İnsanların karanlıktan korkma durumları literatürde akluofobi olarak geçer. Özellikte çocukluk çağında normal olmakla birlikte her yaşta rastlanabilir bir fobi türüdür. Tuhaf olansa bunun tam zıttı olan fotofobi yani ışıktan ürkme halidir. Yakın zamanda fark ettim ki ben de bir fotofobik haline gelmişim. Fazla aydınlatılmış alanlardan aşırı rahatsız oluyor ve oradan kaçma isteği duyuyorum. Çoğunlukla kozmetik ürünleri satan mağazalar kuyumcular parlak beyaz ışık kullanıyorlar ve ben bu tür dükkanların vitrinlerine bakarken bile huzursuz oluyorum.
Ama sadece yapay floresan değil güneş ışığı da tedirgin ediyor. Öğlen acil olmadıkça dışarı çıkmıyorum sürekli sığınacak bir gölge bir loşluk arıyorum. Tabi kimse güneşin altında kalmaktan hoşlanmaz ama mesela ben bir grupla yürürken içgüdüsel olarak gölgeye doğru yürüyorum yani koşuyorum neredeyse.
Bilgisayarın parlaklığı için high performance modeu bile benim için katlanılmaz. Başımı ağrıtıyor zira.
Bu yaz annemlerin ısrarıyla ben de onlarla beraber yazlığa gittim ama orada güneşlik perdeler ne kalın ne de koyu yani evin içi aydınlık. Ben nasıl mutsuzum anlatamam odadan odaya kaçıyorum her yer aydınlık! Bu sebeple uyuyamıyorum da. Sabah 5te kalkıyorum bir daha yatacak loş bir yer bulamıyorum. Sürekli ağlıyorum sinirleniyorum ve babam dayanamayıp beni eve bırakıp geri dönüyor. Eve döndüğüm an vurup kafayı yatıyorum güzel bir uyku çekiyorum.
Hakeza İstanbula gittiğimizde de odaya özellikle sabahları güneş vuruyordu bittabi bana uykular yine haram olmuştu. Bu arada kaldığımız ev denize yakındı ve martılar korkunç çığlıklar atıyordu. Burakın sıcak diye pencereyi sürekli açık tutması sayesinde içeri haince süzülen güneş ışıkları ve vahşi martı çığlıkları yüzünden uykuda sıçraya sıçraya bir hal olmuştum.
Evimizin dört bir yani binalarla kaplı dolayısıyla pek güneş görmüyor. Yuvam benim! Bundan önceki evimiz de çok aydınlık olmazdı. Belki alıştığım için bu tepki. Belki de çocukluğumdan beri saklamam gereken çok şey olduğundan belki de sürekli ama sürekli gerçek duygularımı belli etmemeye çalışmaktan. Belki güneş alerjimden belki yanmayı sevmediğimden.
Yalnız şöyle bir şey oldu geçen gün evin kapıları değişti önceden camlı olan banyo kapısını camsız bir kapı modeliyle değiştirdiler. Eskiden ben banyo yaparken koridorun lambasını yakar kapının camından giren ışıkla yıkanırdım. Birkaç gün duşa giremedim banyo çok aydınlık diye. Bir kere girişimde bulundum ışıklar açıkken dişimi fırçalamaya çalıştım ama olmadı kaçıp odama sığındım sonra ampulü daha küçüğüyle değiştirdim yine başaramadım. Bir ara evdeki herkes dışarı çıkınca ben de koridoru aydınlatıp banyo kapısını açık bırakarak yıkandım. Tövbe yarappim.
Sembolistler de aynı şekilde güneşten floresandan ampulden hiç hazzetmezler. Akşam loşluğuna taparlar. Ahmet Haşim de kendini çok çirkin bulduğu için severmiş karanlığı. Ama benim durumum daha farklı ben ışıkta kimseyi görmek istemiyorum ışığın kendisini görmek istemiyorum! Zaten her şey daha çirkin ışıkta orası ayrı.
Öyle işte bana yapılacak en kötü işkence her yanında parlak lambalar bulunan bir odaya hapsetmek falan olmalı. Baş ağrısı ve uykusuzluktan döne döne can veririm. Neyse buradan niye tüyo veriyorsam.
Ama sadece yapay floresan değil güneş ışığı da tedirgin ediyor. Öğlen acil olmadıkça dışarı çıkmıyorum sürekli sığınacak bir gölge bir loşluk arıyorum. Tabi kimse güneşin altında kalmaktan hoşlanmaz ama mesela ben bir grupla yürürken içgüdüsel olarak gölgeye doğru yürüyorum yani koşuyorum neredeyse.
Bilgisayarın parlaklığı için high performance modeu bile benim için katlanılmaz. Başımı ağrıtıyor zira.
Bu yaz annemlerin ısrarıyla ben de onlarla beraber yazlığa gittim ama orada güneşlik perdeler ne kalın ne de koyu yani evin içi aydınlık. Ben nasıl mutsuzum anlatamam odadan odaya kaçıyorum her yer aydınlık! Bu sebeple uyuyamıyorum da. Sabah 5te kalkıyorum bir daha yatacak loş bir yer bulamıyorum. Sürekli ağlıyorum sinirleniyorum ve babam dayanamayıp beni eve bırakıp geri dönüyor. Eve döndüğüm an vurup kafayı yatıyorum güzel bir uyku çekiyorum.
Hakeza İstanbula gittiğimizde de odaya özellikle sabahları güneş vuruyordu bittabi bana uykular yine haram olmuştu. Bu arada kaldığımız ev denize yakındı ve martılar korkunç çığlıklar atıyordu. Burakın sıcak diye pencereyi sürekli açık tutması sayesinde içeri haince süzülen güneş ışıkları ve vahşi martı çığlıkları yüzünden uykuda sıçraya sıçraya bir hal olmuştum.
Evimizin dört bir yani binalarla kaplı dolayısıyla pek güneş görmüyor. Yuvam benim! Bundan önceki evimiz de çok aydınlık olmazdı. Belki alıştığım için bu tepki. Belki de çocukluğumdan beri saklamam gereken çok şey olduğundan belki de sürekli ama sürekli gerçek duygularımı belli etmemeye çalışmaktan. Belki güneş alerjimden belki yanmayı sevmediğimden.
Yalnız şöyle bir şey oldu geçen gün evin kapıları değişti önceden camlı olan banyo kapısını camsız bir kapı modeliyle değiştirdiler. Eskiden ben banyo yaparken koridorun lambasını yakar kapının camından giren ışıkla yıkanırdım. Birkaç gün duşa giremedim banyo çok aydınlık diye. Bir kere girişimde bulundum ışıklar açıkken dişimi fırçalamaya çalıştım ama olmadı kaçıp odama sığındım sonra ampulü daha küçüğüyle değiştirdim yine başaramadım. Bir ara evdeki herkes dışarı çıkınca ben de koridoru aydınlatıp banyo kapısını açık bırakarak yıkandım. Tövbe yarappim.
Sembolistler de aynı şekilde güneşten floresandan ampulden hiç hazzetmezler. Akşam loşluğuna taparlar. Ahmet Haşim de kendini çok çirkin bulduğu için severmiş karanlığı. Ama benim durumum daha farklı ben ışıkta kimseyi görmek istemiyorum ışığın kendisini görmek istemiyorum! Zaten her şey daha çirkin ışıkta orası ayrı.
Öyle işte bana yapılacak en kötü işkence her yanında parlak lambalar bulunan bir odaya hapsetmek falan olmalı. Baş ağrısı ve uykusuzluktan döne döne can veririm. Neyse buradan niye tüyo veriyorsam.