Sayfalar

Toplumuna Ve Dinine Göre İnsan Seçmek


Saat sabahın sekiz buçuğu, ben hala uyanığım. Sıkıntıdan ekşi sözlük okuyorum her zamanki gibi yine sinirleniyorum. Kızdığım şey düşündüklerimin zıttının savunulmasından ziyade ahkam kesilmesi. Ermeni soykırımı başlığını okuyorum ki genelde böyle herkesin bol keseden attığı evrim teorisi ateizm atatürk vb başlıklara girmem. Sadece entrylerini beğendiğim bazı yazarlar bu konuda ne fikir beyan etmiş diye merak edip tıklarım.
Öncelikle fanatizmin her türlüsü bana saçma geliyor; din mezhep ırk takım.. Ve bir de insanları etnik kökenlerine yani genetik kalıtımlarına göre değil dahil oldukları güruha yani toplumsal kalıtımlarına göre değerlendiririm. İnsanları asla yargılamam tamamen önyargısız bir meleğim! falan diyeceğimi sandıysanız yanıldınız.  Maslow'un Hierarchy of Needs Theorysini kabul ederek gelelim toplumsal kalıtımın ne olduğuna. Birkaç gündür bu konuyla ilgili bir sonuca varamamaktan dolayı sıkıntı içindeydim. Kabaca fakirlik eşittir gelişmemişlik, tamam ama başka hangi etkenler gelişime olumsuz etkide bulunuyor?
Ekonomik şartlar önemsenmeden toplumun uygarlaşması sadece bireylerinin zeka seviyesine mi bağlıdır? Hayır! Ülkelerin gelişmişliği teker teker vatandaşlarının iq miktarına göre değil bütünlük halinde halk olarak geçirdikleri sosyolojik evrelere bağlıdır. Yani en basitinden şöyle örneklendireyim; farklı insan gruplarına aynı miktar bütçe ayrıldığında bu ödenekle birbirleriyle alakasız eylemlerde bulunurlar. Kimisi verilen parayla gösteriş yapmaya çalışır cep telefonu kılıfı bile markalıdır, kimisi kendini eğlenceye adar gazinolara dadanır, kimisi bir karavan alır dünyayı dolaşır, kimisi okul hastane vs hayır işleriyle uğraşır, kimisi karısının üstüne bir kuma daha getirir, kimisi eğitimi için yurtdışına çıkar o kurs senin bu seminer benim koşar durur.

Bu değişik tutumlar zekayla direkt ilgili değildir daha çok doyumla alakalıdır. Harvardda okuyup homelesslığı bir yaşam biçimi kabul etmiş öğrencilerin varlığı buna en güzel kanıttır. Ve toplum kuralları ne kadar katıysa kişisel doyum-hayattan alınan haz o kadar azdır. Kişiler yeterli doyuma ulaşamadıklarında daha agresif ve saldırgan olurlar.
Peki toplumu bu kadar baskıcı ve dayatmacı yapan nedir? - DİN ve İKTİDAR HIRSIdır.
Şimdi bazıları karşı çıkacak, dini kendi çıkarları için kullananlarda suç! şeklinde itiraz edeceklerdir. Ben de sorarım insan neyi kendi çıkarı için kullanmadı da din gibi bir olgudan faydalanmasın? Tanrı o kadar aciz miydi ki gönderdiği dinlerin böyle yorumlanacağını hesaplayamadı.
İktidar hırsına gelecek olursak o bambaşka bir inceleme konusudur din dil ırk ayrımı yapmadan kişiyi canavarlaştırır.

