkür etmek istedim buradan. Fakat blog yazarken genelde soru-cevap tarzı yazmak yerine, bu soru-cevap olayını yorumlarda uygulamayı daha çok seviyorum. Ayrıca birinin mimlemesi üzerine vermem istenilen cevabı herkesin görmesini istemiyor da olabilirim... gibi durumlar nedeniyle mimlendiğim konularda yazmak yerine kendi yazmak istediklerimi yazmayı daha fazla tercih ediyorum. Ayrıca mimlendiğimi blogger iletisi benzeri bir bildiri ile öğrenemediğim için de kim beni mimlemiş acaba diye takip etmeye çalışmak yorucu geldi açıkçası. Beni mimleyen arkadaşlar onları umursamadığımı düşünmesin diye de bunu baştan bir söyleyeyim dedim. Çok merak ettiğiniz bir şey varsa mailim yazılı profilimde, zevkle cevap veririm. Herkese tekrar teşekkürler...
Üstteki satırları yazmayı 2 gün boyunca düşündüm ama bi türlü kelimelerimi toparlayıp da blogda yayınlayamadım ama bunu benim yerime Ozan MERİÇ yapmış.(İsme tıklanınca link çıksın isterdim ama nasıl yapılıyor bilmiyorum) Ben de ah işte kafamdakilerin derlenip toplanmış hali diye hemen izin istedim yazından alıntı yapabilirmiyim diye ve bu alıntı yazı oluştu. Hayırlısı.
Üstteki satırları yazmayı 2 gün boyunca düşündüm ama bi türlü kelimelerimi toparlayıp da blogda yayınlayamadım ama bunu benim yerime Ozan MERİÇ yapmış.(İsme tıklanınca link çıksın isterdim ama nasıl yapılıyor bilmiyorum) Ben de ah işte kafamdakilerin derlenip toplanmış hali diye hemen izin istedim yazından alıntı yapabilirmiyim diye ve bu alıntı yazı oluştu. Hayırlısı.
Kan Bağıyla İnandırılmış Sevgi
Annemi "annem" olmasa yine de sever miydim?
Annem beni "çocuğu" olmasam yine de sever miydi?
Uzaktan yakından alakamız olmazdı...
Annem beni "çocuğu" olmasam yine de sever miydi?
Uzaktan yakından alakamız olmazdı...
Samanlık Seyran Olur mu?
Merve dedi ki:
-"Sevdiğin biriyle simit yemek herhangi biriyle kebap yemekten iyidir"
Ben de dedim ki:
-"Simitten sıkılıncaya kadar..."
Hangimiz haklıyız acaba?
*Bu arada yazıyı okuyunca anlatmak istediğimi tam olarak ifade edemediğimi fark ettim ekleme yapıyorum:
Bu dialog Merveyle evlenilecek erkek konusunu konuşurken oluştu. Yani asıl sorumuz simit mi kebap mı değil, simitli erkek mi yoksa kebaplı erkek mi (evet iğrenç bi sözcük grubu oluşturdum)?
-"Sevdiğin biriyle simit yemek herhangi biriyle kebap yemekten iyidir"
Ben de dedim ki:
-"Simitten sıkılıncaya kadar..."
Hangimiz haklıyız acaba?
*Bu arada yazıyı okuyunca anlatmak istediğimi tam olarak ifade edemediğimi fark ettim ekleme yapıyorum:
Bu dialog Merveyle evlenilecek erkek konusunu konuşurken oluştu. Yani asıl sorumuz simit mi kebap mı değil, simitli erkek mi yoksa kebaplı erkek mi (evet iğrenç bi sözcük grubu oluşturdum)?
Match Point
"İyi olmaktansa şanslı olmayı yeğlerim"diyen adam hayatı anlamış adamdır.
İnsanlar yaşamın çok büyük bir kısmının şansa bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınırlar.
Bu kadar çok şeyin insan kontrolünde olmaması ürkütücüdür.
Maçlarda topun filenin üst kısmına çarptığı anlar vardır ve bu kısacık an içinde, topun fileyi geçeceği veya fileye takılacağı belli olur.
Biraz şansınız varsa geçer ve siz kazanırsınız...
Ya da takılır ve siz kaybedersiniz...
Diyor Woody Allen Match Point'inde.
Ben de haklısın Woody senin mesajlarına bayılıyorum devam et felsefeni seviyorum diyorum.
Öyle geçinip gidiyoruz monologlarla.
İnsanlar yaşamın çok büyük bir kısmının şansa bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınırlar.
Bu kadar çok şeyin insan kontrolünde olmaması ürkütücüdür.
Maçlarda topun filenin üst kısmına çarptığı anlar vardır ve bu kısacık an içinde, topun fileyi geçeceği veya fileye takılacağı belli olur.
Biraz şansınız varsa geçer ve siz kazanırsınız...
Ya da takılır ve siz kaybedersiniz...
Diyor Woody Allen Match Point'inde.
Ben de haklısın Woody senin mesajlarına bayılıyorum devam et felsefeni seviyorum diyorum.
Öyle geçinip gidiyoruz monologlarla.
3 Katmanlı Rüya
Bugün 3 katmanlı rüya gördüm!
Daha önce de olmuştu ama inceptiondan sonra bi daha görebilmeyi çok istemiştim.
Çünkü beynimde öyle bi yargı oluştu ki ne kadar katmanlı rüya görüyorsan o kadar yaratıcı ve sanatçı bi beyne sahipmişsin gibi..
Daha önce de olmuştu ama inceptiondan sonra bi daha görebilmeyi çok istemiştim.
Çünkü beynimde öyle bi yargı oluştu ki ne kadar katmanlı rüya görüyorsan o kadar yaratıcı ve sanatçı bi beyne sahipmişsin gibi..
Şarjsız Umutsuzluk
Eğilerek, yeşil şifonyerin alt çekmecesinin sapını tuttum iki saniye aynı pozisyonda kararsız kaldıktan sonra orada olamayacağına karar verdim.
Doğrulup sağıma döndüm, üçüncü adımımı atmaya kalmadan keskin bi acı duyup şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalıştım, odanın içine gelişigüzel konulmuş kolilerden birinin köşesine sürtünüp son günlerde sık sık yaptığım gibi yine bacağımı çizdirmiştim.
Her yerim yara bere içindeydi! Lanetler okuyarak kolumdaki çiziklerin ne alemde olduğuna baktım, bağladıkları ince kabuk hala kırmızı kahverengiliğini koruyordu. Yara izlerimi geçirsin diye aldığım 67 tl'lik kremin buzdolabında yan gelip yatan görüntüsü canlandı kafamda. Evet yan gelip yatıyordu çünkü bi işe yaramamıştı...
Yaralarla ve çiziklerle yaşamayı öğrenemedin mi sen hala deyip aramaya kaldığım yerden devam ettim. Ne var ki bi yerim kanamışsa? Zamanla kanaması durmayacak, sızısı geçmeyecek değil ya. Ama yaralar, geçmişteki aşınmışlıkları zorla hatırlatmak için artlarında çirkin izler bırakır inadına...
Evet doğru deri kendini yeniler, insan kendini yeniler yara izlerinden bazıları kaybolur ama bazıları da kaybolmuyor işte! Yaralanırken duyduğun acıdan daha fazlasını duyuyorsun izleri gördükçe.
Geçmişin gölgesinde yeni başlangıçlar yapmak için küçük adımlar atarken kendimi sonbahar dalındaki tek yaprak gibi hissettim, rüzgarın beni incitmeye çok müsait olduğunu , bütün ötelemeye çalıştığım anılarımın derimin ve bilincimin her katmanına işlediğini görüp yapışkan bi umutsuzluğa kapıldım... Umutsuzluk tüm hayallerimin üzerini bir ağ gibi örttü. Depresif mod.
Doğrulup sağıma döndüm, üçüncü adımımı atmaya kalmadan keskin bi acı duyup şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalıştım, odanın içine gelişigüzel konulmuş kolilerden birinin köşesine sürtünüp son günlerde sık sık yaptığım gibi yine bacağımı çizdirmiştim.
Her yerim yara bere içindeydi! Lanetler okuyarak kolumdaki çiziklerin ne alemde olduğuna baktım, bağladıkları ince kabuk hala kırmızı kahverengiliğini koruyordu. Yara izlerimi geçirsin diye aldığım 67 tl'lik kremin buzdolabında yan gelip yatan görüntüsü canlandı kafamda. Evet yan gelip yatıyordu çünkü bi işe yaramamıştı...
Yaralarla ve çiziklerle yaşamayı öğrenemedin mi sen hala deyip aramaya kaldığım yerden devam ettim. Ne var ki bi yerim kanamışsa? Zamanla kanaması durmayacak, sızısı geçmeyecek değil ya. Ama yaralar, geçmişteki aşınmışlıkları zorla hatırlatmak için artlarında çirkin izler bırakır inadına...
Evet doğru deri kendini yeniler, insan kendini yeniler yara izlerinden bazıları kaybolur ama bazıları da kaybolmuyor işte! Yaralanırken duyduğun acıdan daha fazlasını duyuyorsun izleri gördükçe.
Geçmişin gölgesinde yeni başlangıçlar yapmak için küçük adımlar atarken kendimi sonbahar dalındaki tek yaprak gibi hissettim, rüzgarın beni incitmeye çok müsait olduğunu , bütün ötelemeye çalıştığım anılarımın derimin ve bilincimin her katmanına işlediğini görüp yapışkan bi umutsuzluğa kapıldım... Umutsuzluk tüm hayallerimin üzerini bir ağ gibi örttü. Depresif mod.
Bunları düşünmenin verdiği dalgınlıkla salonun kapısına gelmiştim bile, bitişikteki sapları metalik sarı ve metalik gri olan konsolumuzun çekmecelerini kontrol ederken sonunda aradığım şarj cihazlarını buldum. Biri telefonumun biri de laptopımınkiydi. Şimdi telefonla bilgisayarın enerji kaynakları ve pili bitik benlikleri arasında herhangi bi engel kalmayacaktı.
Birisinin beni de şarj etmesini diledim, birisinin bana yara izlerini önemsememem gerektiğini düşündürmesini diledim. Öyle biri yoktu.
Kendi kendime yetemememin verdiği utançla devam etmeliydim .. Devam etmeliydim çünkü öyle biri yoktu ..
Birisinin beni de şarj etmesini diledim, birisinin bana yara izlerini önemsememem gerektiğini düşündürmesini diledim. Öyle biri yoktu.
Kendi kendime yetemememin verdiği utançla devam etmeliydim .. Devam etmeliydim çünkü öyle biri yoktu ..
Şaşırtamayacaksınız kiii
Önceden insanlar, onlardan beklemediğim şeyler yapıyorlardı, şimdiyse yapamıyorlar çünkü insanlardan beklemediğim bir şey kalmadı!
"İnsandır her şeyi yapar" mantığıyla bakıyorum ve "insancıl" kelimesini zihnimden derinliklerine gömdüm gitti.
"İnsandır her şeyi yapar" mantığıyla bakıyorum ve "insancıl" kelimesini zihnimden derinliklerine gömdüm gitti.
Testereler
"
Testerenin 7.filmi çıkçakmış. Üstelik son film de değilmiş. Oha.
Şu http://www.sinemalar.com/film/44667/Testere-7/ linke tıklayıp yapımcılar bölümüne bakın. Eğleniceksiniz.d
Agnostik Tanrı
Ben tanrı yok demiyorum ki;
Benim tanrı kavramıma uyan biri yok.
Ya da dinler tarafından uydurulan genel-geçer tanımlardaki gibi biri yok diyelim.
Ama kuvvetle muhtemel ki evreni yaratan biri veya birileri var.
Bilerek ya da isteyerek yaratmış olmaları gerekmez.
Mesela bi yemek yapmak istersin içerisine çeşitli malzemeler katarsın, karıştırırsın, ondan eklersin bundan serpersin şundan dökersin ve bi karışım çıkar ortaya, sonra telefon çalar, acil işin çıkar, evi terkedersin müstakbel yemeğini de terkedersin. Sonra saatler geçer eve gelirsin, yemeğin içinde çeşitli organizmalar oluşmuş olur. Bu durumda sen de yarı yaratıcı olmuş olursun. İşte belki biz de birilerinin ocakta unuttuğu yemeğizdir.
