Merhabalar, fark ettiniz mi burası terk edilmiş ıssız bir kovboy kasabasına dönüşmüş uğramayalı. Kasabanın eski ahşap pub'ına girdikten sonra deri taburesine tüneyip tuhaf hikayeler anlatmaya başlayalım da azıcık tozu alınsın blogun kimbilir belki özleyeni vardır.
Aylar sonra yazma motivasyonum Black Mirror oldu. Black Mirror izleyenle izlemeyen bir olmaz azizim. Böylesine ürpertici fütüristik distopya görmedim kardeşim.
Beni bilirsiniz dini figürlerin cennet-mükafat cehennem-ceza kavramlarıyla hep kafa bulmuşumdur çünkü geleneksel tasvirleri gerçekten çok saçma, esprisi yapılmayacak gibi değil.
Eskiden ölümden de korkmazdım. Hatta çoğu zaman düşünce gücümle kendimi öldürme girişimlerim de mevcuttur. Ahahaha komik geldi şimdi bak.
İçimden sürekli "tamam göreceğimi gördüm hadi öleyim" diye tekrarladığım zamanlar oldu bekledim bekledim ve tabi ki de başıma astroid falan düşmediği gibi vücudum kendi kendine shut off da olmadı, hatta bayılamadım bile. Kanser falan da olmadım ama belki olurum sanki hep acı çekerek ölecekmişim gibi geliyor.
Neyse ne diyordum işte ölüm konusunda bir çekincem yoktu tamamen yok olacağıma inancım tamdı fakat artık nurtopu gibi bir ölüm endişem var malesef.
Bana göre yok olmak toprak tarafından yenmek buharlaşmak falan değil yaşadıklarımın hafızamdan tamamen silinmesi gibi bir durumdu. Çünkü bizi biz yapanın büyük ölçüde çevremizle olan etkileşimlerimiz ve bunlardan doğan anılar olduğunu düşünüyorum. Psikoloji literatüründe buna sosyal davranışçı (social behaviorist) tutum deniyor.
Hani hangi yaşımız tam olarak daha "biz" sorunu doğuyor bir de. Çoğu insana göre ölmeden birazcık önceki halidir herhalde. Yani ölüm yaşımızdan bir on sene önceye gitsek, oradaki kişi bile bizi tam yansıtmıyor olabilir. O halde ölümden sonraki yaşama inananlar tüm hafızalarının da onlarla birlikte taşınacağı kanaatindeler. Ama zihinsel engellileri alzheimerlıları hesaba katmıyorlar hiç.
Benim korkumsa hafızamın bir kısmını kaybetmiş şekilde farklı bir diyarda tekrardan peyda olmak. Veyahut öldüğüm ana dek eksiksiz hafızamla tüm sevdiklerimden uzak alışagelmiş olduğum düzenle alakasız absürt bir yere yollanmak. Bu korkum ilk defa Wristcutters filmini izledikten sonra belirdi. İntihar edenlerin saçma sapan mantıksız anlaşılmaz sıkıcı bir paralel evrene paketlenmesi fikri canımı sıkmıştı. Black Mirror yüzünden de zirve yaptı nevrozum. Reenkarne olup bir kutuya hapsolmaktan aletlerin içinden çıkamamaktan veya tam tersi bomboş sonsuz bir beyazlıkta yapayalnız bırakılmaktan tırsmaya başladım. Barlar gibi yüksek sesli ortamlarda, bu korkum nüksediyor. Dirilip garip şekillere girip acayip durumlarla karşılaşağım diye ödüm kopuyor hani kabuslarımızda olur ya bazen anlam veremediğimiz birbirinden bağımsız olaylar gerçekleşir, diğer insanlara derdimizi anlatmaya çalışırız da anlamazlar peşi sıra saçmalıklar birbirini takip eder.
Bir de ateizmin hayal gücünden yoksun olduğunu düşünmeye başladım. E herhalde onlar mantıklı determinist insanlar demeyin çünkü teknoloji bile imajinasyona ihtiyaç duyuyor. 100 yıl önceki insanların çoğu da internetin icat olacağını tahmin edemezlerdi ve 2015 yılına günler kala biz de 2115 yılının toplumunun yaşayış stiliyle daha da gelişecek olan tekniğiyle ilgili öngörülerden fazlasıyla yoksunuz.