Kimileri der ki kafatasçılık Darwinin Avrupalıları üstün ırk kabul etmesiyle başlamıştır. Bu ve buna benzer Afrikalıların neredeyse insan kategorisine sokulmaması, Darwinin nazilere ilham kaynağı olması gibi provokatif bilgiler Harun Yahyanın sitelerinde bulunmaktadır. Şimdiki aklım olsa kaale almazdım fakat ilk öğrendiğimde(16) şaşırmış böyle bir yorumu kim çıkarmış diye kızmıştım. Sonra düşündüm her alanda ileri olan yer Avrupa kıtasıydı bilim mi dersin sanat mı dersin özgürlük mü dersin modernlik mi dersin hepsinden bolca mevcut. Adalet için bile iç hukuk yollarımız yetersiz kalıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyoruz.
İngilizler Fransızlar Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi kendileri savaşmadan toprak kazanıyorlar, sömürge ediniyorlar, ülkeleri maşa olarak kullanıyorlar tıpkı Avustralyadan Yeni Zelandadan Osmanlı cephelerine asker getirmeleri, Yunanlıları Türklere karşı kışkırtmaları gibi.. Bir laf vardı "Türkler savaşta kazandıklarını masada kaybeder". "Su akar Türk bakar".
Biz Kafkas ırkı (doğu avrupa batı asya) evrimin gerisinde miydik saf mıydık salak mıydık? Çünkü bir bakınca Türkiye Yunanistan Bulgaristan Ermenistan hep aynı aslında. Ne diye birbirimizi yiyorduk? Ayrıca Afrika sömürge yapıldı insanları köle edildi çeşit çeşit işkencelere maruz kaldılar ve kendilerini koruyamadılar demek ki yeterince zeki değiller!

Şimdiyse bir dönem Avruplıların tıptan bihaber oluşunu tedavi amaçlı insan kanı içilmesini, cadı ve vampir avladıklarını, kilisenin despotluğunun ne kadar can yaktığını göz önünde bulundurabiliyorum.
Oryantalist değilim ama küçümsediğimiz Araplar Farisiler zamanında imrenilecek kütüphaneler kurmuşlar zamanın gözde şehirlerini inşa etmişler. Endülüs Emevilerinde hayran olunacak hanlar hamamlar varken Avrupanın saraylarında dahi temizlik kültürü hadi kültürü geçtim banyo diye ayrı bir yer yokmuş. Bunu da yazarı İngiliz olan, İspanyol Prenses Katalinanın(Katherine) İngiltereye küçük yaşta gelin gitmesini ardından da yıllar sonra kraliçe olmasını anlatan bir kitapta okumuştum. Yine Fransız İhtilalini konu alan başka bir kitapta da Europanın çirkin yüzü görülüyordu açık açık.

Sonra mesela Kızılderililer gerizekalı oldukları için değil yaşam biçimlerinden ötürü katledilmişler asimilasyona uğramışlardı. Bütün ezilen ırklara sempati duyuyorum İskoçlar, İrlandalılar, Boşnaklar..

Siyahiler de aynı şekilde şu an dünyanın neresinde olursa olsun bulundukları ortama uyum sağlamışlar beyazlarla aynı eğitimden geçmişler birçok düşünür bilim adamı sanatçı yetiştirmişler. Eğer söylenegelen uydurmacalar gibi insan-maymun arası bir yaratık olsalar zihinsel işlem gerektiren süreçlerde başarısız olmaları gerekirdi.

Türkiyede neden "proleteryanın sağcı elitlerin solcu" olduğu tartışılagelen bir konudur. İşte bu da Türk vatandaşlarının milli hafızası toplumsal kalıtımının bir sonucudur. Gerçi zenginler de şu an konjonktür gereği islami açılımlara yönelmişler, yeşil sermaye ivme kazanmış ve doğal olarak sağa kaymışlardır.

-Paşa ve bey-den başka soyluluk ünvanı bulunmayan Türkiye geçmişinde sınıf farklılıkları mesela bir -şövalye lord kont markiz earl baron dük- gibi asalet ünvanlarına ve hala halihazırda bir kraliyet ailesine sahip İngiltere geçmişindeki kadar belirgin değildir ve tabakalar arası dikey geçiş nispeten kolaydır. Ülkemizde işçi tabakasından bir ailenin çocuğu bile mevcut eğitim sistemiyle, okulunda devamlılık göstermişse statüsel anlamda istediği makama sahip olabilir çünkü üniversiteye (Osmanlıda daha yeni 1800'lerde kurulan üniversitenin temelleri Batı Avrupada 11./12. Doğu Avrupada 13./14. yüzyıla dayanıyor.)  giriş sınavlarında adayların kültür birikimleri, bakış açıları, hobileri, kaç dil bildikleri, hangi kurslara katıldıkları sorgulanmaz ezberlenen formüller ile biraz mantık çokça pratik istenen üniversite için yeterlidir.