Yemektekilerin ve yemeği yapanların dünyasının arasında zaman farkı vardır yani çöpe dökülme süremiz boyunca dünya dönecektir.
Düşünüyorum da insanlar da çok basit yaratıklar. Peki kime göre? İnsandan daha üstün yaratıklara göre... Bize göre bi bilgisayarı programlamak ne kadar kolaysa belki onlar da bizi programlarken hiç zorluk çekmediler.
Nietzsche diyor ya tanrı öldü, gerçekten ölmüş olabilir.
Ya da kendi yarattıklarına işkence etmekten, onları kandırmaktan zevk alan bi sadist olabilir.Uzaylılar dünyaya tohum serpip kaçmışlar diyen bi adam vardı. İlk okuduğumda çok manyak gelmişti. Adamın "ahah çok komik peki uzaylılar nasıl oluştu" gibi tepkilerle okunduğuna eminim. Varlığın en temelini aramaya çalışıyoruz. Evet bazılarımız bulmaya çalışmak kısmına bile geçemedi henüz.Temelde iki yanıt var. Mükemmel bi canlının her şeyi yaratması ya da her şeyin zaten başından beri varolması. Bunlar birbirlerinin içinde çok eriyik olay ve olgular.
-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Tanrı hep vardı. Oluşmaya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-İnsanların aklı almaz.
Gerçekten de aklımız almıyor, yalan mı şimdi?
-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Evren hep vardı. Tanrıya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-Hep vardı işte.
Birinci diyalogla ikincisi arasında bi fark yok.
Tanrının ya da evrenin hep varolması, varolma anlarının bulunmaması anlamına gelir.
Olaya analitiksel açıdan bakacak olursak da dilimizde oluş, kılış ve durum eylemleri vardır. Sürekli olan, olmaya devam eden hatta başlangıcı bulunmayan anlamına gelen bi eylem yoktur. Dili düşüncelerimizle oluşturduğumuza göre dilde olmayan bir şeyi de düşünemeyişimiz normaldir.
Sorun şu ki sonsuzluğun ne demek olduğunu sadece teoride kavrayabiliyoruz.(hatta bundan bile şüpheliyim) Pratikte sonsuzlukla ilgili hiç bir deneyimimizin olmadığı gibi deneyimi olan her hangi bi nesneye veya canlıya da rastlamadık.
Daha dünyanın yuvarlak olduğunu bile tam olarak algılayamıyoruz, ne kadar yürüsek yüzsek hatta uçsak bile sınırlar dışına çıkamayız ama bunu beyine yerleştirmek kolay olmuyor, kuzey yarım küreyi yukarıda, güney yarım küreyi aşağıda sanmamız gibi bi durum bu.
Özetle diyorum ki henüz bu kadar sınırlı bi beynimiz varken tanrıdan, öldüğünden veya hiç varolmadığından emin olamayacağız. Tabi bu "biz"e CERN'lü bilim adamları dahil olmayabilir.
O yüzden bırakalım bunları elimizdekilerin keyfini çıkaralım, ölümden sonrası sürpriz kalsın, gelecekte yaşayacaklarımızın ceremesini şimdiden çekmeyelim ya da mutluluğumuzu ertelemeyelim cennet masallarıyla... Şu dünyada en önemli şeyimiz mutluluğumuz; mutluluk da bi parça zevk bi parça huzur... O zaman ne diyoruz? Yaşasın agnostizm!
Benim tanrı kavramıma uyan biri yok.
Ya da dinler tarafından uydurulan genel-geçer tanımlardaki gibi biri yok diyelim.
Ama kuvvetle muhtemel ki evreni yaratan biri veya birileri var.
Bilerek ya da isteyerek yaratmış olmaları gerekmez.
Mesela bi yemek yapmak istersin içerisine çeşitli malzemeler katarsın, karıştırırsın, ondan eklersin bundan serpersin şundan dökersin ve bi karışım çıkar ortaya, sonra telefon çalar, acil işin çıkar, evi terkedersin müstakbel yemeğini de terkedersin. Sonra saatler geçer eve gelirsin, yemeğin içinde çeşitli organizmalar oluşmuş olur. Bu durumda sen de yarı yaratıcı olmuş olursun. İşte belki biz de birilerinin ocakta unuttuğu yemeğizdir.
Yemektekilerin ve yemeği yapanların dünyasının arasında zaman farkı vardır yani çöpe dökülme süremiz boyunca dünya dönecektir.
Düşünüyorum da insanlar da çok basit yaratıklar. Peki kime göre? İnsandan daha üstün yaratıklara göre... Bize göre bi bilgisayarı programlamak ne kadar kolaysa belki onlar da bizi programlarken hiç zorluk çekmediler.
Nietzsche diyor ya tanrı öldü, gerçekten ölmüş olabilir.
Ya da kendi yarattıklarına işkence etmekten, onları kandırmaktan zevk alan bi sadist olabilir.Uzaylılar dünyaya tohum serpip kaçmışlar diyen bi adam vardı. İlk okuduğumda çok manyak gelmişti. Adamın "ahah çok komik peki uzaylılar nasıl oluştu" gibi tepkilerle okunduğuna eminim. Varlığın en temelini aramaya çalışıyoruz. Evet bazılarımız bulmaya çalışmak kısmına bile geçemedi henüz.Temelde iki yanıt var. Mükemmel bi canlının her şeyi yaratması ya da her şeyin zaten başından beri varolması. Bunlar birbirlerinin içinde çok eriyik olay ve olgular.
-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Tanrı hep vardı. Oluşmaya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-İnsanların aklı almaz.
Gerçekten de aklımız almıyor, yalan mı şimdi?
-Tüm evreni yaratan mükemmel bi tanrı nasıl oluştu?
-Evren hep vardı. Tanrıya ihtiyacı yok.
-Nasıl hep vardı?
-Hep vardı işte.
Birinci diyalogla ikincisi arasında bi fark yok.
Tanrının ya da evrenin hep varolması, varolma anlarının bulunmaması anlamına gelir.
Olaya analitiksel açıdan bakacak olursak da dilimizde oluş, kılış ve durum eylemleri vardır. Sürekli olan, olmaya devam eden hatta başlangıcı bulunmayan anlamına gelen bi eylem yoktur. Dili düşüncelerimizle oluşturduğumuza göre dilde olmayan bir şeyi de düşünemeyişimiz normaldir.
Sorun şu ki sonsuzluğun ne demek olduğunu sadece teoride kavrayabiliyoruz.(hatta bundan bile şüpheliyim) Pratikte sonsuzlukla ilgili hiç bir deneyimimizin olmadığı gibi deneyimi olan her hangi bi nesneye veya canlıya da rastlamadık.
Daha dünyanın yuvarlak olduğunu bile tam olarak algılayamıyoruz, ne kadar yürüsek yüzsek hatta uçsak bile sınırlar dışına çıkamayız ama bunu beyine yerleştirmek kolay olmuyor, kuzey yarım küreyi yukarıda, güney yarım küreyi aşağıda sanmamız gibi bi durum bu.
Özetle diyorum ki henüz bu kadar sınırlı bi beynimiz varken tanrıdan, öldüğünden veya hiç varolmadığından emin olamayacağız. Tabi bu "biz"e CERN'lü bilim adamları dahil olmayabilir.
O yüzden bırakalım bunları elimizdekilerin keyfini çıkaralım, ölümden sonrası sürpriz kalsın, gelecekte yaşayacaklarımızın ceremesini şimdiden çekmeyelim ya da mutluluğumuzu ertelemeyelim cennet masallarıyla... Şu dünyada en önemli şeyimiz mutluluğumuz; mutluluk da bi parça zevk bi parça huzur... O zaman ne diyoruz? Yaşasın agnostizm!
Inception Again And Again
Inception'u gene sinemaya giderek ikinci kez izledim. Evetbağımlılık yaptı 3.kez de izleyeceğim.
Film gene tam çözülmedi, o aksiyon sahnelerinden arada geçen konuşmalara çok dikkat edilemiyor Ayrıca filmin sonuyla ilgili bi sürü teori ürettim gene, lanet adam(Nolan) paradox kurmuş resmen. Ayrıca gerçekten bi insanın zihnine o şekilde giriliyor mu araştıracağım. Bu filmi taparcasına seviyorum evet. Bir de Nolan'a mindfucker diye hitap edelim artık.
Not; Filmi beğenmeyenler filmi anlayamamış olanlardır. İlla çıkıntılık yapacağım kusurunu bulacağım derken basitlik yapmayın!
Adam her ayrıntısını düşünmüş şöyle ki şimdi alıntı yapacağım;
Film gene tam çözülmedi, o aksiyon sahnelerinden arada geçen konuşmalara çok dikkat edilemiyor Ayrıca filmin sonuyla ilgili bi sürü teori ürettim gene, lanet adam(Nolan) paradox kurmuş resmen. Ayrıca gerçekten bi insanın zihnine o şekilde giriliyor mu araştıracağım. Bu filmi taparcasına seviyorum evet. Bir de Nolan'a mindfucker diye hitap edelim artık.
Not; Filmi beğenmeyenler filmi anlayamamış olanlardır. İlla çıkıntılık yapacağım kusurunu bulacağım derken basitlik yapmayın!
Adam her ayrıntısını düşünmüş şöyle ki şimdi alıntı yapacağım;
Phonetically, "Cobb" means "dream" in Sanskrit, Hindi, Urdu, and Punjabi
*: Marion Cotillard's character is called 'Mal', a word meaning wrong/bad/evil or pain in French, Spanish and Portuguese.
Ayrıca Yusuf da Kuranda rüya tabirleri yapan karaktermiş ve ariadne mitolojide bir karaktermiş labirentlerle ilgili hikayesi var.
İşte görün bakın nelere dikkat edilmiş.
filmde kimsenin farkedemediği gönderme için (bkz: yedi uyuyanlar)
1-cobb
2-arthur
3-ariadne
4-eames
5-yusef
6-saito
7-fischer
Ayrıca Yusuf da Kuranda rüya tabirleri yapan karaktermiş ve ariadne mitolojide bir karaktermiş labirentlerle ilgili hikayesi var.
İşte görün bakın nelere dikkat edilmiş.
filmde kimsenin farkedemediği gönderme için (bkz: yedi uyuyanlar)
1-cobb
2-arthur
3-ariadne
4-eames
5-yusef
6-saito
7-fischer
Matematiksel Hayat
Öyle bi dönemim olmuştu ki" iyi olmak"ı saf ve salak olmak olarak algılıyordum. Eskaza birisi bana iyi bi insan olduğumu belirtecek bir şey söylerse şahsıma hakaret edilmiş gibi davranıyordum. Ama geçti gibi hayırlısı artık.
Hayııır! 5 saniye düşündükten sonra tamamen geçmediğini şekil değiştirdiğini fark ettim. Şu anda da birisi bana iyi bi şey dediğini sanarak sen "sıcakkanlı"sın dese direkt sinirim bozulur. Genel olarak sıcak değilim sevdiklerime öyleyim derim.
Cidden ya insanları kişisel olarak 3 kategoride topluyorum; sevdiklerim, sevmediklerim ve diğerleri...
Komik oldu farkındayım da şu sevmediklerimi de nefret ettiklerim ve iğrendiklerim diye ayırabiliriz.
Sevdiğim ve nefret ettiğim insanları çok önemserim bilinçaltıma işlemişlerdir, rüyalarımda da beraberizdir. Gün içinde çoğu kez aklıma gelirler falan.
İşte neyse sevdiklerimi çok önemserim; onları mutlu etmeye, eğlendirmeye, kötü zamanlarında yanlarında olmaya çalışırım. Gerekirse korurum kollarım ama nefret ettiklerimden de tam nefret ederim yani. Güle oynaya Hitler'in eline teslim edebilirim onları içim de acımaz. İğrendiklerimi de görünce tiksinirim. Gerçekten! Elime silah verseler hadi öldür deseler onu bile yapmam istemem çünkü onları o kadar önemsemek bile tiksinç geliyor bana oysa nefret ettiklerim öyle mi? Versinler elime testeriyenin doğuşunu seyretsinler.
Diğerleri grubuna gelirsek de onlara karşı hiçbir his beslemiyorum yani. Olsalar da olur olmasalar da. Ve tanıdığım insanların çoğu bu gruba giriyor sanırım.