Bu sebeple kafam konsörvatif anlamından çok farklı Tanrı fikirleriyle dolu mesela insanları diğer hayvanlardan ayıran en önemli şey zeka değil aslında dil kullanabilme ve kendinin farkında olma yetisi. Bu üstünlüklerin kendi kendine oluştuğuna ikna olmuyorum (kimse de ikna etmeye çalışmadı gerçi), bir dış müdahale varmış gibi geliyor. Buna paralel olarak da ölüm sonrasına dair senaryolarım epey geniş ve korkunç. Belki daha optimist olsaydım ümitvar bakabilirdim bu dünyanın asıl cehennem olduğuna inandırabilirdim kendimi.
İnsanlık bile acizliklerine hırslarına ve tembelliklerine rağmen bu kadar ileri gidebildiyse mutlaka süper teknolojik güçlere sahip olan bir tanrı olmalı fikrine kapılmış durumdayım. Hoş ilerleyen genel olarak insanlık mı yoksa birkaç bilim adamı ve onların çalışmalarının semerelerini finansal çıkar sağlamak için sıradan insanlara ulaştıran kapital sahipleri mi bilemiyorum. Sevdiği insanların ölümüne şahit olmuş biri olarak ihtimallere tutunma gereksinimi hissediyor olabilirim fakat ölünce cennette buluşup mutlu olacağız naifliğinde değil yargılarım. Çok gizemli değil mi ya resmen ölümden sonrası bilinmiyor. Koca bir BİLİNMEZLİK. Ve çoğu insanın pek de umurunda değilmiş gibi gözüküyor. Dünya nimetleri baş döndürücü tabi. Bense yaşlı nineler gibi laf sokuyorum ölünce ne olacağımın derdindeyim. Kardeşimi bir daha hiç görebilecek miyim? Ona onun için yaptıklarımızı ne kadar çok sevdiğimizi gittiğinde ne kadar özlediğimizi anlatabilecek miyim acaba? Konuşamıyordu çünkü yaşarken ne bileyim bir kere adam gibi sohbet edebilecek miyim ki öyle bir şansım olacak mı?
Aylar sonra yazma motivasyonum Black Mirror oldu. Black Mirror izleyenle izlemeyen bir olmaz azizim. Böylesine ürpertici fütüristik distopya görmedim kardeşim.
Beni bilirsiniz dini figürlerin cennet-mükafat cehennem-ceza kavramlarıyla hep kafa bulmuşumdur çünkü geleneksel tasvirleri gerçekten çok saçma, esprisi yapılmayacak gibi değil.
Eskiden ölümden de korkmazdım. Hatta çoğu zaman düşünce gücümle kendimi öldürme girişimlerim de mevcuttur. Ahahaha komik geldi şimdi bak.
İçimden sürekli "tamam göreceğimi gördüm hadi öleyim" diye tekrarladığım zamanlar oldu bekledim bekledim ve tabi ki de başıma astroid falan düşmediği gibi vücudum kendi kendine shut off da olmadı, hatta bayılamadım bile. Kanser falan da olmadım ama belki olurum sanki hep acı çekerek ölecekmişim gibi geliyor.
Neyse ne diyordum işte ölüm konusunda bir çekincem yoktu tamamen yok olacağıma inancım tamdı fakat artık nurtopu gibi bir ölüm endişem var malesef.
Bana göre yok olmak toprak tarafından yenmek buharlaşmak falan değil yaşadıklarımın hafızamdan tamamen silinmesi gibi bir durumdu. Çünkü bizi biz yapanın büyük ölçüde çevremizle olan etkileşimlerimiz ve bunlardan doğan anılar olduğunu düşünüyorum. Psikoloji literatüründe buna sosyal davranışçı (social behaviorist) tutum deniyor.
