Eskiden blogspot çok canlı cümbüşlü bir yerdi ve bu renkli ruhu benim bloguma da yansıyordu ateşli yorumlar olsun farklı insanlar olsun msn'e eklemeler-mail göndermeler olsun bayağı meşgul ediyordu beni. Başımdan geçen olayları paylaşma isteğim, "şu fikrimi mutlaka bloggerlara anlatmalıyım" şeklinde dürtülerim, her yoruma tatmin edici cevaplar verme çabam vardı o zamanlar. Sanki çok geçmişte kalmış gibi anlatıyorum ama henüz üç yıl bile geçmedi blog yazmaya başlayalı.
İlk defa 17 yaşımda post göndermeye başladım blog için (hep yaşımdan çok daha büyük sanılıyordum o zamanlarda yanlış tahminler benim için gurur vericiydi), ilk defa bir şeyler karalamaya başlamamsa ilkokul yıllarına dayanıyor. Hikayeler falan yazıyordum sonra arkadaşlarıma anlatıyordum genellikle fantastik şeylerdi. Çünkü ilkokul ve ortaokulda Harry Potter kitaplarıyla birlikte büyümüştüm. Uzun bir süre Hogswart'tan davet gelmesini beklediğimi itiraf etmeliyim.
Serinin son kitabı Ölüm Yadigarları'nın çıktığına dair duyumlar aldığımızda ortaokul sondaydım ve çok heyecanlanmıştım! Kitapçılarda satışa sunulmasını bekleyemediğimden 700 sayfalık kitabı hiç para da harcamadan indirip (bir arkadaşımın sayesinde olmuştu bu yoksa kendi başıma beceremezdim o zamanlar) bilgisayarın ekranına yapışarak okumuştum . Hemen bir iki gün içinde bitirdiğimi hatırlıyorum, zavallı gözlerim. Elimde tutmadan okuduğum ilk kitaptı ve sanırım son kitap olarak da kalacak. Belki de bir süre sonra sayfalı ciltli kitaplar demode olacak tabletler kullanılacak ama ben kütüphanemi genişletmeye devam edeceğim. Neyse.
Harry benim çocukluk arkadaşım gibi bir şey olmuştu çok kolay empati kurabildiğim biriydi. Annem babam olmasına rağmen annesizlik-babasızlık nedir onun kadar değilse de biraz biliyordum ve tıpkı Harry gibi yazın sıkıntıdan patlayarak okullar açılsın diye dua ederdim. Zaten küçükken öyle çok ve çeşitli dualarım vardı ki. En çok kardeşlerim için dua ederdim ama hiçbiri tutmadı işte hepsi gitti bir ben kaldım yaşamayı çok severmiş gibi. Söz ne zaman çocukluktan açılsa boğazıma bir şey çöküyor sanki oraya ağırlık yapıyor, çok boktan bir duygu. Hiçbir zaman da çocukluğuma dönmek istediğimi düşünmedim. Geçmişte kalmasını istediğim o kadar çok şey var ki. Böyle zamanlarda kendime acımayayım diye benden kat kat kötü şeyler yaşayan çocukların var olduğunu düşünüyorum mesela kardeşim. Artık bir kardeşim de yok. O dünyanın en güzel bebeğiydi en güzel çocuğuydu. Erkek olmasına rağmen benden bile güzeldi. 10-11 yaşına kadar sapsarı saçları yine sarı incecik kavisli kaşları, minicik burnu minicik ağzıyla herkesten daha tatlıydı.
Yine her şey karıştı.
Nerede ne yapıyor ne düşünüyor olduğum fark etmeksizin gün içinde hadi o değilse de ertesi günü mutlaka aklıma geliyor özlüyorum. Özlediğimizi bilebiliyor olsalar keşke.