Ayrıca şöyle de bi durum var ki sanırım sevdiğim ve sevmediğim insanların sayısı birbirine eşit.
Yani sevdiklerime +1 sevmediklerime -1 dersem sonuç 0(sıfır) oluyor. "Diğer"leri diye kategorize ettiklerim zaten benim için bi anlam ifade etmedikleri için onlar da sıfır. Burdan genel olarak insanları önemsemediğim anlamını çıkarıyorum matematiksel olarak. Ama doğru değil. İnsanları önemsemek +1yse ve önemsememek de +2yse yani her iki duygun eşitse önemsemekle önemsememek arası bi durum çıkıyor. Belki bazen önemseyip bazen önemsememek anlamına geliyordur ya da bazı şeyleri önemseyip bazı şeyleri önemsememek.
Her şey birbirinin içinde çok eriyik durumda gibi.
Hayat da 45607594281 bilinmeyenli denklem üzerine kurulmuş sanki.
Bizden kat kat zeki yaratıkların deneysel oyuncaklarıyız!
Hayııır! 5 saniye düşündükten sonra tamamen geçmediğini şekil değiştirdiğini fark ettim. Şu anda da birisi bana iyi bi şey dediğini sanarak sen "sıcakkanlı"sın dese direkt sinirim bozulur. Genel olarak sıcak değilim sevdiklerime öyleyim derim.
Cidden ya insanları kişisel olarak 3 kategoride topluyorum; sevdiklerim, sevmediklerim ve diğerleri...
Komik oldu farkındayım da şu sevmediklerimi de nefret ettiklerim ve iğrendiklerim diye ayırabiliriz.
Sevdiğim ve nefret ettiğim insanları çok önemserim bilinçaltıma işlemişlerdir, rüyalarımda da beraberizdir. Gün içinde çoğu kez aklıma gelirler falan.
İşte neyse sevdiklerimi çok önemserim; onları mutlu etmeye, eğlendirmeye, kötü zamanlarında yanlarında olmaya çalışırım. Gerekirse korurum kollarım ama nefret ettiklerimden de tam nefret ederim yani. Güle oynaya Hitler'in eline teslim edebilirim onları içim de acımaz. İğrendiklerimi de görünce tiksinirim. Gerçekten! Elime silah verseler hadi öldür deseler onu bile yapmam istemem çünkü onları o kadar önemsemek bile tiksinç geliyor bana oysa nefret ettiklerim öyle mi? Versinler elime testeriyenin doğuşunu seyretsinler.
Diğerleri grubuna gelirsek de onlara karşı hiçbir his beslemiyorum yani. Olsalar da olur olmasalar da. Ve tanıdığım insanların çoğu bu gruba giriyor sanırım.
Ayrıca şöyle de bi durum var ki sanırım sevdiğim ve sevmediğim insanların sayısı birbirine eşit.
Yani sevdiklerime +1 sevmediklerime -1 dersem sonuç 0(sıfır) oluyor. "Diğer"leri diye kategorize ettiklerim zaten benim için bi anlam ifade etmedikleri için onlar da sıfır. Burdan genel olarak insanları önemsemediğim anlamını çıkarıyorum matematiksel olarak. Ama doğru değil. İnsanları önemsemek +1yse ve önemsememek de +2yse yani her iki duygun eşitse önemsemekle önemsememek arası bi durum çıkıyor. Belki bazen önemseyip bazen önemsememek anlamına geliyordur ya da bazı şeyleri önemseyip bazı şeyleri önemsememek.
Her şey birbirinin içinde çok eriyik durumda gibi.
Hayat da 45607594281 bilinmeyenli denklem üzerine kurulmuş sanki.
Bizden kat kat zeki yaratıkların deneysel oyuncaklarıyız!
Tom Hanks
Başlıksız
Fark ettim ki dinlerle ya da kutsal sayılan şeylerle ilgili serbestçe yazdığım zaman izleyici sayısı azalıyor. Trajikomik.
Mübarek Davul(!) Ayı
Şu ramazan davulcuları olayına el atmadan duramayacağımı anladım.
Evet ben onlara gıcık olanlardanım.
Yok ramazanda kimsenin önünde bi şey yeme içme, saygı duy bık bık.
Peki tutanlar tutmayanlara saygı duysa? Davulcu sebebiyle uyuyamıyorum, gürültüye karşı hassasım, kimin ne hakkı var beni bir ay boyunca gürültü işkencesine maruz bırakmaya?
Çalarsaat denen bi şey var herkesin de söylediği gibi. Onu kurup kalkabilirsiniz sevgili gelenekçiler.
Bana göre gelenekler insana ya da topluma bi yarar sağlamıyorsa saçmalıktır, yobazlıktır.
Sıcak otobüste açlıktan nefesin kokuyorsa konuşmayabilirsiniz sevgili oruç tutanlar, bize saygı duyabilirsiniz.
Peki ya ezan olayı, tepemizde Arapça nağmeler... Anayasasında dini belirtilmeyen laik bi ülkede nasıl böyle uygulamalar hala yürürlükte şaşırıyorum. Dinsel özgürlük diyorsanız o zaman kiliseler de çan çalabilsin isteyen istediği yere kilise sinagog açabilsin.
Türk bi yönetmen felsefik içerikli bi film çeksin, filmin içerisinde bi karakter tanrıya küfretsin şu mübarek ramazan ayında neler olur neler...
Valla niye böyle sinirlendim şu an kendimi analizliyorum da geceleri 2'den 5'e kesintisiz devam eden davul seslerinden ve yukarı kattakilerin sahura kalktıklarında bütün apartmanı da ayağa kaldırmalarından olabilir, olması kuvvetle muhtemel yani.
Evet ben onlara gıcık olanlardanım.
Yok ramazanda kimsenin önünde bi şey yeme içme, saygı duy bık bık.
Peki tutanlar tutmayanlara saygı duysa? Davulcu sebebiyle uyuyamıyorum, gürültüye karşı hassasım, kimin ne hakkı var beni bir ay boyunca gürültü işkencesine maruz bırakmaya?
Çalarsaat denen bi şey var herkesin de söylediği gibi. Onu kurup kalkabilirsiniz sevgili gelenekçiler.
Bana göre gelenekler insana ya da topluma bi yarar sağlamıyorsa saçmalıktır, yobazlıktır.
Sıcak otobüste açlıktan nefesin kokuyorsa konuşmayabilirsiniz sevgili oruç tutanlar, bize saygı duyabilirsiniz.
Peki ya ezan olayı, tepemizde Arapça nağmeler... Anayasasında dini belirtilmeyen laik bi ülkede nasıl böyle uygulamalar hala yürürlükte şaşırıyorum. Dinsel özgürlük diyorsanız o zaman kiliseler de çan çalabilsin isteyen istediği yere kilise sinagog açabilsin.
Türk bi yönetmen felsefik içerikli bi film çeksin, filmin içerisinde bi karakter tanrıya küfretsin şu mübarek ramazan ayında neler olur neler...
Valla niye böyle sinirlendim şu an kendimi analizliyorum da geceleri 2'den 5'e kesintisiz devam eden davul seslerinden ve yukarı kattakilerin sahura kalktıklarında bütün apartmanı da ayağa kaldırmalarından olabilir, olması kuvvetle muhtemel yani.
Bunları Biliyormuydunuz?
Kızların kendilerine bakmayan erkeklere gay diye çamur attıklarını?
Dipnot:Aslında çamurluk bi şey değildir gaylik dermişim ama demiyeceğim, dürüst olacağım; iğrenç geliyor! Ama saygı duyarım nasıl duyarım? Imm bi şey demem ama merak ederim.. O kadar güzel kız var yani veya seksi falan. Gerçi kızlar çekilmiyor bazen ben bi kızla çıkamazdım heralde aman bu konu çok derin böö.
Endipnot: nasıl bi dipnot yazmışsam yazıdan uzun sürmüş.
Tanrısalnot:bi kaç gündür saçmalamak ve eğlenmek konulu deneylerimi blogda sürdürmekteyim, biliyorum farkındasınız oh yeah.
Bu sıkıcılığa son verip otobüste oh yeah demek istiyorum, yeter be!
Dipnot:Aslında çamurluk bi şey değildir gaylik dermişim ama demiyeceğim, dürüst olacağım; iğrenç geliyor! Ama saygı duyarım nasıl duyarım? Imm bi şey demem ama merak ederim.. O kadar güzel kız var yani veya seksi falan. Gerçi kızlar çekilmiyor bazen ben bi kızla çıkamazdım heralde aman bu konu çok derin böö.
Endipnot: nasıl bi dipnot yazmışsam yazıdan uzun sürmüş.
Tanrısalnot:bi kaç gündür saçmalamak ve eğlenmek konulu deneylerimi blogda sürdürmekteyim, biliyorum farkındasınız oh yeah.
Bu sıkıcılığa son verip otobüste oh yeah demek istiyorum, yeter be!
Ekonomi Ve Cinsellik
Ülkelerin ekonomi gelişmişliğiyle kadınların cinsel aktifliği doğru orantılıymış.
Demek ki neymiş kadınlar ekonomik özgürlüklerine sahip olduklarında erkeklerin kültürel egemenliği de son buluyormuş.
Ve bu kültürel egemenlik durumu başka başka konulara da yansıyormuş. Kişinin maddi durumu önemliymiş, parayla birlikte özgüven de kazanıyormuş.
Parayı veren(alan) düdüğü çalıyormuş!
Demek ki neymiş kadınlar ekonomik özgürlüklerine sahip olduklarında erkeklerin kültürel egemenliği de son buluyormuş.
Ve bu kültürel egemenlik durumu başka başka konulara da yansıyormuş. Kişinin maddi durumu önemliymiş, parayla birlikte özgüven de kazanıyormuş.
Parayı veren(alan) düdüğü çalıyormuş!
Başlıksız
Alpere başıma gelen olayları anlatmam sonucu verdiği tepki;
"bütün manyaklar da seni buluyo ben dahil"
Hepimiz manyağız hepimiz dahiliz.
Hepimiz manyağız hepimiz dahiliz.
Başlıksız
Fight Clubı harika bulmayan şu dünyada bi tek ben varım la la la.
Valla bak mantık hataları var içinde.
Şort Özgürlüğü
Dersanede her boy her kilo ve her renkten hatta her zekadan kızın minicik şort giymesinden
mütevellit bolca selülit görüntülerine maruz kalıyorduk. Hani yakışan giysin cinsinden serzenişlerimiz vardı. Ama yolda yürürken düşündüm de İzmir'de pantolon giymek pişiğe sebep oluyor, daha doğrusu hissettim evet sıcağı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ne kadar yüzeysel düşünüyorum, sanki insanlar şortu illa bacaklarını sergilemek için giyiyorlar gibi görüyoruz oysa sıcaaaaaaak!
Hele o sıcak rüzgarlar var ya beni mikrodalga fırında pişmeyi bekleyen tavuklar gibi çaresiz bi bıkkınlığa sürüklüyor. Evdeyken haşlanmış tavuklar gibi, sokaktayken kızarmış tavuklar gibi çırpınıp ter döküyorum.
Klimaların kifayesiz kaldığı yerdeyim.
mütevellit bolca selülit görüntülerine maruz kalıyorduk. Hani yakışan giysin cinsinden serzenişlerimiz vardı. Ama yolda yürürken düşündüm de İzmir'de pantolon giymek pişiğe sebep oluyor, daha doğrusu hissettim evet sıcağı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ne kadar yüzeysel düşünüyorum, sanki insanlar şortu illa bacaklarını sergilemek için giyiyorlar gibi görüyoruz oysa sıcaaaaaaak!
Hele o sıcak rüzgarlar var ya beni mikrodalga fırında pişmeyi bekleyen tavuklar gibi çaresiz bi bıkkınlığa sürüklüyor. Evdeyken haşlanmış tavuklar gibi, sokaktayken kızarmış tavuklar gibi çırpınıp ter döküyorum.
Klimaların kifayesiz kaldığı yerdeyim.
Uykusuz Zombi ve Aklından Geçenler
Şu günlerde en fazla hayal ettiğim fantezi sabah beşten akşam on ikiye kadar tv izleyen lanet ihtiyarları katletmek! Televizyonu kafalarına attığımı düşünerek mutlu oluyorum o haldeyim.
