Çarşamba günü, Ken Kesey'nin 1962 yılında Kalifornya'da bir hastanede çalışırken yazdığı 60'lı yılların en iyi romanı sayılan Guguk Kuşu(One Flew Over the Cuckoo's Nest)'nun bale gösterimindeydik.
Okuldan, dersaneye gittik, dersaneden de Opera Bale Binasına teşrif ettik. Salona girdiğimiz an garip bir uyumsuzluk gözümüze çarptı. Üstünde lise üniformaları olan öğrenciler yani biz, ve salonda salınan orta yaşlı, şık giyimli hatta fashionista kadınlar topluluğu...
Özge bu durumdan hoşlanmadı. "Keşke eve gidip giyinip gelseydik "dedi çevresini süzerek.
Ben de sanırım umursamayarak "boşver şu anda onlar bize özeniyor bu yaşta olup da lise öğrencisi gördüğünde içini çekmeyerek -ah gençlik yıllarım- demeyecek olan var mıdır?" dedim. Üstelik içimde de -bara gitmekten değil baleye gitmekten daha çok zevk alıyorum-un haklı gururu vardı. Doğruya doğru şimdi hissettiklerim bunlardı.
Bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim; bekleme salonunu modernize edeceğiz diye güzelim Osmanlı mimarisini harap etmişler. Haberleri olsun ekletik mimari ya da eklektik dizayn dedikleri bu değil hem de hiç değil.
Lavaboların ve bir kaç alelade bekleme sandalyesi(!)nin olduğu alt katın tasvir-i efkarında bulunmak bile istemiyorum. Daha önce dikkat etmemişim bunlara.
Esere dönecek olursak sözcüklerin önemi dansın anlamında kaybolurken figürleri yorumlamak insana gerçekten zevk veriyor. Konuysa genel bağlamda "yerleşik düzene başkaldırı"ydı. Başhemşire Ratched'ın marazi ego kokan diktası altında yaşayan akıl hastalarını özgürleştirmek ve bireyselleştirmek için mücadele veren otorite karşıtı Mc Murphy ile arkadaşlarının gördükleri işkence ve baskılar yüzünden susmaya mahkum edilmelerinin hikayesi... Hatta bu susuş bazıları için nihai sessizlik olacaktı.
Önceden Milos Forman'ın yönettiği, Mc Murphy karakterini Jack Nicholsun'ın canlandırdığı film uyarlamasını izlemiştim. Bu arada film 1976 yılında 9 dalda Oscar'a aday gösterilmiş fakat heykelciğe 5 dalda sahip olabilmiş.
Olay örgüsü bale gösterimi ve film versiyonu arasında paralellik taşımıyor. Doğal olarak bale gösteriminin kitap temel alınarak oluşturulduğunu tahmin ettik.
Bu arada In the Name of the Father'ı da cuma günü izlemişken suskun ve bıkkın küçük anarşist çocuk ruhum hafiften kımıldamaya başlamıştı. Fakat gene bir şekilde tarafımdan derinlere itildi.
Aslına bakarsak eşitliği ve adaleti ezilenler ister. Mesela ben hiçbir erkeğin kalkıp da erkekler de kadınlar kadar özgür olmalıdır dediğini duymadım büyük ihtimalle duymam da. Bunun gibi artık hak hukuk için uğraş veren taraf olmak istemiyorum.
Neredeyse bütün okul hayatım boyunca öğretmenlerle zıtlıklar yaşadım ortaokuldan itibaren de okul idaresiyle. Bakıyorum bunca çaba bana ne kazandırmış diye. Hiçbir şey göremiyorum.
Örselenmeden yaşamak için tatlı bir dile ve kötü esprilere gülebilme sabrına ihtiyaç var.
İhtiyacının olması da seni "muhtaç biri" kılıyor. Bu yüzden bazen diyorum ki evet evet ben de güçlü taraf olmalıyım. Çok zengin çok akıllı çok bilgili çok kültürlü olmalıyım. Küçük bir liberalist doğmakta ve bu liberalist de küçük bir kapitaliste gebe. Farkındayım. Nereden nereye gelmişim neyse ruhsal otomatizm diyorum ve konuyu kapıyorum.