İlk defa 17 yaşımda post göndermeye başladım blog için (hep yaşımdan çok daha büyük sanılıyordum o zamanlarda yanlış tahminler benim için gurur vericiydi), ilk defa bir şeyler karalamaya başlamamsa ilkokul yıllarına dayanıyor. Hikayeler falan yazıyordum sonra arkadaşlarıma anlatıyordum genellikle fantastik şeylerdi. Çünkü ilkokul ve ortaokulda Harry Potter kitaplarıyla birlikte büyümüştüm. Uzun bir süre Hogswart'tan davet gelmesini beklediğimi itiraf etmeliyim.
Serinin son kitabı Ölüm Yadigarları'nın çıktığına dair duyumlar aldığımızda ortaokul sondaydım ve çok heyecanlanmıştım! Kitapçılarda satışa sunulmasını bekleyemediğimden 700 sayfalık kitabı hiç para da harcamadan indirip (bir arkadaşımın sayesinde olmuştu bu yoksa kendi başıma beceremezdim o zamanlar) bilgisayarın ekranına yapışarak okumuştum . Hemen bir iki gün içinde bitirdiğimi hatırlıyorum, zavallı gözlerim. Elimde tutmadan okuduğum ilk kitaptı ve sanırım son kitap olarak da kalacak. Belki de bir süre sonra sayfalı ciltli kitaplar demode olacak tabletler kullanılacak ama ben kütüphanemi genişletmeye devam edeceğim. Neyse.
Harry benim çocukluk arkadaşım gibi bir şey olmuştu çok kolay empati kurabildiğim biriydi. Annem babam olmasına rağmen annesizlik-babasızlık nedir onun kadar değilse de biraz biliyordum ve tıpkı Harry gibi yazın sıkıntıdan patlayarak okullar açılsın diye dua ederdim. Zaten küçükken öyle çok ve çeşitli dualarım vardı ki. En çok kardeşlerim için dua ederdim ama hiçbiri tutmadı işte hepsi gitti bir ben kaldım yaşamayı çok severmiş gibi. Söz ne zaman çocukluktan açılsa boğazıma bir şey çöküyor sanki oraya ağırlık yapıyor, çok boktan bir duygu. Hiçbir zaman da çocukluğuma dönmek istediğimi düşünmedim. Geçmişte kalmasını istediğim o kadar çok şey var ki. Böyle zamanlarda kendime acımayayım diye benden kat kat kötü şeyler yaşayan çocukların var olduğunu düşünüyorum mesela kardeşim. Artık bir kardeşim de yok. O dünyanın en güzel bebeğiydi en güzel çocuğuydu. Erkek olmasına rağmen benden bile güzeldi. 10-11 yaşına kadar sapsarı saçları yine sarı incecik kavisli kaşları, minicik burnu minicik ağzıyla herkesten daha tatlıydı.
Yine her şey karıştı.
Nerede ne yapıyor ne düşünüyor olduğum fark etmeksizin gün içinde hadi o değilse de ertesi günü mutlaka aklıma geliyor özlüyorum. Özlediğimizi bilebiliyor olsalar keşke.
3 sesleniş:
Bazen insanlar arasında keşke hiç duygu aktarımı oluşmasa diyorum.Bunun bir de yazı yoluyla olmasına da şaşırıyorum.Okuduğum an itibariyle senin hissettiklerini,hissedebiliyorum.Her ne kadar uyuyup uyandığımda geçse de bu durum,yine de bilinçaltımda biyerlerde saklanıyo tüm insanlara ait duygular.
Heh unutmadan şunu da ekliyeyim,uzun yazılarını okurken sonlara doğru tüm harfler gözlerimin önünden kelebek gibi uçuşuyor.İşte o çok acayip bi durum,yapcağı yorumu unuttuyor insana :)
Supertramp; psikolojide empati için çeşitli teoriler var bana göre en mantıklısı ayna nöronlarla ilgili olanı. Yani birini belli bir duygu durumunda gördüğümüzde istemeden de olsa onu taklit ediyoruz. Ben de işte beni okuyan birkaç kişiyi de karamsarlıktan karamsarlığa sürüklüyorum. :/
Yorum Gönder