Biri ölse de kırk gün yasını tutacakları için kimse tv açmaz. Mevlüt falan okuturlar, belki ağlama sesleri gelir, yok yok gelmez tamamen fantezik bunlar aynı davul tokmağını davulcunun kulağına sokmak istemem gibi. Fark ettim ki bi insandan nefret etmem için uyumamı engellemesi, beni gözaltlarım mor zombi kıvamında dolaştırması yetiyor da artıyor! Bi film vardı hatta iki film vardı üstteki yaşlı komşularının eziyetlerine katlanamamalarını anlatıyordu ama her ikisi de mutlu sonla bitiyordu. Benimki mutlu sonla bitmez çünkü benim hayatım filme benzemez. Yaşlıları öldürürüm hapishaneye düşerim dönse dönse Zeki Demirkubuz'un filmlerine döner. Ona da film denmez. Dramaturji.
Televizyonda Tayyip var, adamı görünce aklıma direkt karikatürlerdeki hali geliyor böyle normal insan değil de karikatür yaratığı sanki, karikatüristler çizsin diye doğmuş ve büyümüş ve nur(!) topu gibi bi karikatürümüz doğmuuuuuş! Oh yeah bugünlerde çıldırmazsam hiç bi zaman çıldırmam. "Oh nayn its mayn"demek istedim çokça. Lalalalalallalal...
Biri ölse de kırk gün yasını tutacakları için kimse tv açmaz. Mevlüt falan okuturlar, belki ağlama sesleri gelir, yok yok gelmez tamamen fantezik bunlar aynı davul tokmağını davulcunun kulağına sokmak istemem gibi. Fark ettim ki bi insandan nefret etmem için uyumamı engellemesi, beni gözaltlarım mor zombi kıvamında dolaştırması yetiyor da artıyor! Bi film vardı hatta iki film vardı üstteki yaşlı komşularının eziyetlerine katlanamamalarını anlatıyordu ama her ikisi de mutlu sonla bitiyordu. Benimki mutlu sonla bitmez çünkü benim hayatım filme benzemez. Yaşlıları öldürürüm hapishaneye düşerim dönse dönse Zeki Demirkubuz'un filmlerine döner. Ona da film denmez. Dramaturji.
Televizyonda Tayyip var, adamı görünce aklıma direkt karikatürlerdeki hali geliyor böyle normal insan değil de karikatür yaratığı sanki, karikatüristler çizsin diye doğmuş ve büyümüş ve nur(!) topu gibi bi karikatürümüz doğmuuuuuş! Oh yeah bugünlerde çıldırmazsam hiç bi zaman çıldırmam. "Oh nayn its mayn"demek istedim çokça. Lalalalalallalal...
Pucca Ayşe
Pucca'nın Cadde Milliyetteki yazısını okurken Ayşe Arman'ın çok iyi bi blog yazarı olacağını düşündüm. (Popülerlik açısından)
Başlıksız
Hepimiz geçmişimizi sırtımızda taşıyan istikrar hamallarıyız.
Tek karakter olma çabamızdan vazgeçtiğimizde özgürlüğümüze kavuşacağız.
Tek karakter olma çabamızdan vazgeçtiğimizde özgürlüğümüze kavuşacağız.
İç Güzellik
"Önemli olan iç güzellik"
masalını kim uydurdu gerçekten merak ediyorum...
Mesela;
"Önemli olan iç güzellik"
Sevilay İççamaşırları
Birileri bu reklamı gördü ve herkese yaydı evet evet öyle olmalı.
masalını kim uydurdu gerçekten merak ediyorum...
Mesela;
"Önemli olan iç güzellik"
Sevilay İççamaşırları
Birileri bu reklamı gördü ve herkese yaydı evet evet öyle olmalı.
Sorunsal
Beklentilerimizi düşük tutarak olası hayal kırıklıklarımızı da en aza indirmiş oluyoruz.
Peki hangisi daha kötü, hayal kırıklığı mı yoksa hayal yoksunluğu mu?
Peki hangisi daha kötü, hayal kırıklığı mı yoksa hayal yoksunluğu mu?
Her Acıda Bi Zevk Vardır
Zevkle huzur ters orantılıdır. Biri arttıkça diğeri azalır.
Ayıla bayıla yaptığın ne kadar çok şey varsa aslında zararlıdır, huzursuz eder.
Huzurla geçen bi hayat da sıkıcıdır.
Belki de adrenalin yaratan şeylere zevkli diyorsun.
Sıkıcı hayata ne renk getiriyorsa o zevk oluyor.
İçin garip bi huzursuzlukla doluysa ya aldığın ya da alacağın hazzın sonucudur aslında.
Her acının içinde bi zevk vardır bunu da unutma.
O yüzden çile çektiğini düşündüğünde bile haz alıp mutlu olabilirsin.
Evet çeşitli acılar insanı içten içe tatmin eder daha önce fark etmedin mi?
Bu sözleri ister fiziksel boyutta ister ruhsal boyutta incele sonuç aynı.
İnsanlar çoğu zaman monoton bi hayat yerine acılarla dolu bi hayat yaşamak isterler.
Kimseye bağlanmadan sap gibi değil acılı aşk maceralarıyla geçen bi ömür daha caziptir.
İnsanlar tarikatlara girer, yemez içmez, uyumaz kendine acı çektirir.
Sen onun mutsuz, umutsuz, üzgün olduğunu sanırsın ama alakası yoktur.
Hepimiz mazoşistiz, tek taraflı aşklara bayılanlarımız çoktur. Sen de onlardan birisin belki.
Hayat amacımız "haz almak" ister bilinçli ister bilinçsiz...
Ayıla bayıla yaptığın ne kadar çok şey varsa aslında zararlıdır, huzursuz eder.
Huzurla geçen bi hayat da sıkıcıdır.
Belki de adrenalin yaratan şeylere zevkli diyorsun.
Sıkıcı hayata ne renk getiriyorsa o zevk oluyor.
İçin garip bi huzursuzlukla doluysa ya aldığın ya da alacağın hazzın sonucudur aslında.
Her acının içinde bi zevk vardır bunu da unutma.
O yüzden çile çektiğini düşündüğünde bile haz alıp mutlu olabilirsin.
Evet çeşitli acılar insanı içten içe tatmin eder daha önce fark etmedin mi?
Bu sözleri ister fiziksel boyutta ister ruhsal boyutta incele sonuç aynı.
İnsanlar çoğu zaman monoton bi hayat yerine acılarla dolu bi hayat yaşamak isterler.
Kimseye bağlanmadan sap gibi değil acılı aşk maceralarıyla geçen bi ömür daha caziptir.
İnsanlar tarikatlara girer, yemez içmez, uyumaz kendine acı çektirir.
Sen onun mutsuz, umutsuz, üzgün olduğunu sanırsın ama alakası yoktur.
Hepimiz mazoşistiz, tek taraflı aşklara bayılanlarımız çoktur. Sen de onlardan birisin belki.
Hayat amacımız "haz almak" ister bilinçli ister bilinçsiz...
Blog Yorumlarına Yorum
Kısa bi zamandan beri yazılan yorumlara karşı hoşgörülü ve yumuşak yorumlar yapamadığımın farkındayım.
Ama o kadar çok saçma sapan değerlendirmeler geliyor ki hangisini yayınlayıp hangisini yayınlamamam gerektiğine karar vermekte zorlanıyorum.
Önceden gelen her yorumu yayınlayıp cevap vermeye çalıştım hem, "aa bak benim bu yorumumu yayınlayamadı, cevap veremedi" denmesin hem de saygısızlık olmasın diye. Sonuçta bu blogun ev sahibi bendim ve sinirlerime hakim olmalıydım ne olursa olsun.
Artık böyle düşünmüyorum burası formspring değil akıllara gelen her tuhaf şey nezaketten yoksun üsluplarla yazılıp gönderilirse ya yayınlanmaz ya da aynı ölçüde üslupla cevap alır.
Ne yazık ki blog sapıkları da varmış, evet gerçekten hiç tahmin etmezdim...
Bu bahsettiğim kişilerin çoğu zaten artık takipçim değil ve o yüzden lütfen üstünüze alınmayın.
Tabi ki yazılarımda benimle aynı görüşte olmayabilirsiniz, bundan daha doğal bir şey yok, fakat bunu nazik, samimi ya da iyi niyetli bi şekilde dile getirirseniz çok mutlu oluyorum =)
Ve gerçekten kaliteli, düşündürten yorumlar da geliyor ve onları yanıtlamak benim için büyük zevk =)
Yorumlarını sevdiğim kişilerin bu yazıdan kendilerine pay çıkarma ihtimali de huzursuz ediyor beni ama umarım üstlerine hiç mi hiç alınmazlar. Ve yine umuyorum ki hangi yorumlara severek ve isteyerek cevap verdiğim anlaşılıyordur...
Ama o kadar çok saçma sapan değerlendirmeler geliyor ki hangisini yayınlayıp hangisini yayınlamamam gerektiğine karar vermekte zorlanıyorum.
Önceden gelen her yorumu yayınlayıp cevap vermeye çalıştım hem, "aa bak benim bu yorumumu yayınlayamadı, cevap veremedi" denmesin hem de saygısızlık olmasın diye. Sonuçta bu blogun ev sahibi bendim ve sinirlerime hakim olmalıydım ne olursa olsun.
Artık böyle düşünmüyorum burası formspring değil akıllara gelen her tuhaf şey nezaketten yoksun üsluplarla yazılıp gönderilirse ya yayınlanmaz ya da aynı ölçüde üslupla cevap alır.
Ne yazık ki blog sapıkları da varmış, evet gerçekten hiç tahmin etmezdim...
Bu bahsettiğim kişilerin çoğu zaten artık takipçim değil ve o yüzden lütfen üstünüze alınmayın.
Tabi ki yazılarımda benimle aynı görüşte olmayabilirsiniz, bundan daha doğal bir şey yok, fakat bunu nazik, samimi ya da iyi niyetli bi şekilde dile getirirseniz çok mutlu oluyorum =)
Ve gerçekten kaliteli, düşündürten yorumlar da geliyor ve onları yanıtlamak benim için büyük zevk =)
Yorumlarını sevdiğim kişilerin bu yazıdan kendilerine pay çıkarma ihtimali de huzursuz ediyor beni ama umarım üstlerine hiç mi hiç alınmazlar. Ve yine umuyorum ki hangi yorumlara severek ve isteyerek cevap verdiğim anlaşılıyordur...
Başlıksız
Dokunmatik sanılıp alınan aslında tırnakmatik olan telefon...
Hani dokunuyorsunuz olmuyor bastır bastır tırnakla işin yoksa.
Hani dokunuyorsunuz olmuyor bastır bastır tırnakla işin yoksa.
Masal
Çocuklar neden masalları sever?
10 yaşımdayken neden Hogwarts'tan mektup gelebilme ihtimalini düşünerek seviniyordum?
10 yaşımdayken neden Hogwarts'tan mektup gelebilme ihtimalini düşünerek seviniyordum?
Realist Karamsarlık-Romantisist Karamsarlık
Gerçekçilik çoğu insana karamsarlıkmış gibi gelir.
Bir de gerçekçi insanların karamsar bulduğu durumlar ve insanlar vardır.
Gerçekçi karamsarlıktan ziyade romantisist bi karamsarlık taşıyan bu duruma natüralistik, bu insanlara da natüralist diyorum ben.
Felsefe terminolojisinde yer almasa da edebiyatta rastlanılan bi kavramdır.
Natüralizme biraz açıklık getirelim;
Gerçek hayatta kötülüklere ve acılara rağmen iyiliklere, mutluluklara da yer vardır. Fakat romantizm ne kadar akıl dışı öge, fazla duygusal yoğunluk barındırıyorsa, romantisist natüralizm de işte o kadar bunalıma ve pesimistliğe meyleder.
Pollyanna'nın romantisist iyiliği ne kadar absürtse tam zıttı olan romantisist kötülük de o kadar absürttür.
Realizmde mutlu ve mutsuz sonlara rastlarız fakat natüralizm der ki "sonlar zaten mutsuzluktur."
Bi ara ben de kendimi natüralizmin pençesine kaptırmıştım "Aslında birini sevmiyorsundur onun sana olan ilgisini seviyorsundur." gibisinden her şeyin altında bi bencillik aramaya başlamıştım. Kısacası "cynic" bi insan olmuştum.
