Skinner box'ı duymuşsunuzdur, duymadıysanız da allah aşkına iki saniyenizi ayırıp googlea yazıverin çünkü hem pişman olmayacaksınız (sevimli güvercinler hamsterlar var hoşunuza gider belki) hem de deneyi baştan sona anlatmaya mecalim yok. Mecalim olsa bile mükemmelliyetçiliğim yüzünden en ince ayrıntısını bile size aktarmaya çalışacağım ve çoğunuz sıkılacak.
Skinner'ın yaptığı instrumental conditioning (araçsal koşullandırma) deneyleri şunu ortaya çıkardı ki; insanlar ve hayvanlar başlarına gelen olaylar arasında sürekli olarak bir neden-sonuç ilişkisi kurmaya meyillidirler ve bu tutumları her zaman doğru olmayabilir. Aslında güvercinin bulunduğu kutuya her on dakikada bir yem konurken güvercin bu düzenli yemlenme olayını bir yeri gagaladığı için gerçekleşiyor sanabilir. Tıpkı biz insanların başımıza gelen musibetleri kötü davranışlarımızın bir sonucu saymamıza benzer. İşin aslı hayatımızda, geçmiş eylemlerimizden dolayı ne mükafatlandırılıyoruz ne de cezalandırılıyoruz fakat bunlar sıralı bir zaman dizinini takip ediyorsa veya eşzamanlıysa aralarında bir bağlantı bulunduğuna inanıyoruz.
Skinner'a göre çoğu batıl inançlarımız bu fenomen kaynaklıdır. Mesela uğurlu eşyaların, sayıların, renklerin varlığına inanmak gibi. Sevinçli bir haber aldığımızda boynumuzda inci kolyemiz vardır sonrasında birkaç defa daha takarız ve bu zamanların birinde tekrar müjdeli bir havadis duyarız sonuç olarak ta-daa nur topu gibi "inci kolyemizin uğurlu olduğu"na dair bir batıl inanış geliştirmişizdir! Burada mutluluk verici şeyler yaşamak yem verilmesine benzer. Hayatın gereği olarak başımızdan arada güzel arada kötü anlar geçecektir. Fakat iki durumun tesadüfen çakışmasından doğan bu inanış inci kolyeyi (veya dualar yazan muskayı) şans getirdiğini düşündüğümüz için boynumuzdan çıkarmamamıza yani sürekli kutuyu gagalamamıza yol açacaktır.
Ortaokuldayken ettiğim duaların bir işe yaramadığını keşfetmiştim çünkü dileklerimin bir kısmı gerçekleşiyor bir kısmıysa boka sarıyordu. İslamda edilen duanın üç türlü karşılığı vardır; sana sevap olarak geri döner veya isteğin kabul edilir veyahut ötelere saklanır. Bu bilgiyi önceden doğru addederken yaşımın büyümesine paralel olarak beynimin gelişmesiyle birlikte "vay iyi kılıf hazırlamışlar" şeklinde düşünmeye başladım. Yıllardır dua etmiyorum -gerçi bazen tanrıyla konuşma çabalarım oluyor ama hepsi boşa gidiyor- ve hayallerimin bir kısmı vücut bulurken bir kısmı ömrümün tozlu sayfalarına gömülüyor.
Rüyalarla ilgili bir söz okumuştum hiç unutmam, diyordu ki; insanlar sadece gerçekleşen rüyalarını hatırlayıp birilerinin kendilerine mesaj ilettiğini varsayarlar fakat gerçekleşmeyen rüyalar kat be kat daha fazladır fakat onları kimse hatırlamak istemez çünkü herkes bu potansiyel gizemli haberleşmenin büyüsüne kapılmak ister.
Skinner'ın yaptığı instrumental conditioning (araçsal koşullandırma) deneyleri şunu ortaya çıkardı ki; insanlar ve hayvanlar başlarına gelen olaylar arasında sürekli olarak bir neden-sonuç ilişkisi kurmaya meyillidirler ve bu tutumları her zaman doğru olmayabilir. Aslında güvercinin bulunduğu kutuya her on dakikada bir yem konurken güvercin bu düzenli yemlenme olayını bir yeri gagaladığı için gerçekleşiyor sanabilir. Tıpkı biz insanların başımıza gelen musibetleri kötü davranışlarımızın bir sonucu saymamıza benzer. İşin aslı hayatımızda, geçmiş eylemlerimizden dolayı ne mükafatlandırılıyoruz ne de cezalandırılıyoruz fakat bunlar sıralı bir zaman dizinini takip ediyorsa veya eşzamanlıysa aralarında bir bağlantı bulunduğuna inanıyoruz.