Yine İngilterede işçiler arasında bile katmanlar mevcuttur yüksek gelirli işçi aristokrasisi diye birşey vardır. Sürekli İngiltereden bahsetmemin sebebi sanayileşme ve sömürgeleşmenin en hızlı bu birleşmiş krallıkta yaşanmış olması. Amerikayı da örnek gösterebiliriz 1 mayıs işçi bayramının, 8 mart dünya kadınlar gününün nasıl ilan edildiğini veya Rusyanın ekim şubat devrimlerini.. Rusyada devrim olurken  Türkiyede darbe oluyor buda işin özeti heralde.
Buna bağlı olarak AKP'ye oy verenleri direkt olarak geri kalmış kitle ilan etmek de bence doğru bir davranış değildir. Osmanlıda saray sanat bilim dili bile halkın dilinden farklıdır tanzimat döneminden itibaren açıkça görüldüğü gibi halk azınlıklar hariç olmak üzere kendi sosyal özgürlüğü için herhangi bir mücadele vermemiştir iş her zaman aydın kesimin başına düşmüştür. Sonrasındaysa aydınların entelektüelliğinin elitliğe evrimleşmesi sonucunda halkla arası iyice açılmıştır..
 Belki de bunun sebebi Avupayı Amerikayı Rusyayı geriden seyrettiğimizden dolayı orada belirli mücadeleler direnişler sonucu kazanılan hakları edinilen tecrübeleri fikir akımlarını bizim hazırdan alıp özümseyemeden tüketivermemizdir. Bu tıpkı miras yiyen sefahat içinde yaşayan bir evladın paraya bakış açısıyla, o serveti elde edene kadar çalışıp didinmiş tasarruf yapmış babanın paraya bakış açısındaki farka benzer.

Lakin ve lakin tüm bu yazdıklarıma rağmen düşünüyorum da; insanların günümüzün globalleşen dünyasında çoğunluğun bakış açısından kurtulup kendi perspektifini yaratması bu kadar zor mu? Elinin altında her an ulaşabileceği internet gibi bir olanak şehrinde onlarca kütüphane sahaf yüzlerce kitapçı dükkanı varken? Her evde bir tane tv bir tane cep telefonu mevcutken? Acaba özgür düşünce sadece ayrıcalıklı gene sahip olanların kullanabileceği bir özellik mi? Bu çağda bir insan hala Kuran okumadan Müslüman olabilir mi dini saydığı felsefeye bu kadar bağlanıp tüm yaşamını onun ekseninde döndürebilir mi?
Yukarıda seçmenlerin muhafazakar partileri tercih etmelerinin direkt zekayla bağıntısı olmadığını söylemiştim peki dolaylı yoldan var mı? Ramazan ayında içki içilmesini şort giyilmesini tvde magazin programları yayınlanmasını kutsalına hakaret kabul eden biri bu hale imkansızlıklar yüzünden mi geldi yoksa gerçekten algıda problem mi yaşıyor?
Diyeceğim o ki insanları üyesi oldukları topluluğa ve dinlerine göre de değerlendirmek pek de bir önyargı olmayacaktır. Tıpkı Platonun fikirlerini beğenenleri komik bulmam gibi tıpkı varoluşçuları gerçeklikten uzak ve yüzeysel bulmam gibi. Bedava gezi imkanı sağlasalar Arabistan Yarımadasından herhangi bir ülkeye gitmek istemeyeceğim gibi. Türk toplumunu da sevmiyorum ırkçı da değilim oh rahatladım işte!

Note; öhm yazıyı toplayabildim mi anadüşünceyi verebildim mi bilmiyorum ama izmir sıcağında klimasız evimde matkap sesleri eşliğinde endoplazmik retikulumlarım erimiş şekilde yazdım. Benden bu kadar valla.
Deeper Note; Buldum temayı! Uygarlıkları geliştiren insanların zekaları değil karakterleri ve uymak zorunda oldukları dinsel ritüeller toplumsal kurallardır. Karakter dediğimiz şey de içinde bulunulan toplumun etkisiyle oluşur.
Deepest Note; Karakterle; mizacı ve kişiliği karıştırmayınız.