Fakat öyle küçük bi olay oldu ki hayata bakışım değişti. Şöyleki; Günlerden bir gün cılkı çıkmış halde otobüse binmiş yer bulunca sevinçten delirip oturmuş, dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bir zaman sonra aniden fark ettim ki 2-3 yaşlarında bi çocukla babasıyla otobüse binmiş ayakta kalmışlar çocukcağız her frende sarsılıyor. Nasıl görmedim diye yanarken adama" geçin siz oturun çocuk rahat etsin" dedim. Bu olayların hepsi iki saniyede gerçekleşti.
Otobüste tutunacak yer arama çabalarıma rağmen mutluydum.
Sonra düşündüm çocuğun oraya oturması bana hiç bi yarar sağlamayacaktı, üstelik ben yorgundum da.
İsteyerek fedakarlık yapmıştım işte. Demek ki iyilik güdüm de vardı. Bi yandan da mutlu olmak için yer verdin diyordu beynimden bi ses. Ama mutlu olacağımı düşünmeye zaman kalmadan kalkmıştım yerimden. Tabi bilinçaltında saklanıyor mutluluk isteğim diye düşünürken lanet olsun öyle de ya da böyle istersem mutluluktan gebermek için yapmış olayım sonuçta çocuk rahat, baba rahat ben mutlu, herkese yarar sağlayan şey iyidir deyip, aylardır ceremesini çektiğim daimi karamsarlıktan çıkmak için ilk adımı attım. Ve gerisi geldi...
İşte her iyi kabul ettiğimiz şeyin altında bi pislik aramayalım artık. Olan bize oluyor, dünyadan soyutluyoruz kendimizi, birden bütün duygular anlamsız, basit gelmeye başlıyor. Çünkü iyi yok!
Yani anlatmak istediğim şey karamsarlıkta matah bi şey yok aslında. Ama o genel insan kitlesinin anladığı karamsarlıktan bahsetmiyorum. Onlar realizmle karamsarlığı karıştırıyorlar. Realizm insanın dünya gerçeklerine uygun yaşaması için gereklidir. Tabi yok ben kendime ayrı hayali bi dünya kuracağım orada mutlu mesut yaşayacağım diyebilirsiniz, mümkündür.
Bu arada natüralist olmayın, natüralist olanla da birlikte olmayın zira bulaşıcıdır. Bana da başkalarından bulaşmıştı. Aman dikkat!
Bir de gerçekçi insanların karamsar bulduğu durumlar ve insanlar vardır.
Gerçekçi karamsarlıktan ziyade romantisist bi karamsarlık taşıyan bu duruma natüralistik, bu insanlara da natüralist diyorum ben.
Felsefe terminolojisinde yer almasa da edebiyatta rastlanılan bi kavramdır.
Natüralizme biraz açıklık getirelim;
Gerçek hayatta kötülüklere ve acılara rağmen iyiliklere, mutluluklara da yer vardır. Fakat romantizm ne kadar akıl dışı öge, fazla duygusal yoğunluk barındırıyorsa, romantisist natüralizm de işte o kadar bunalıma ve pesimistliğe meyleder.
Pollyanna'nın romantisist iyiliği ne kadar absürtse tam zıttı olan romantisist kötülük de o kadar absürttür.
Realizmde mutlu ve mutsuz sonlara rastlarız fakat natüralizm der ki "sonlar zaten mutsuzluktur."
Bi ara ben de kendimi natüralizmin pençesine kaptırmıştım "Aslında birini sevmiyorsundur onun sana olan ilgisini seviyorsundur." gibisinden her şeyin altında bi bencillik aramaya başlamıştım. Kısacası "cynic" bi insan olmuştum.
Fakat öyle küçük bi olay oldu ki hayata bakışım değişti. Şöyleki; Günlerden bir gün cılkı çıkmış halde otobüse binmiş yer bulunca sevinçten delirip oturmuş, dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bir zaman sonra aniden fark ettim ki 2-3 yaşlarında bi çocukla babasıyla otobüse binmiş ayakta kalmışlar çocukcağız her frende sarsılıyor. Nasıl görmedim diye yanarken adama" geçin siz oturun çocuk rahat etsin" dedim. Bu olayların hepsi iki saniyede gerçekleşti.
Otobüste tutunacak yer arama çabalarıma rağmen mutluydum.
Sonra düşündüm çocuğun oraya oturması bana hiç bi yarar sağlamayacaktı, üstelik ben yorgundum da.
İsteyerek fedakarlık yapmıştım işte. Demek ki iyilik güdüm de vardı. Bi yandan da mutlu olmak için yer verdin diyordu beynimden bi ses. Ama mutlu olacağımı düşünmeye zaman kalmadan kalkmıştım yerimden. Tabi bilinçaltında saklanıyor mutluluk isteğim diye düşünürken lanet olsun öyle de ya da böyle istersem mutluluktan gebermek için yapmış olayım sonuçta çocuk rahat, baba rahat ben mutlu, herkese yarar sağlayan şey iyidir deyip, aylardır ceremesini çektiğim daimi karamsarlıktan çıkmak için ilk adımı attım. Ve gerisi geldi...
İşte her iyi kabul ettiğimiz şeyin altında bi pislik aramayalım artık. Olan bize oluyor, dünyadan soyutluyoruz kendimizi, birden bütün duygular anlamsız, basit gelmeye başlıyor. Çünkü iyi yok!
Yani anlatmak istediğim şey karamsarlıkta matah bi şey yok aslında. Ama o genel insan kitlesinin anladığı karamsarlıktan bahsetmiyorum. Onlar realizmle karamsarlığı karıştırıyorlar. Realizm insanın dünya gerçeklerine uygun yaşaması için gereklidir. Tabi yok ben kendime ayrı hayali bi dünya kuracağım orada mutlu mesut yaşayacağım diyebilirsiniz, mümkündür.
Bu arada natüralist olmayın, natüralist olanla da birlikte olmayın zira bulaşıcıdır. Bana da başkalarından bulaşmıştı. Aman dikkat!
Şartlar Ne Gerektirirse
"Siyasi görüşün ne?" diye sorulduğunda
"Şimdilik sosyalistim zengin olunca kapitalist olucam" cevabını vermesi
Ona anlık hayranlık ve derin bi saygı duymama yol açtı.
"Şimdilik sosyalistim zengin olunca kapitalist olucam" cevabını vermesi
Ona anlık hayranlık ve derin bi saygı duymama yol açtı.
Argumentum ad Hominem
Argumentum ad Hominem diye Latince bi tabir vardır.
Argumentum tartışma, hominem de kişisel anlamına gelir.
Bir argümana cevap verirken argümanı eleştirmekten ziyade argümanı yapan kişiye saldırmak olarak tanımlanır; mantıksal bir safsatadır.
Öneri yerine, öneriyi yapan kişi tartışma konusu edilerek iddialara karşı çıkmak suretiyle yapılır..
Tartışmayı içselleştirip beyninizi savunma mekanizmanızın kontrolüne verirseniz adam karalama safsatası yapmış olursunuz.
Bu da özgüvensiz bireylerin kendini kanıtlama çabası veya dar beyinlerin genişleyememe sıkıntısının ürünüdür.
Çocuk Yapım Ehliyeti
Anne baba olmanın ne kadar kutsal olduğundan dem vurulur her yerde.
Oysa kişinin çocuk sahibi olmasının çocuğa sağladığı bi yarar falan yoktur.
Anne de kendi annelik güdülerini tatmin eder sadece .
Üstelik insanlar o kadar rahat çocuk yapma kararı alıyorlar ki bu lanet dünyaya gelicek o kadar yara darbe alacak, sarsılacak, acıçekecek ben bunun üstesinden gelebilir miyim diye soran yok.
Üstelik bu adaletsiz kaos ortamına ufacık bi bebek sokmanın sorumluluğunu taşıyabilmesi için çocuğun ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gerekiyor.
Oysa kişinin çocuk sahibi olmasının çocuğa sağladığı bi yarar falan yoktur.
Anne de kendi annelik güdülerini tatmin eder sadece .
Üstelik insanlar o kadar rahat çocuk yapma kararı alıyorlar ki bu lanet dünyaya gelicek o kadar yara darbe alacak, sarsılacak, acıçekecek ben bunun üstesinden gelebilir miyim diye soran yok.
Üstelik bu adaletsiz kaos ortamına ufacık bi bebek sokmanın sorumluluğunu taşıyabilmesi için çocuğun ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gerekiyor.
Ben bunun ihtiyaçlarını karşılayabilecek miyim diye düşünen yok. Bi insan fakirse çocuğu doğduğu andan beri sıkıntı yaşamaya mahkum; çocuk hastalanacak tedavisini yaptıramayacak, okulda arkadaşları istedikleri gibi yer içerken, eğlenirken o zavallı çocuk onlara bakacak onlara iç geçirecek, küçümsenecek, millet dersaneye gidip özel ders alırken o babasının işine yardım edecek. Çünkü bu ülkede eğitim eşitliği bile yok. Çatır çatır marka giyecekler bizim çocuk yılda bi aldığı dandik ayakkabısıyla mutlu olacak.
Bu sefer bu adaletsiz değil mi her şeye zenginler mi sahip olsun derseniz beni çileden çıkarırsınız!Her insanın çocuk doğurup, doğurtup kendini tatmin etmesi mi gerekiyor?Bir de bizim toplumdaki ebeveynler çocuğu
kendi malıymışçasına kullanır, okuluna, arkadaşlarına, yediğine içtiğine, giydiğine her şeyine karışır. Kendi yapamadıklarını yaptırmak ister. Doktor mühendis olacaksın sen der. Yolda ağladığı diye iki tane geçirir ağzını ortasına. Ben de kadının ağzının ortasına geçirmek isterim. Lanetler çocuk zorla mı geldi siz istediniz ne hakkınız var vurmaya ne hakkınız var!
Eskiden köylerde çalışıcak insan olsun diye çocuk yaparlarmış. Hala bu sefil mantık hükmünü kaybetmedi.
Zihinsel eksikliği olan insanların zavallı çocuklarına değinelim bir de; babası aşırı dindar( bu
Zihinsel eksikliği olan insanların zavallı çocuklarına değinelim bir de; babası aşırı dindar( bu
bana göre zihinsel eksiklik) bi insandır o yüzden çocuğun hareketleri hep kısıtlanmıştı, tazecik beyne arapça dualar sokulmaya çalışılır, namaz kılmak öğretilir, açık giyinirse cehennemdeki cayır cayır azaptan bahsedilir. Çocuk hele kızsa yandı ki ne yandı! Erkeklerle oynayamaz, gezemez tozamaz, istediği gibi giyinemez, fikirlerini açıkça belirtemez oturup ailesiyle iki dakika felsefe yapamaz Tanrı neden böyle diyemez.
Kız çocuklarını okullara göndermeyen çürümüş dinin ele geçirdiği kokuşmuş beyinlerler için kelimelerin kifayesiz kaldığı yer işte burası! Alkoliklerin, bağımlıların, psikopatların bile çocukları var, hep tramvayla geçecek olan bi çocukluk onları bekliyor... Gerçi zaten bu gruptakiler çok da isteyerek çocuk sahibi olmamışlardır.Bırakın tüm bunları, ailenin cahil olması bile bi azaptır çocuk için. Bu insanların çocuklarının görgülü, açık fikirli, hoşgörülü, özgürlükçü bireyler
olarak yetişmeleri tesadüfi, şans eseri olacaktır. Zengin cahiller de bunun içinde.
Birileri çocuklarını tiyatro, bale, yüzme kurslarına gönderirken birileri de çocuklarını sokağa salar. Oynasın, büyüsün. "Saldım çayıra mevlam kayıra" mantığıyla çocuğun büyümesi seyredilir. Dikkat; çocuk büyütülmez çocuğun büyümesi seyredilir.
Bu çocuk hayatta çok yaralar alacak, yıpranacak, ergenliği
Birileri çocuklarını tiyatro, bale, yüzme kurslarına gönderirken birileri de çocuklarını sokağa salar. Oynasın, büyüsün. "Saldım çayıra mevlam kayıra" mantığıyla çocuğun büyümesi seyredilir. Dikkat; çocuk büyütülmez çocuğun büyümesi seyredilir.