Skinner'a göre çoğu batıl inançlarımız bu fenomen kaynaklıdır. Mesela uğurlu eşyaların, sayıların, renklerin varlığına inanmak gibi. Sevinçli bir haber aldığımızda boynumuzda inci kolyemiz vardır sonrasında birkaç defa daha takarız ve bu zamanların birinde tekrar müjdeli bir havadis duyarız sonuç olarak ta-daa nur topu gibi "inci kolyemizin uğurlu olduğu"na dair bir batıl inanış geliştirmişizdir! Burada mutluluk verici şeyler yaşamak yem verilmesine benzer. Hayatın gereği olarak başımızdan arada güzel arada kötü anlar geçecektir. Fakat iki durumun tesadüfen çakışmasından doğan bu inanış inci kolyeyi (veya dualar yazan muskayı) şans getirdiğini düşündüğümüz için boynumuzdan çıkarmamamıza yani sürekli kutuyu gagalamamıza yol açacaktır.
Ortaokuldayken ettiğim duaların bir işe yaramadığını keşfetmiştim çünkü dileklerimin bir kısmı gerçekleşiyor bir kısmıysa boka sarıyordu. İslamda edilen duanın üç türlü karşılığı vardır; sana sevap olarak geri döner veya isteğin kabul edilir veyahut ötelere saklanır. Bu bilgiyi önceden doğru addederken yaşımın büyümesine paralel olarak beynimin gelişmesiyle birlikte "vay iyi kılıf hazırlamışlar" şeklinde düşünmeye başladım. Yıllardır dua etmiyorum -gerçi bazen tanrıyla konuşma çabalarım oluyor ama hepsi boşa gidiyor- ve hayallerimin bir kısmı vücut bulurken bir kısmı ömrümün tozlu sayfalarına gömülüyor.
Rüyalarla ilgili bir söz okumuştum hiç unutmam, diyordu ki; insanlar sadece gerçekleşen rüyalarını hatırlayıp birilerinin kendilerine mesaj ilettiğini varsayarlar fakat gerçekleşmeyen rüyalar kat be kat daha fazladır fakat onları kimse hatırlamak istemez çünkü herkes bu potansiyel gizemli haberleşmenin büyüsüne kapılmak ister.
Benzer olarak Carl Gustav Jung da synchronicity diye bir kavram yaratmıştır. Synchronicity is the occurrence of two or more events that appear to be meaningfully related but not causally related. Synchronicity holds that such events are "meaningful coincidences" .
Yani demek istiyor ki senkronizelik iki ya da daha fazla olayın gerçekleşmesinin birbiriyle anlamlı bir şekilde bağlantılı gibi gözükmesi ama nedensel olarak bağlantılı olmaması durumudur.
Jung senkronizeliği "acausal connecting principle" veya "meaningful coincidence" veyahut da "acausal parallelism" kalıplarıyla açıklamaya çalışmıştır. "Temporally coincident occurences of accausal events" de denebilir pek tabi. Anlamlı tesadüfler dersek amiyane tabirle açıklamış oluruz herhalde. Kendi ağzından örnek verecek olursak Jung bir hastasının rüyasında gördüğü bok böceği imgesini yorumlamaya çabalamaktadır ve tam o anda Almanya'da ender rastlanan bok böceğinin muayenehanesinin camında olduğunu fark eder. Hikayenin orijinalindeki böceğin adı karmaşık olduğu için böcek türünü çarpıttım artık kusura bakmayınız. Tabi Jung bu olayı arketiplerine, kolektif bilinçaltına falan yoracak bizim konumuzun dışına taşacaktır fakat anlamlı tesadüflerin neden sonuç ilişkisi barındırmayabileceğini açıkladığı için değinmeden geçmek istemedim.
Yani demek istiyor ki senkronizelik iki ya da daha fazla olayın gerçekleşmesinin birbiriyle anlamlı bir şekilde bağlantılı gibi gözükmesi ama nedensel olarak bağlantılı olmaması durumudur.
Jung senkronizeliği "acausal connecting principle" veya "meaningful coincidence" veyahut da "acausal parallelism" kalıplarıyla açıklamaya çalışmıştır. "Temporally coincident occurences of accausal events" de denebilir pek tabi. Anlamlı tesadüfler dersek amiyane tabirle açıklamış oluruz herhalde. Kendi ağzından örnek verecek olursak Jung bir hastasının rüyasında gördüğü bok böceği imgesini yorumlamaya çabalamaktadır ve tam o anda Almanya'da ender rastlanan bok böceğinin muayenehanesinin camında olduğunu fark eder. Hikayenin orijinalindeki böceğin adı karmaşık olduğu için böcek türünü çarpıttım artık kusura bakmayınız. Tabi Jung bu olayı arketiplerine, kolektif bilinçaltına falan yoracak bizim konumuzun dışına taşacaktır fakat anlamlı tesadüflerin neden sonuç ilişkisi barındırmayabileceğini açıkladığı için değinmeden geçmek istemedim.