Okuldan, dersaneye gittik, dersaneden de Opera Bale Binasına teşrif ettik. Salona girdiğimiz an garip bir uyumsuzluk gözümüze çarptı. Üstünde lise üniformaları olan öğrenciler yani biz, ve salonda salınan orta yaşlı, şık giyimli hatta fashionista kadınlar topluluğu...
Özge bu durumdan hoşlanmadı. "Keşke eve gidip giyinip gelseydik "dedi çevresini süzerek.
Ben de sanırım umursamayarak "boşver şu anda onlar bize özeniyor bu yaşta olup da lise öğrencisi gördüğünde içini çekmeyerek -ah gençlik yıllarım- demeyecek olan var mıdır?" dedim. Üstelik içimde de -bara gitmekten değil baleye gitmekten daha çok zevk alıyorum-un haklı gururu vardı. Doğruya doğru şimdi hissettiklerim bunlardı.
Bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim; bekleme salonunu modernize edeceğiz diye güzelim Osmanlı mimarisini harap etmişler. Haberleri olsun ekletik mimari ya da eklektik dizayn dedikleri bu değil hem de hiç değil.
Lavaboların ve bir kaç alelade bekleme sandalyesi(!)nin olduğu alt katın tasvir-i efkarında bulunmak bile istemiyorum. Daha önce dikkat etmemişim bunlara.
Esere dönecek olursak sözcüklerin önemi dansın anlamında kaybolurken figürleri yorumlamak insana gerçekten zevk veriyor. Konuysa genel bağlamda "yerleşik düzene başkaldırı"ydı. Başhemşire Ratched'ın marazi ego kokan diktası altında yaşayan akıl hastalarını özgürleştirmek ve bireyselleştirmek için mücadele veren otorite karşıtı Mc Murphy ile arkadaşlarının gördükleri işkence ve baskılar yüzünden susmaya mahkum edilmelerinin hikayesi... Hatta bu susuş bazıları için nihai sessizlik olacaktı.
Önceden Milos Forman'ın yönettiği, Mc Murphy karakterini Jack Nicholsun'ın canlandırdığı film uyarlamasını izlemiştim. Bu arada film 1976 yılında 9 dalda Oscar'a aday gösterilmiş fakat heykelciğe 5 dalda sahip olabilmiş.
Olay örgüsü bale gösterimi ve film versiyonu arasında paralellik taşımıyor. Doğal olarak bale gösteriminin kitap temel alınarak oluşturulduğunu tahmin ettik.
Bu arada In the Name of the Father'ı da cuma günü izlemişken suskun ve bıkkın küçük anarşist çocuk ruhum hafiften kımıldamaya başlamıştı. Fakat gene bir şekilde tarafımdan derinlere itildi.
Aslına bakarsak eşitliği ve adaleti ezilenler ister. Mesela ben hiçbir erkeğin kalkıp da erkekler de kadınlar kadar özgür olmalıdır dediğini duymadım büyük ihtimalle duymam da. Bunun gibi artık hak hukuk için uğraş veren taraf olmak istemiyorum.
Neredeyse bütün okul hayatım boyunca öğretmenlerle zıtlıklar yaşadım ortaokuldan itibaren de okul idaresiyle. Bakıyorum bunca çaba bana ne kazandırmış diye. Hiçbir şey göremiyorum.
Örselenmeden yaşamak için tatlı bir dile ve kötü esprilere gülebilme sabrına ihtiyaç var.
İhtiyacının olması da seni "muhtaç biri" kılıyor. Bu yüzden bazen diyorum ki evet evet ben de güçlü taraf olmalıyım. Çok zengin çok akıllı çok bilgili çok kültürlü olmalıyım. Küçük bir liberalist doğmakta ve bu liberalist de küçük bir kapitaliste gebe. Farkındayım. Nereden nereye gelmişim neyse ruhsal otomatizm diyorum ve konuyu kapıyorum.
2 sesleniş:
sisteme karşı gelmek anafikirli bi oyunu altına lys matematik kitabı koyarak izleyen özçelebinin hayattaki ironisi daha ne kadar derinleşebilirdi?
Felsefe kitabının üstüne oturmadığıma dua etmek lazım :D
Yorum Gönder