Hani hangi yaşımız tam olarak daha "biz" sorunu doğuyor bir de. Çoğu insana göre ölmeden birazcık önceki halidir herhalde. Yani ölüm yaşımızdan bir on sene önceye gitsek, oradaki kişi bile bizi tam yansıtmıyor olabilir. O halde ölümden sonraki yaşama inananlar tüm hafızalarının da onlarla birlikte taşınacağı kanaatindeler. Ama zihinsel engellileri alzheimerlıları hesaba katmıyorlar hiç.
Benim korkumsa hafızamın bir kısmını kaybetmiş şekilde farklı bir diyarda tekrardan peyda olmak. Veyahut öldüğüm ana dek eksiksiz hafızamla tüm sevdiklerimden uzak alışagelmiş olduğum düzenle alakasız absürt bir yere yollanmak. Bu korkum ilk defa Wristcutters filmini izledikten sonra belirdi. İntihar edenlerin saçma sapan mantıksız anlaşılmaz sıkıcı bir paralel evrene paketlenmesi fikri canımı sıkmıştı. Black Mirror yüzünden de zirve yaptı nevrozum. Reenkarne olup bir kutuya hapsolmaktan aletlerin içinden çıkamamaktan veya tam tersi bomboş sonsuz bir beyazlıkta yapayalnız bırakılmaktan tırsmaya başladım. Barlar gibi yüksek sesli ortamlarda, bu korkum nüksediyor. Dirilip garip şekillere girip acayip durumlarla karşılaşağım diye ödüm kopuyor hani kabuslarımızda olur ya bazen anlam veremediğimiz birbirinden bağımsız olaylar gerçekleşir, diğer insanlara derdimizi anlatmaya çalışırız da anlamazlar peşi sıra saçmalıklar birbirini takip eder.
Bir de ateizmin hayal gücünden yoksun olduğunu düşünmeye başladım. E herhalde onlar mantıklı determinist insanlar demeyin çünkü teknoloji bile imajinasyona ihtiyaç duyuyor. 100 yıl önceki insanların çoğu da internetin icat olacağını tahmin edemezlerdi ve 2015 yılına günler kala biz de 2115 yılının toplumunun yaşayış stiliyle daha da gelişecek olan tekniğiyle ilgili öngörülerden fazlasıyla yoksunuz.
Bu sebeple kafam konsörvatif anlamından çok farklı Tanrı fikirleriyle dolu mesela insanları diğer hayvanlardan ayıran en önemli şey zeka değil aslında dil kullanabilme ve kendinin farkında olma yetisi. Bu üstünlüklerin kendi kendine oluştuğuna ikna olmuyorum (kimse de ikna etmeye çalışmadı gerçi), bir dış müdahale varmış gibi geliyor. Buna paralel olarak da ölüm sonrasına dair senaryolarım epey geniş ve korkunç. Belki daha optimist olsaydım ümitvar bakabilirdim bu dünyanın asıl cehennem olduğuna inandırabilirdim kendimi.
İnsanlık bile acizliklerine hırslarına ve tembelliklerine rağmen bu kadar ileri gidebildiyse mutlaka süper teknolojik güçlere sahip olan bir tanrı olmalı fikrine kapılmış durumdayım. Hoş ilerleyen genel olarak insanlık mı yoksa birkaç bilim adamı ve onların çalışmalarının semerelerini finansal çıkar sağlamak için sıradan insanlara ulaştıran kapital sahipleri mi bilemiyorum. Sevdiği insanların ölümüne şahit olmuş biri olarak ihtimallere tutunma gereksinimi hissediyor olabilirim fakat ölünce cennette buluşup mutlu olacağız naifliğinde değil yargılarım. Çok gizemli değil mi ya resmen ölümden sonrası bilinmiyor. Koca bir BİLİNMEZLİK. Ve çoğu insanın pek de umurunda değilmiş gibi gözüküyor. Dünya nimetleri baş döndürücü tabi. Bense yaşlı nineler gibi laf sokuyorum ölünce ne olacağımın derdindeyim. Kardeşimi bir daha hiç görebilecek miyim? Ona onun için yaptıklarımızı ne kadar çok sevdiğimizi gittiğinde ne kadar özlediğimizi anlatabilecek miyim acaba? Konuşamıyordu çünkü yaşarken ne bileyim bir kere adam gibi sohbet edebilecek miyim ki öyle bir şansım olacak mı?