Bu çocuk hayatta çok yaralar alacak, yıpranacak, ergenliği
depresyonu var bunun ben başa çıkabilir miyim diye düşünüp çocuk yapan kaç anne baba var?
Sonra da isyankar genç, sorumsuz genç, dengesiz genç...
Sperm bankası iğrençliğinden hiç söz etmiyorum, çocuğun babasını elinden alan anne nasıl bi annedir anlayamadım çünkü.
"Kalabalık ve mutlu" olayı da var. Çoğu ailede "en çok sevilen çocuk" oluyor ve diğerleri ondan nefret ediyor böylece. Çocuklar arası adalet dengesi kurulamıyor çoğu zaman.
Mesela büyük amcam her zaman babamın kendisinden daha şanslı olduğunu, ona sağlanan imkanların kendisine sağlanmadığını söyler. Annemse amcamların babannemden çok maddi destek gördüğünü, babannemin amcamı daha çok sevdiğini düşünür.Babasından nefret edip arada da küfreden bi dayım var. Kendimi bildim bileli kavga ederler. Dayım sürekli dedemi suçlar, onun yetersiz olduğunu, kendisine bi yarar sağlamadığını, çocukken ki travmalarını anlatır bağıra çağıra. Dedem bi kaç hafta önce öldü şimdi de annanemle kavga ediyorlar.
Ayrıca eğer zengin olunmaması da "kalabalık ve mutlu" profiline zarar veriyor. Şu an günümüz şartları için konuşuyorum. Bütün çocukların 6. snftan başlayarak dersaneye gitmesi gerekiyor, bunun lisesi, üniversitesi var. Marka takıntısı gittikçe körükleniyor, servis yemekhane parası vs vs.
Sonuç olarak diyorum ki sırf eğlence olsun, yalnız kalmayayım, babama bi erkekSonra da isyankar genç, sorumsuz genç, dengesiz genç...
Sperm bankası iğrençliğinden hiç söz etmiyorum, çocuğun babasını elinden alan anne nasıl bi annedir anlayamadım çünkü.
"Kalabalık ve mutlu" olayı da var. Çoğu ailede "en çok sevilen çocuk" oluyor ve diğerleri ondan nefret ediyor böylece. Çocuklar arası adalet dengesi kurulamıyor çoğu zaman.
Mesela büyük amcam her zaman babamın kendisinden daha şanslı olduğunu, ona sağlanan imkanların kendisine sağlanmadığını söyler. Annemse amcamların babannemden çok maddi destek gördüğünü, babannemin amcamı daha çok sevdiğini düşünür.Babasından nefret edip arada da küfreden bi dayım var. Kendimi bildim bileli kavga ederler. Dayım sürekli dedemi suçlar, onun yetersiz olduğunu, kendisine bi yarar sağlamadığını, çocukken ki travmalarını anlatır bağıra çağıra. Dedem bi kaç hafta önce öldü şimdi de annanemle kavga ediyorlar.
Ayrıca eğer zengin olunmaması da "kalabalık ve mutlu" profiline zarar veriyor. Şu an günümüz şartları için konuşuyorum. Bütün çocukların 6. snftan başlayarak dersaneye gitmesi gerekiyor, bunun lisesi, üniversitesi var. Marka takıntısı gittikçe körükleniyor, servis yemekhane parası vs vs.
torun vereyim vs saçma düşüncelerle günümüz koşullarından bağımsız hareket eden insan bencilin tekidir. Çocuğun hiç bir davranışıyla ilgili yakınmaya hakkı yoktur. Ve kendi isteyerek dünyaya getirdiği bi bebeğe bakması cenneti ayaklarının altına sermez! Yapıyorsan bakacaksın kardeşim uçarı kaçarı yok bunun.
Araba alıp sürmek için bile ehliyet gerekirken insanların bu kadar serbest çocuk doğurmalarına izin verilmesi çok saçma...
Dokunmatik
Dokunmatik telefonla uğraşırken birden insanların da dokunmatik olduğu geldi aklıma.
Sonra dokunmatik iphonemuza, dokunmatik insanlardan daha fazla değer verdiğimizi fark ettim.
En azından "daha nazik kullanıyorduk" onu.
Vivaldi Sevgi Çocuk
Yüz binlerce çocuğun izlediği Tom ve Jerry'nin fonuna klasik müzik koymuş olan insanları çok seviyorum.
Şu anda en çok istediğim şey bi çocuğumun olması ve gecenin bu saatinde onu uyuturken ninni olarak Vivaldi dinletebilmek.
Nasıl duygular bunlar ya Vivaldi sev beni.
Ama çocuk çok duygusal olmasın onun için başka müzikler de dinleteceğim ona.
Söz en fazla senin bestelerinden etkileneceğiz
Şu anda en çok istediğim şey bi çocuğumun olması ve gecenin bu saatinde onu uyuturken ninni olarak Vivaldi dinletebilmek.
Nasıl duygular bunlar ya Vivaldi sev beni.
Ama çocuk çok duygusal olmasın onun için başka müzikler de dinleteceğim ona.
Söz en fazla senin bestelerinden etkileneceğiz
Kola Kafa Yapar mı?
Kola bende kafa yapıyor. Ha bira içmişim ha kola fark yok.
Acaba diyorum kafeine karşı bi duyarlılığım mı var?
İçinde çok fazla şeker barındırdığından mutluluk hormonu mu salgılatıyor acaba ya.
Hani çikolata yiyince endorfin dopamin falan zirve yapıyor ya.
Tümevarım yaptım işte böyle bi sonuca vardım.
Kişilik Doğuştandır
Mizaç; genlerle gelen özellikler
Karakter; sonradan kazanılan davranışlar
Kişilik; bu ikisinin sentezi
Diye geçiyordu psikoloji kitabında.
Artık kişiliğin tamamen mizaçtan oluştuğunu düşünmeye başladım.
Bütün o duygulanımımız, düşünce sistemimiz genlerimizin elinde.
O yüzden insanlar sürekli kendilerini keşfetmeye çalışıyor.
İşte sihirli cümle "kişiliğini keşfet" , "kişilik edin" değil!
Varolanı bulma çabası içindeyiz, yokolanı kazanma çabası değil.
Karakter de çocuklukta yaşanan anılar sonucu oluşuyor.
Ama o da mizacımız doğrultusunda.
O zaman tek yumurta ikizlerinin her davranışının aynı olması gerekmez miydi diyebilirsiniz.
Oysa kişilikleri aynı olsa bile çok farklı insanlarmış gibi görülebilirler.
Çünkü birisi kendi doğasını tanıyabilmiştir, diğeri bu tanışmadan yoksundur henüz.
Veya farklı davranış stillerini seçmiş olabilirler.
Örneğin biri duygusaldır, belli eder bunu çevresine; ister ki insanlar hassas olsunlar ona karşı,
Öbürü de duygusaldır fakat belli etmez bunu çevresine; ister ki kimse anlamasın hassaslığını.
Bu bilinçleriyle ilgili bi fenomendir ve bilinç çocuklukta oluşur.
Tek yumurta ikizlerinin aynı evde yaşasalar bile aynı anılara sahip olma olanağı yoktur.
O zaman bu sorun da çözülmüştür.
Kişiliğimiz genlerimizde saklıdır, onu bulmak demek olgunluğa erişmek demektir.
Çünkü kaşifler bu keşif uğruna acı çekerler düşünerek, gözlemleyerek.
Kendimizi bulduğumuz taktirde her diğer insanları anlamamız da kolaylaşacaktır.
Belki de yaşamın sırrı dedikleri şey bu olsa gerek.
Karakter; sonradan kazanılan davranışlar
Kişilik; bu ikisinin sentezi
Diye geçiyordu psikoloji kitabında.
Artık kişiliğin tamamen mizaçtan oluştuğunu düşünmeye başladım.
Bütün o duygulanımımız, düşünce sistemimiz genlerimizin elinde.
O yüzden insanlar sürekli kendilerini keşfetmeye çalışıyor.
İşte sihirli cümle "kişiliğini keşfet" , "kişilik edin" değil!
Varolanı bulma çabası içindeyiz, yokolanı kazanma çabası değil.
Karakter de çocuklukta yaşanan anılar sonucu oluşuyor.
Ama o da mizacımız doğrultusunda.
O zaman tek yumurta ikizlerinin her davranışının aynı olması gerekmez miydi diyebilirsiniz.
Oysa kişilikleri aynı olsa bile çok farklı insanlarmış gibi görülebilirler.
Çünkü birisi kendi doğasını tanıyabilmiştir, diğeri bu tanışmadan yoksundur henüz.
Veya farklı davranış stillerini seçmiş olabilirler.
Örneğin biri duygusaldır, belli eder bunu çevresine; ister ki insanlar hassas olsunlar ona karşı,
Öbürü de duygusaldır fakat belli etmez bunu çevresine; ister ki kimse anlamasın hassaslığını.
Bu bilinçleriyle ilgili bi fenomendir ve bilinç çocuklukta oluşur.
Tek yumurta ikizlerinin aynı evde yaşasalar bile aynı anılara sahip olma olanağı yoktur.
O zaman bu sorun da çözülmüştür.
Kişiliğimiz genlerimizde saklıdır, onu bulmak demek olgunluğa erişmek demektir.
Çünkü kaşifler bu keşif uğruna acı çekerler düşünerek, gözlemleyerek.
Kendimizi bulduğumuz taktirde her diğer insanları anlamamız da kolaylaşacaktır.
Belki de yaşamın sırrı dedikleri şey bu olsa gerek.
Başlıksız
Boşver insanlar kötüdür.
Boşver ne kadar seversen o kadar incinirsin.
Boşver çünkü yazıya devam edersen arabesk ya da emo olucaksın.
Boşver ne kadar seversen o kadar incinirsin.
Boşver çünkü yazıya devam edersen arabesk ya da emo olucaksın.
Sanat Basamakları
Bence her sanatçı "sanat için sanat"yapmayı arzular.
Fakat sanatının takdir kazanmasını da ister.
Zirveyse bilgiyle ve tecrübeyle kazanılmış sanat anlayışıdır.
Fakat sanatının takdir kazanmasını da ister.
Böylece sanatının algılanışını daha basit bi hale getirir.
"Halk için sanat" boyutuna indirirmiş olur yapıtlarını.
Amaç basamak basamak ilerleyip zirveye ulaşmaktır."Halk için sanat" boyutuna indirirmiş olur yapıtlarını.
Zirveyse bilgiyle ve tecrübeyle kazanılmış sanat anlayışıdır.
Soyunma Kabini Psikanalizi
Bi şaka hazırlamışlar.
Birbirinden perdelerle ayrılmış soyunma odası var iki tane.
İkisi de erkeklere ait.
Aradaki perde kazaymışçasına açılıyor.
Arkada bi kadın görülüyor.
Adam var tabi öbür kabinde.
Şimdi burda problem erkeklerin farklı tepki göstermesi.
Birinci tepki: kendi üstünü örtmek
İkinci tepki: kadının üstünü örtmek
Buradan bi karakter tahlili yapılabilir mi?
Yapılırsa nasıl olur?
Üçüncü tepkiyse: hiç örtmemek.
Ama atlayalım bunu zira biz atlamasak da adam kadına atladı.
Birbirinden perdelerle ayrılmış soyunma odası var iki tane.
İkisi de erkeklere ait.
Aradaki perde kazaymışçasına açılıyor.
Arkada bi kadın görülüyor.
Adam var tabi öbür kabinde.
Şimdi burda problem erkeklerin farklı tepki göstermesi.
Birinci tepki: kendi üstünü örtmek
İkinci tepki: kadının üstünü örtmek
Buradan bi karakter tahlili yapılabilir mi?
Yapılırsa nasıl olur?
Üçüncü tepkiyse: hiç örtmemek.
Ama atlayalım bunu zira biz atlamasak da adam kadına atladı.
Misafir Saldırısı
Kalabalık misafirleri ve boğazıma çöreklenen sigara kokusunu, yığılmış bulaşıkları, talan edilmiş buzdolabını görünce "hayat beni neden yoruyosun" diyorum. Kafamda Serdar çalıyor, varın siz düşünün gerisi.