Tekzip

Of çok salak hissettim ya. Bir önceki postumda Ayşe Kulin için kitapları beni vurmuştur falan yazmışım aslında o Buket Uzuner olacaktı. Zaten ortaokul dönemimi kapsayan bir beğeniden bahsediyoruz.
Yazının önceki paragrafında Ayşe Kulinden bahsettiğim için farkında olmadan aynı kişinin ismini tekrarlamışım. Oysa kadını günahım kadar sevmem! Hatta hoşlanmama nedenlerimi yazacaktım ki değmez dedim. Of ya insanlar beni Ayşe Kulin hayranı sandı meh.

Kitap Okumanın Zararları

Ben artık okumanın yararlı bir faaliyet olduğunu düşünmüyorum hele de benim gibi kitabı yaşayan roman karakterleriyle fazla özdeşenleşen insanlar için. Kitabı yaşamaktan kastım hiçbir fiziki veya ruhsal betimlemeyi gözünüzde canlandırmadan okuyup geçememek. Hele ki Dostoyevski, Çehov, Peyami Safa gibi karmaşık tahlilleri olan yazarlar var ki canıma okuyor.
"Kutuzov içine kapanık olmakla beraber insan canlısıydı kendini toplumdan sakınır bir müddet sonra insanlarla çok şey paylaştığını düşünür ve onları terkederdi, aslında terkeden de o değildi fakat Kutuzova dengesiz mizacından ötürü fazla güvenilmeyeceği apaçık ortadaydı, ilişiğini kestiği insanları bir daha asla hatrına getirmezdi."
Şimdi benim bu adamı hissetmem gerekiyor hmm insanları sevmiyorum yok seviyorum aslında ama kaçıyorum peki niçin kaçıyorum? Hassas ve zayıf bir bünyem var o zaman. Ama aynı zamanda sert olmalıyım insanları bir çırpıda siliveren... Peki bana niye güvenilmiyor? İnsan canlısıydı ve terkeden o değildi aslında vurgularına dikkat! Demek ki onu böyle olmaya iten sebepler var.
Bu arada Kutuzov,  Savaş ve Barıştan ismi aklımda kalan tek tipleme.

Bilirsiniz yazarlar standart insanlardan daha farklılar daha another brick on the wall'lar ve beni böyle böyle anormalleştirdiler.
Çocukken sadeleştirilmiş ve kısaltılmış türk-dünya klasikleriyle  (tabiki Grimm kardeşlerin masalları da dahil fakat onları hepimiz biliriz) büyüdüm desem yeridir.
Büyüyünce de orjinal hallerini (yani orjinale en yakın hallerini) elden geçirdim tabi. Ömer Seyfettinin hikayelerinin hemen hemen hepsini bilirim içlerinde çok psikopatça olanlar vardır. Hatta şu an düşündüm de "kim okumama izin vermiş bunları?!".  Sefiller, Çocuk Kalbi, Pollyanna, Pinokyo Küçük Kadınlar .. Ben bu romanların hepsine hüzünlendim hepsinde annesi babası ölmüş çocuklar fakir çocuklar işkence gören çocuklar arkadaşları tarafından dışlanan çocuklar.. hepsini yaşadım. En son bitirdiğim kitap Tutunamayanlardı ve Selim Işık'ın tutunamayışını aynı iç sıkıntısıyla izledim ilkokul yılları anlatılırken çocukluğuma döndüm ortaokul yıllarında ilk ergenlik dönemimi tekrar yaşadım. Rüyamda bile gördüm. Kitabı okuduğum müddetçe olur olmaz şeylere ağladım filan..

