Şimdiye kadar iki türlü acıya maruz kaldım. Birincisine boşluk sancısı adını verdim. Zaten burada midemdeki boşluğu defalarca anlatmışımdır , onun nasıl da tüm yaşama sevincimi vakumlayıp yok ettiğini. Her şeyin çirkin yüzünü gördüğümü, nerede ve kiminle olursam olayım yalnız hissettiğimi. Dünyanın basitlik ve sahtelik içinde manasızca dönüp durduğunu kabullenemeyerek herkesten ve kendimden iğrenişimi. Yıllarca bana öğretilen merhametli tanrı imgesini zihnimden kusarak atışımı. Ama kustukça rahatlamak yerine iyice çaresiz hissedişimi ve dinmeyen öfkemi.. Anlatmışımdır.
Ama yaklaşık iki yıldır bu duygu nöbetlerim -evet tıpkı öfke nöbetleri geçirir gibi girdiğim karamsar ve melankolik hal- kendi kendine dinmiş, az sayıda da olsa birilerini sevmeye hayatımı kabullenmeye başlamıştım. Kardeşimin durumunu annemin babamın yorgunluğunu düşünüp üzüldüğüm olurdu yani tamamıyla gamsız tasasız değildim. Fakat elimizden gelen bir şey yoktu. En iyisi fazla kafaya takmamaktı yoksa kederden yaşayamazdı insan.
Yine bir gece hastalandı öğürüp duruyordu kaç gündür de halsizdi ama çok önemli bir şey gibi gelmemişti ne de olsa ben sürekli midemi bozup hastalanıyordum kısa zaman sonra da geçiyordu. Yine de üzülmüştüm tabi öpmeye sarılmaya falan çalışmıştım ama çok huysuzdu. Gece sabaha yaklaşıyordu ve kardeşim yerinden kalkamayacak kadar halsizdi, babam kucağına alıp arabaya götürdü sonra da hastaneye gittiler. Yavrucağızın ömrü hastanelerde geçmişti zaten. Hemşireler kolundan damar yolu bulamaz topuğundan bağlarlardı serumu bense ağlamalarını duymamak için odadan çıkar hastane koridorlarına koşardım. Hep dua ederim "allahım nolur allahım onun canı yanmasın ben dayanabilirim ben daha büyüğüm onun yerine ben hasta olayım allahım lütfen"
Bir iğne vurulup birkaç da ilaç alıp döneceklerdi eve, yani tahminim buydu çok aldırmamıştım nasılsa GERİ DÖNECEKTİ. Sonra ben de bilgisayarı açıp dizimi kaldığım yerden izlemeye devam ettim. Ev telefonu çaldı arayan babamdı, bir şeye ihtiyaçları oldu herhalde dedim açtım. Sesi titriyordu hıçkırdığını duydum.
-Baba!
-Baba noldu!
-Söylesene baba?
Yoğun bakımdaydı.
O anı nasıl tarif edebilirim bilmiyorum bütün o boşluğun sancısıymış varoluş acısıymış hepsi yanında öyle önemsiz öyle basit öyle eften püften kalıyordu ki.. Ölüm vardı ölüm diye bir şey vardı. Onun dışında başka bir şey yoktu. Varlığı vardı ama yokluğu yoktu. Ya vardı ya yoktu. Hani çok sinirlenirsiniz birine ölsün istersiniz. Benim de öyle anlarım olmuştu ve o şimdi ölüyordu! Ölsün demiştim işte ölüyordu itiraz etmeden gidiyordu. Doğduğu hastanede ölüyordu. 9 Eylül Üniversitesi Hastanesi. 01.07.1997.
Doğduğu gün çok mutlu olmuştum yolunu dört gözle beklediğim benim minik bebek kardeşim doğmuştu. İlk kucağıma alışımı hatırlıyorum kollarıma ağır gelmişti düşürmekten çok korkmuş olabildiğince sıkı sarmış annemden alıp annaneme teslim etmiştim. Sonra sık sık kucağıma alır olmuştum kollarımda sallayarak uyutuyordum benim için zor bir görevdi kollarım ağrıyordu ama çok keyif alıyordum. Bir keresinde çorabını ütüleyeceğim derken yakmıştım çok üzülmüştüm çünkü en sevdiğim çorabıydı zaten o yüzden ütülüyordum. Onu gerçekten çok seviyordum 4-5 yaşında bir ablanın sevebileceğinden daha fazla hem de. Anneme babama sorardım hangimizi daha çok seviyorsunuz? Seni derlerdi. Ben de panikler hayır onu daha çok sevin o çok küçük! gibi birşeyler sıralardım.
İşte hikayemizin başlangıcı. O kadar uzun ki bu gece sadece bu kadarını yazabildim mecali kalmıyor insanın. Ses çıkartmayayım annem babam uyanmasın derken baş ağrısı yapıyor sessiz ağlamak.