Tell Me Jim
Evet evet biliyorum sevdiğim bi arkadaşım yazar olucak, kitaplar yazıcak, çok sevilicek sonra ben de diyeceğim ki "tanıyorum ben onuu bi zamanlar yakındık".
Bu minik fare olabilir en çok o istiyor yazmayı.
The Doors'tan The Soft Parade dinlerken çok mutlu oluyor insan şekil a1.
Umarım minik fare de mutlu olur.
İçimdeki sevgi kelebeğini nasıl çıkarsam bilmiyorum nasıl yapıcam sen söyle Jim Jim?
Bu minik fare olabilir en çok o istiyor yazmayı.
The Doors'tan The Soft Parade dinlerken çok mutlu oluyor insan şekil a1.
Umarım minik fare de mutlu olur.
İçimdeki sevgi kelebeğini nasıl çıkarsam bilmiyorum nasıl yapıcam sen söyle Jim Jim?
Karamazovların Etkisi
Karamazov Kardeşlerin sonundayım ve herkese -isminin sonuna -ışka -uşka getirerek seslenmek istiyorum.-Alişkaaa gel buraya.(ali)
-Sinişka al bunları sana getirdim.(sinan)
-Ozuşka saat kaçta geliyorsun?(oğuz)
Tabi ki kitabın bundan başka etkileri de oldu.
Baktım insanlar hep aynı soruyu soruyor.
"Tanrı var mı?"
Aman banane gelip bana bi şey diyene kadar umrumda olmayacak.
Bak dünyayı yaratmış sana mesaj veriyor, peygamber de mesajcıymış demeyin bana.
Bu yüzeysel karara vardım.
Yüzeysellik mutluluktur.
Bu sonucu çıkardığım için Dostoyevskinin kemikleri takla attı şimdi mezarında.
-Sinişka al bunları sana getirdim.(sinan)
-Ozuşka saat kaçta geliyorsun?(oğuz)
Tabi ki kitabın bundan başka etkileri de oldu.
Baktım insanlar hep aynı soruyu soruyor.
"Tanrı var mı?"
Aman banane gelip bana bi şey diyene kadar umrumda olmayacak.
Bak dünyayı yaratmış sana mesaj veriyor, peygamber de mesajcıymış demeyin bana.
Bu yüzeysel karara vardım.
Yüzeysellik mutluluktur.
Bu sonucu çıkardığım için Dostoyevskinin kemikleri takla attı şimdi mezarında.
Organik Domates ve Mekanik Materyalizm
"İnsanların organik olması bazen çok garibime gidiyor."
Hastane polikliniğinin karşısındaki bankta otururken arkadaşıma tam böyle söylemiştim ki
Yanımda oturan kadın;
" Nası yani? Bakımsızlar diye mi? Makyaj yapmıyorlar onu mu kastediyorsun" dedi.
Bu soru kadının konuşmamızı başından beri dinlediğini apaçık gösteriyordu.
Olabilir, insanlar çevrelerindeki insanları dinleyebilir, ama belli etmez!
Başkalarını bilmem ama ben bu tür "yabancı samimiyetlerinden" hoşlanmam.
Kadın bana döndü cevap beklemeye başladı.
Bense huzursuz kıpırdandım, yok saymaya çalıştım açıkçası.
Kadın ısrarla sordu da sordu, ben de karşıya bakmaktan vazgeçmeyerek yarım ağızla;
Hücrelerden oluşmaları, canlı maddeler falan diye geveledim. Sustum.
Israrla kadına bakmamaya devam ettim. Kadın da kalktı gitti.
Sinir olmuştum sebebi belki de kadının " insan organikliği dediğim şeyi domates organikliğiyle karıştırıp, inorganik domatesler nasıl çürük çarıksa insanların da makyajsız olanları organik oluyor" çıkarımını yapıp bunu bana teyit ettirme çabasıydı.
Evet desem orada bi nutuk çekicekti belki de bana.
"İç güzellik önemlidir" gibisinden.
Nasıl böyle sığ düşünebildi? Nasıl böyle sığ düşündüğümü düşünebildi diye gıcık oldum işte.
Oysa ben tek bi kurşunla insanın bitimini kabullenemiyordum.
Bütün o anılar, duygular, düşünceler o tek kurşundan sonra yokoluyor.
Kayıplara karışıyor insan, ne hırsından ne de tutkusundan geriye beş on damla kandan başka bir şey bırakmıyor.
Nasıl olur? Nasıl olabiliyor?
Hastane polikliniğinin karşısındaki bankta otururken arkadaşıma tam böyle söylemiştim ki
Yanımda oturan kadın;
" Nası yani? Bakımsızlar diye mi? Makyaj yapmıyorlar onu mu kastediyorsun" dedi.
Bu soru kadının konuşmamızı başından beri dinlediğini apaçık gösteriyordu.
Olabilir, insanlar çevrelerindeki insanları dinleyebilir, ama belli etmez!
Başkalarını bilmem ama ben bu tür "yabancı samimiyetlerinden" hoşlanmam.
Kadın bana döndü cevap beklemeye başladı.
Bense huzursuz kıpırdandım, yok saymaya çalıştım açıkçası.
Kadın ısrarla sordu da sordu, ben de karşıya bakmaktan vazgeçmeyerek yarım ağızla;
Hücrelerden oluşmaları, canlı maddeler falan diye geveledim. Sustum.
Israrla kadına bakmamaya devam ettim. Kadın da kalktı gitti.
Sinir olmuştum sebebi belki de kadının " insan organikliği dediğim şeyi domates organikliğiyle karıştırıp, inorganik domatesler nasıl çürük çarıksa insanların da makyajsız olanları organik oluyor" çıkarımını yapıp bunu bana teyit ettirme çabasıydı.
Evet desem orada bi nutuk çekicekti belki de bana.
"İç güzellik önemlidir" gibisinden.
Nasıl böyle sığ düşünebildi? Nasıl böyle sığ düşündüğümü düşünebildi diye gıcık oldum işte.
Oysa ben tek bi kurşunla insanın bitimini kabullenemiyordum.
Bütün o anılar, duygular, düşünceler o tek kurşundan sonra yokoluyor.
Kayıplara karışıyor insan, ne hırsından ne de tutkusundan geriye beş on damla kandan başka bir şey bırakmıyor.
Nasıl olur? Nasıl olabiliyor?
Ben o bankta kolu, bacağı kırık gözü çıkık insanlara bakarken ne düşünüyordum?
Mekanik materyalizm.
La Mettrie.
Genesis.
Distopya
Surrogates.
Makine-insan-robot.
I am robot.
Kadının makyajsız domates düşüncesi beni bunalttı.
Gerçekten çok bunalmıştım.
Bunlar Inception sayesinde geçti geçti!
Nolan kahramanımızsın.
Mekanik materyalizm.
La Mettrie.
Genesis.
Distopya
Surrogates.
Makine-insan-robot.
I am robot.
Kadının makyajsız domates düşüncesi beni bunalttı.
Gerçekten çok bunalmıştım.
Bunlar Inception sayesinde geçti geçti!
Nolan kahramanımızsın.
En Etkili Silah?
Başlıksız
Her şeyin ayrı yazıldığını biliyoruz evet ama niye her şey yan yana gelmezken üst üste gelir?
Sarı Olan Sadece Fotoğraf Değil
Sesle Sıkıştırılmış Gençlik
Karşı apartmanda kapı pencere açarak televizyon seyreden ve seyrettiren yaşlı insanlar...
Duyamıyorsanız kulaklık alın, sıcak geliyorsa klima taktırın.En azından sabahın beş buçuğundan akşamın on ikisine kadar samanyolu tv izlemeyin.Şu karga sesli haber spikeri adamı kabusum yaptınız. Recep İvedik dinlettirmeniz etkili bi işkence yöntemi oldu.
Ben de dayanamayıp balkona çıkıp " televizyon izleyenler kapatın şunu sabah akşam dinlemek zorunda mıyım sizi" derim. Kapatırsınız o anlık. Yarın gene kaldığımız yerden devam ederiz.
Ben de gene samanyolu tv eşliğinde hangi küfürleri ediceğimi düşünürüm. Bağırırım avaz avaz terbiyeli yada terbiyesiz demeleri umurumda da olmaz.
Benimki nası bi çile anlamadım üstte danalar gibi koşan ve danalar gibi kilolu bir çocuk.
Bi kat üstte masa tenisi oynadığını söyleyen ve top yerine insan kullanıp kullanmadığını merak edilen bi çocuk.
Altta bağırmadan konuşamama özrüne sahip ince yavşak sesli bir çocuk.
Çapraz apartmanda susmak bilmeden ağlayan bi bebek.
Şehir hayatına ve birbirine yakın apartman bloglarına lanet eden bir ben.
Bahçeli ev alma hayalleri olan bi aile.
Ama bahçe falan bulamayıp tekrar alınan bi apartman dairesi.
Taşınma hazırlıklarında olan biz ve bi koli bandı.
Çoğunu Çözen Kişi Çoğuna Hükmedebilir
Dünyayı, en azından insanları ele geçirecek olan kişinin mutlaka bi psikoloji eğitiminden geçmiş olması gerekiyor.
Empati Manyaklığı
Empati kurma huyumdan bıktım ya.
Filmler beni duygudan duyguya sürüklüyor.
Nerede bi işkence sahnesi göreyim hemen kendimi kurbanın yerine koyarım "derim böyle yüzülse şöyle canım acır böyle kan akar" diye hissederim olayı.
Nerede biri terkedildi, ihanete uğradı işte ben O'yum! Ne kadar sevmiştim ben onu, hayaller kurmuştum bol çocuklu pembe panjurlu.. oysa çekti gitti mavi diş fırçasını banyomda bırakarak, ben napayım şimdi, nerelere sığdırayım yalnızlığımı diye içlenirim.
Birinin kardeşi ameliyatta, gözyaşları iz yapmış suratlarda, ben de bi iki iç çekerim tutamam sonra ağlarım. O anlarda hep aklıma Adile Naşit gelir; bi filminde ne zaman tv başına otursa ağlıyordu. İşte gelecekte Adile Naşit gibi bi insan olucam diye garip duygular yaşarım.
Bununla da sınırlı değil ki; yolda mendil satan küçük çocuk görsem hemen senaryolar yazarım, babam alkoliktir beni dövüyodur, annem hastadır sonra bir gün mendil ister benden kan kusar öksürüp falan falan. Tamam şimdi abarttım ama gerçekten kendimi onun yerine koyucam diye depresyondan depresyona koşuyorum.
Bi bebeği annesi çöpe mi attı sonra onu biri görüp yardım ekibi mi çağırmış direkt bebeği gören kişiyim, düşünüyorum çöplükte bi bebek.. Tanrım nasıl bi işkence bu bana? Özellikle bebekler konusunda çok hassassım. Küçükken tv'de böyle bi haber duyunca odama kapanıp ağladığımı hatırlıyorum hatta Dikkat Bebek Var diye bi dizi vardı bilmem hatırlar mısınız Barış bebek üzerine kurulu, onun iç sesiymişçesine birisi konuşurdu, Ceyda Düvenci annesiydi. Neyse bi bölümde bu çocukcağız merdivenlerden düşmüştü de ben hüngür hüngür ağlamıştım. Annem babam zor teselli etmişlerdi beni gerçek değil bunlar diye anlata anlata.
Bir de şu huyum var işte başarılı bulduğum bi film diyelim hemen yönetmen olsam napardım şurdaki kız olsam nası oynardım bıdı da bıdı.
İşte bu yüzden psikoloji okuyup psikolog olmak istemiyorum, "başkasının derdi seni gerdi"ye cevabım %100 evet çünkü. İnsanları bi dosya gibi göremem ki sorunları tespit et, çözümle ve bitir dosya kapansın. I-ıh bana göre değil. Hı bu arada evet balık burcuyum...
Filmler beni duygudan duyguya sürüklüyor.
Nerede bi işkence sahnesi göreyim hemen kendimi kurbanın yerine koyarım "derim böyle yüzülse şöyle canım acır böyle kan akar" diye hissederim olayı.
Nerede biri terkedildi, ihanete uğradı işte ben O'yum! Ne kadar sevmiştim ben onu, hayaller kurmuştum bol çocuklu pembe panjurlu.. oysa çekti gitti mavi diş fırçasını banyomda bırakarak, ben napayım şimdi, nerelere sığdırayım yalnızlığımı diye içlenirim.