Dayım 9 yaşındayken şiir kitabı almıştı bana, adının Çocuklara Şiirler nevinden birşey olması gerek. Çocuğun birinin hasta kardeşine yazdığı şiir vardı ne kadar da ağlamıştım tıpkı bana benziyordu kardeşi hep hastanedeydi hep serumla besleniyordu.
Sonra küçük bebek cenin şiiri vardı. Erken doğumdan ölen iki kardeşim var biri ben çok küçükken olmuş hatırlamıyorum diğerindeyse kaç gün yas tutmuştum, babam sarışın olduğunu söylemişti. Yine çocuk kitabı yazarı sanılan Gülten Dayıoğlu, Kemalettin Tuğcu, Muzaffer İzgü falan bunlar bende hep yaradır. Gülten Dayıoğlu'nun Yeşil Kiraz isimli zavallı bir kapıcı kızının hayat hikayesini anlatan romanı vardı elime geçtiğinde yani zehirlendiğimde daha 10 yaşındaydım. Kızın hikayesi öyle acıklıydı ki aylarca aklımdan çıkaramamıştım.
Hiç unutmam Şeker Portakalını okuduğum sırada elektrikler kesilmişti mum ışığında okuyarak ağlamıştım ah ne romantik.
Harry Potterla bile aramda duygusal bir bağ vardı öyle ya o da öksüz yetim bir çocuktu ve tatilleri eve döneceği için sevinmezdi tıpkı benim gibi.

Elime geçen herşeyi okuduğum dönemler oldu efendime söyleyeyim peygamberler tarihi mi dersin kişisel gelişim kitapları mı dersin... Ayşe Kulinden, Stephan Kinge uzanan bir yelpazede oradan oraya savruldum. İzlemediğim ya da izlemeyeceğim filmlerin eleştirilerini takip ettim gazeteden. Bu arada Buket Uzuneri de sevmiştim Kumral Ada Mavi Tuna falan.
Ortaokulda da John Steinbeck ve Hüseyin Rahmi sayesinde de hayattan soğuyarak natüralizmle tanıştım. Bol bol Rus ve İngiliz edebiyatı sömürdüm.
Lisede edebiyat derslerime faydası olsun diye ilk roman ilk realist roman ilk psikolojik roman vs böyle bir ilk antolojisi okudum sayılır. Tanzimat dönemi Serveti Fünun dönemi Milli dönem Cumhuriyet dönemi eserlerini kendimce inceledim.
İstemsiz şekilde okuduklarımın şeceresini çıkarıyorum. Şecere çıkarmak da denmez aslında mihenk taşları işte en çok iz bırakanlar. Neyse sadede geliyorum;

-BUNLARIN HİÇBİRİ BENİ MUTLU ETMEDİ. HER KİTAPTAN SONRA DAHA MELANKOLİK DAHA NEVROTİK OLDUM.

Belki de diyeceksiniz ki sen aşırı duygusal ve pesimistsin bunda kitapların suçu ne?
O kitaplar yüzünden garip garip hayatlar yaşadım farklı farklı acılar çektim kendi yaşantım yetmiyormuş gibi başkalarınınkini de üstüme yüklendim hayatın her koşulda ne kadar acımasız olduğunu tecrübe ettim.

Ha şimdi de sen sadece romanlardan bahsediyorsun bilgi içerikli yayınlar da var diye itiraz edeceksiniz.
İgnorance is bliss.  Öğrendiğim şeylerle de mutlu olamam mesela öldükten sonra yokolacağımı bilmek bana mutluluk bahşetmiyor doğruya doğru. Pozitivizm materyalizm (benim benimsediğim mekanik olanıdır) ise yaşama  sevincimi köreltiyor. İnsanlar ormanlık bir alanda huzur buluyor bense ağaca bakıp fotosentezini tropizmasını üstünde yaşayan bakterileri düşünüyorum. Taşa bakıp iç püskürük mü dış püskürük mü kimyasal tortul mu başkalaşım geçirmiş mi diye merak ediyorum. Tarihi araştırınca katliamlar soykırımlar dehşet vahşet ölümcül deneyler ot bok. Hakeza psikoloji sosyoloji felsefe de öyle. Hiçbir şey kazanmıyorum.
Hayatın özü zevktir. Bitkinin ışığa yönelmesi gibi insan da hazza yönelir. Hazla huzurun dengeli varlığı mutluluktur. Kitap okumayın atın onları hepsini yakın! Sadece puccanın kitabına izin var!