Birinin kardeşi ameliyatta, gözyaşları iz yapmış suratlarda, ben de bi iki iç çekerim tutamam sonra ağlarım. O anlarda hep aklıma Adile Naşit gelir; bi filminde ne zaman tv başına otursa ağlıyordu. İşte gelecekte Adile Naşit gibi bi insan olucam diye garip duygular yaşarım.
Bununla da sınırlı değil ki; yolda mendil satan küçük çocuk görsem hemen senaryolar yazarım, babam alkoliktir beni dövüyodur, annem hastadır sonra bir gün mendil ister benden kan kusar öksürüp falan falan. Tamam şimdi abarttım ama gerçekten kendimi onun yerine koyucam diye depresyondan depresyona koşuyorum.
Bi bebeği annesi çöpe mi attı sonra onu biri görüp yardım ekibi mi çağırmış direkt bebeği gören kişiyim, düşünüyorum çöplükte bi bebek.. Tanrım nasıl bi işkence bu bana? Özellikle bebekler konusunda çok hassassım. Küçükken tv'de böyle bi haber duyunca odama kapanıp ağladığımı hatırlıyorum hatta Dikkat Bebek Var diye bi dizi vardı bilmem hatırlar mısınız Barış bebek üzerine kurulu, onun iç sesiymişçesine birisi konuşurdu, Ceyda Düvenci annesiydi. Neyse bi bölümde bu çocukcağız merdivenlerden düşmüştü de ben hüngür hüngür ağlamıştım. Annem babam zor teselli etmişlerdi beni gerçek değil bunlar diye anlata anlata.
Bir de şu huyum var işte başarılı bulduğum bi film diyelim hemen yönetmen olsam napardım şurdaki kız olsam nası oynardım bıdı da bıdı.
İşte bu yüzden psikoloji okuyup psikolog olmak istemiyorum, "başkasının derdi seni gerdi"ye cevabım %100 evet çünkü. İnsanları bi dosya gibi göremem ki sorunları tespit et, çözümle ve bitir dosya kapansın. I-ıh bana göre değil. Hı bu arada evet balık burcuyum...
Hayran Kızlar
X kişisine hayranım sözü beni hayrete düşürür. X demek X'in yemek zevkinden tutun, tırnaklarını nası kestiğine kadar baya baya geniş bi kapsam oluşturur.
Hayranım her bir zerrene! Hı sen mi söyledin bunu? Hiç sanmıyorum o zaman alır o kişiyi ilah yapar tapardın.
Peki İlah'ımızın her zerresine hayran mıyız? Yoo değiliz ama o ayrı konu karıştırmayalım...
Ben onun keman çalışına hayranım, müziğine hayranım, oyunculuğuna hayranım, düşüncelerine olgunluğuna hayranım, parlayan kızıl saçına hayranım diyebiliriz. Bu gayet mantıklı bir şeydir.
Çünkü bizde olmayan bir özelliği başkasında görür çok beğenir yani hayranlık duyarız.
Onun dışında Robert Pattinson açtım bi yerimi bekliyorum işte Justin senin için ölürüm, şunun için dirilirim falan gereksiz laflardır. Saçma laflardır.
Genelde kızlardan fantezik hayaller duyarsınız böyle enteresan fikirlere kapılırlar hayranlık duydukları kişi için. Chuck aslında çok romantik ve duygusaldır ama hayat çok yıpratmıştır onu ve bu hale gelmiştir. İşte biri evcimendir biri ince ruhludur.
Ama erkekler gayet mantıklıdır Megan Fox'un vücuduna hayrandırlar o kadar.
İngiltere'ye Amerika'ya gidilip hayran olunan kişiyle mutlaka tanışılıcaktır, kızlar bundan vahiy inmişçesine emindir. Çünkü "içlerine doğar".
Hele Murat Boz konserine gidip çığlık çığlığa heyecan nidaları savurmaları, sıcaktan beyni akmış bunların dedirten ağlamalar, gül tenine değeydi elim coşkusuyla sahneye uzanan eller ve dokunma çabaları...
Kim bunlarla evlenecek kimse valla yazık diyorum içimden.
Not:E ben de bi kızım sonuçta, hemen müstakbel eşleri ve evlilik hayatlarını düşünüyorum. Lanet genler!
Fazıl Say
Fazıl Say hakkında biraz araştırma yapayım dedim ve wikipedi'ye girdim. Girmez olaydım! Doğum yerine Beytüşebab yazmışlar nasıl ya Şırnak'ta mı doğmuş yok artık derken resmi sitesine girdim Ankara yazıyordu. Tamam dedim dalga geçmişler hem Şırnaklı'larla hem Fazıl'la.
Wikide ilerleyen satırlarda "Üç yaşındayken poğaçacı Ali Kemal Kaya ile ritmik jimnastik ve işitme alıştırmalarına başlayan Fazıl Say" gibi ibareleri de görünce hmm baya kinlenmişler dedim. Ben nefret etmiyorum antipati de duymuyorum duyanları da anlamıyorum aslına bakarsanız.
"O sadece dahi bir piyanist değil; şüphesiz ki yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olacaktır" yazmışlar Le Figaro'da.
Tutup da vay salak Türkler için ne söyledi demek pek de sağduyulu bi davranış olmasa gerek.
Başlıksız
Blogda niye böle ansiklopedik bilgi şeklinde takılıyorum ben de anlayamadım.
Bilgi paylaşınca güzel :p
Bilgi paylaşınca güzel :p
At Heykelleri
Skiofobi ve Benim Fobim
Skiofobinin de gölge tırsıntısı anlamına geldiğini öğrenince benim hiç bi fobim yok nasıl olur bi kızsam en azından böcekten korkmalıyım dedim. Sonra düşündüm düşündüm dolmuşta şöförle yalnız kalma korkum olduğunu keşfettim. Dolmuşa da çok zor binerim hiç sevmem tamam evet benim dolmuş fobim var. Yazdım google'a dolmuş fobisi diye, bir şey çıkmadı. Dolmuşun latincesini öğrenip literatüre bir şeyler katıyım diycem de yok öyle bi dünya:p
Sinofobi
Çin’den ve Çin mallarından korkma durumuna "Sinofobi" deniyormuş.
Sino İngilizcede Çin demekmiş. Biz de öyle China, Chinese diye geçiniyorduk.
Sino İngilizcede Çin demekmiş. Biz de öyle China, Chinese diye geçiniyorduk.
Nayiha
Ücret karşılığında mezarlarda kuran okuyan dua eden insanların varlığından haberdardım da para karşılığı ölünün arkasından ağlayan kadınların varlığından haberdar değildim. Nayiha deniyormuş böylelerine.
Donnie Darko
Kırosu'lar Tükenmez
Dayanamayıp şu daha önce bahsettiğim krosu kızlardan bi tanesinin facebooka yazdığı derin felsefik aforizmaları aktaracağım. Parantezle de yorumlarımı. Mesela;
-"Hayatta en büyük risk, risk almamaktır." (Yaşamak demek başlı başına binbir riski göze almak demektir.)
-"Hayatta en büyük risk, risk almamaktır." (Yaşamak demek başlı başına binbir riski göze almak demektir.)
-"Seni çöpe atacağım poşete yazık."
-"Elimin kiri saçımın bitisin."
-"İyi, kötü pişman değilim yaptığım, yaşadığım hiçbir şeyden. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı ve bitti." (Hayatı boyunca yaşadığı hiç ama hiçbir şeyden pişman olmayan insan baya yüzeysel yaşamış olan insandır. Ha bir de gelişime açık olmayan insandır, şöyle ki şu anki halinden acayip memnun olması gerekir.)
-"Son günlerde çok düşünür oldum"
-"Zor zamanları çabuk atlatır oldum" ( Düşünüp düşünüp zor zaman atlatan bi tek bu kız galiba. Zira insan dertli olduğu zaman kafa dağıtmak ister, düşündükçe iyice mutsuz olur, depresif takılır.)
-"Mutlu olmak için" adlı notundaysa ilk madde "aklını kullan". (Gerçekten zeki bi insan aklını kullanarak asla mutlu olmaz çünkü hayatın gerçeklerini fark ettikçe lanet eder.)
-Bi yazısı daha var orada da "birinin kadını olmak" istediğini belirtiyor. Şöyle açıklamış gerekçesini;
"Neden mi?"
"Herkesin eli tutulmaz."
"Herkesle film seyredilmez."
"Herkesle çekirdek çitlenmez."
"Herkesin kadını olunmaz da o yüzden!" (Herkesle neden çekirdek çitlenmez kısmı beni derin düşüncelere sevk etti:p)
-"içinden gelmeli.."
"Hücrelerine kadar hissetmeli, dna'larına kadar bilmeli insan!" (Kız bilimle sanatı birleştirdi bilmem farkında mısınız?)
Tamam bu kadar yeter içim şişti bi de şimdi eskaza görür falan blogu bütün yıl papaz oluruz artık. Pek blog okuyan bi kız değil ama bakalım:P
Yani belki de o kadar gıcık sözler değiller ama hepsi "erkek" üzerine yaa. Ya birisinden ayrılıyor, ya birini seviyor karşılık alamıyor, ya da birine bağlanmak istiyor falan. Bütün edebi ve felsefi yapısının temelindeki beyaz atlı prens arayışı onu küçümsememe yol açıyor.
Evet seni anlayan veya ruh eşim dediğin biriyle sevgili olmak tabii çok güzeldir.(yaşamadığım için varsayım of:d) Ama insan yalnız yaşamayı da başarabilmeli, karşı cins olgusu olmadan da hayatına devam edebilmeli güçlü olmalı. Bana göre böyle şeyleri facebooka dökmek yanlış yani orasının amacı belli aracı belli falan falan. Öyle işte...
-"Elimin kiri saçımın bitisin."
-"İyi, kötü pişman değilim yaptığım, yaşadığım hiçbir şeyden. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı ve bitti." (Hayatı boyunca yaşadığı hiç ama hiçbir şeyden pişman olmayan insan baya yüzeysel yaşamış olan insandır. Ha bir de gelişime açık olmayan insandır, şöyle ki şu anki halinden acayip memnun olması gerekir.)
-"Son günlerde çok düşünür oldum"
-"Zor zamanları çabuk atlatır oldum" ( Düşünüp düşünüp zor zaman atlatan bi tek bu kız galiba. Zira insan dertli olduğu zaman kafa dağıtmak ister, düşündükçe iyice mutsuz olur, depresif takılır.)
-"Mutlu olmak için" adlı notundaysa ilk madde "aklını kullan". (Gerçekten zeki bi insan aklını kullanarak asla mutlu olmaz çünkü hayatın gerçeklerini fark ettikçe lanet eder.)
-Bi yazısı daha var orada da "birinin kadını olmak" istediğini belirtiyor. Şöyle açıklamış gerekçesini;
"Neden mi?"
"Herkesin eli tutulmaz."
"Herkesle film seyredilmez."
"Herkesle çekirdek çitlenmez."
"Herkesin kadını olunmaz da o yüzden!" (Herkesle neden çekirdek çitlenmez kısmı beni derin düşüncelere sevk etti:p)
-"içinden gelmeli.."
"Hücrelerine kadar hissetmeli, dna'larına kadar bilmeli insan!" (Kız bilimle sanatı birleştirdi bilmem farkında mısınız?)
Tamam bu kadar yeter içim şişti bi de şimdi eskaza görür falan blogu bütün yıl papaz oluruz artık. Pek blog okuyan bi kız değil ama bakalım:P
Yani belki de o kadar gıcık sözler değiller ama hepsi "erkek" üzerine yaa. Ya birisinden ayrılıyor, ya birini seviyor karşılık alamıyor, ya da birine bağlanmak istiyor falan. Bütün edebi ve felsefi yapısının temelindeki beyaz atlı prens arayışı onu küçümsememe yol açıyor.
Evet seni anlayan veya ruh eşim dediğin biriyle sevgili olmak tabii çok güzeldir.(yaşamadığım için varsayım of:d) Ama insan yalnız yaşamayı da başarabilmeli, karşı cins olgusu olmadan da hayatına devam edebilmeli güçlü olmalı. Bana göre böyle şeyleri facebooka dökmek yanlış yani orasının amacı belli aracı belli falan falan. Öyle işte...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)